Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in cenaze töreni için Venezuela’ya giden Nihat Doğan “Mavi Marmara konusunda dünyanın öbür ucundan senin yanında olmuş bir insan... Chavez’in vefasına karşılık vermek, vefalı olmak gerekiyordu. Kimse yapmayınca iş bize düştü” dedi. Doğan, ODTÜ'lü öğrencilere de tepki göstererek, "Yumurta alacak paraları varsa gitseydi onlar da. Yumurtaya verdikleri paranın onda birini, binde birini, milyonda birini çok rahatlıkla verebilirlerdi yani" dedi. Doğan, 2 günlük Venezuela seyahati için 30 bin lira harcadığını söyledi.
Milliyet gazetesinden Defne Samyeli’nin sorularını yanıtlayan Nihat Doğan ilginç açıklamalar yaptı. Samyeli’nin Doğan söyleşisi şöyle:
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in cenaze törenine giden tek Türk, Nihat Doğan” dendiği anda aradım onu. Merak ettim, niye? Venezuela’ya gitsin gitmesin, zaten Nihat Doğan gazeteciler için iyi bir röportaj konuğu. Belki de televizyon ekranlarından heyecanlı çıkışları ve öfke dolu ifadelerine aşina olduğumdan şaşırdım; telefondaki Nihat Doğan beklemediğim kadar samimi ve kibardı. Sonra evinde bizi ağırlayan Nihat gibi. Sadece fotoğraf çekiminde gülümseyerek poz vermesi için azıcık uğraşmak zorunda kaldık.
Sohbete koyulduk. Çoluk çocuk, aşk meşk konuşurken yumuşacık olan o genç adam, konu politik meseleler ve kendisine saldıranlar olunca, her hücresinden ateş fışkıran birine dönüşüyor. Röportajın çok politik olan bazı bölümlerini, konunun dışına çıktığı ve yerim yetmediği için koymadım. İlgiyle dinledim ve izledim onu. Zaman zaman kızdım. Zaten Nihat Doğan sizde öyle bir his uyandırıyor. Kayıtsız kalamıyorsunuz. Ya seveceğiniz ya kızacağınız cinsten. Ama ona has laflarına şaşırıyorsunuz. Bu röportajdan da mutlaka internette yayılacak “Nihat Doğan özlü sözleri” çıkacak.
Onunla geçirdiğim birkaç saat sonunda kanaat getirdim ki çok ama çok fikri var. Her konuda. Söylediklerinin hepsini de inanarak söylüyor. İnanıp inanmamak, beğenip beğenmemek, sevmek ya da kızmak size kalmış...
İlk soru belli: Venezuela’ya niye gittin? Güzel bir soru. Valla Chavez öldü haberini okuyunca önce bir durdum. Sonra Chavez deyince kendi halkıyla iç içe olan, çok değişik bir fotoğraf gözümün önünde belirdi. Halkıyla oynayan, çaça yapan, rumba dansı yapan, şen şakrak bir siyasetçi modeli gözümde canlandı. Daha sonra bir anda sonbahar yapraklarının sararıp yerinden düşmesi gibi, solup sararması gibi yüzümde bir solgunluk oldu ve bir anda Mavi Marmara hadisesi gözümde belirdi. Dünyanın öbür ucunda üstelik Müslüman dahi olmayan, Filistin’le, Kudüs’le hiç alakası dahi olmayan bir adamın çıkıp da orada mazlumdan yana olması bende büyük hayranlık uyandırmıştı. İsrail’e karşı bir tepki koymuştu. Hıristiyan olmasına rağmen haksızlığa uğramış Müslüman’ın yanında olmuştu.
Karakter olarak Chavez’le kendi aranda bir paralellik mi gördün yoksa? Evet. Aynen kendimle paralellik gördüm çünkü ben de Fransa’da İsrailli çocukların gitmiş olduğu ana okuluna düzenlenen baskında aynı tepkiyi vermiştim. Lanetlemiştim, o çocukların dili, dini, mezhebi olmaz demiştim. Chavez de açıkçası böyle bir doğru gördüm, kendimden bir şeyler gördüm belki de... Dedim ki “Acaba Mavi Marmara gemisinin etkinliğini düzenleyen dernekten bir kişi çıkıp da Chavez’e başsağlığı dileyecek mi?” Kimse dilemedi. Yazıklar olsun. Şimdi dünyanın öbür ucundan senin yanında olmuş bir insan için rahmet bile dilemiyorsun, atlayıp son yolculuğuna uğurlamıyorsun. Böylesine ahde vefalı bir milletin Chavez’in vefasına karşılık vermesi gerekirdi. Kimse yapmayınca da iş bize düştü açıkçası.
Gideyim milletimi temsil mi edeyim dedin? Tabii, şey de bir ironi; yurtseverlik adına tam bağımsız Türkiye sloganlarıyla gerek üniversitelerde gerek sokaklarda emperyalizmin düşmanı olduğunu söyleyen gruplar, zümreler, dernekler, partiler var ve bunların hiçbirinin de orada olmaması da çok enteresan.
Seni çok eleştirenler oldu. Söylediğin sözlerden, dönüş yolunda giydiğin marka kıyafetlere kadar. “Devrimcinin kıyafeti böyle mi olur?” diye. Neden bu kadar eleştiriliyorsun? İnsanların önyargılarını parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.
Sana karşı bir önyargı mı var? Önyargılı olmaları da normal çünkü ben dertliyim, bu milletin derdi benim derdim. Kimse kusura bakmasın ama kıçlarını açıp sanat için soyundum diyen starlar varken milletine dertli bir adam karikatürize ediliyor. Nihat Doğan’a karşı psikolojik bir harekât uygulanıyor.
Sana karşı mı? Niçin? Çünkü ben onların oyunlarını bozuyorum. Onlar yıllarca Amerika’dan izin almadan darbe yapamayan ve bu yurdun anasını ağlatan, milleti, fidanlarımızı birbirine kırdıranlar; cuntaya hizmet etmekten öteye gidememişler.
Seni hedef alan bu grubu politik anlamda tanımlar mısın? Kim bunlar? Solcu, ulusalcı, faşist... Bu ülkenin iç savaşında hep tetikçilik yapanlar çünkü biz onların tetikçiliğini deşifre ediyoruz. Bugün bakıyorsun yumurta birlikleri var. Ee ODTÜ’de oturmuşlar “Nihat Doğan, Chavez’e gitmiş...” Sen git o zaman...
ODTÜ’lülerden bazıları “Paramız olmadığı için gidemedik” demiş, “Onun parası var” demiş. Milyon dolarlarla mı gidiyoruz yani. Yumurta alacak paraları varsa gitseydi onlar da. Yumurtaya verdikleri paranın onda birini, binde birini, milyonda birini çok rahatlıkla verebilirlerdi yani.
Yumurta maliyetiyle kıyaslayınca sormam lazım; kaç para verdin bu seyahat için? 30 milyardı. Artık maliyetli mi bilemem yani. Arkadaşımı da aldım iki kişi gittik, geldik. Yeme, içme, konaklama filan neyse işte.
Benim telefonda ve karşılıklı konuştuğum Nihat bende kibar, insanları kırmaktan çekinen biri şeklinde izlenimi bırakmıştı. Sonra bakıyorum, canını sıkanlara sen de “cuntanın fahişeleri, zırtolar” gibi ifadelerle karşılık veriyorsun. Sen hangisisin? Kibirli olmak sadakadır, biraz sadaka verelim ya.
Sende de kibir var mı? Tevazu kanatlarım, kibirli olmayan gerçek bir ihlâslı insana karşı yerlere kadar inik; şirke sapmış kibirli olan insana karşı burnum bulutlar kadar dimdiktir.
Sana laf edenlere “zırto” diyorsun. Kim bu zırtolar? Zırto tayfası işte (gülüyor). Bu millete yumurta kadar faydası olmamış insanların, yumurtadan medet umma çabası. Bakıyorsun, soruyorsun, zırto yani. Sen ne yaptın bu insanlar için diyorsun, hiçbir şey yani. Ne yaptın, iki tane içi boş slogan atmaktan başka, ne verdin?
Sen ne yaptın bu millet için? Bak işte bunları konuşuyorum, ben bunları 10 sene önce de konuşuyordum. Sistem onların elindeyken de konuşuyordum. Ben cuntanın önüne dikilip bu tankların önüne çıkarım dedim. İki defa ölümle tehdit edildim, üç defa beni öldürmek isteyenler cezaevine alındılar. Şu zırtolar meselesini bir kapatalım mı? Soruyor musun bu arkadaşlara, üniversitede okuyorsunuz, herhangi bir icadınız var mı? İnsan mı klonladınız? Big Bang patlamasını mı yaptınız? Uzaya mı çıktınız? Ne verdiniz bu insanlara ve insanlığa?
Seni eleştirenlere sen de malzeme veriyorsun ama yalan mı? Niçin? Birinin yanması lazım. İnsanların şunu demesini isterim: “Allah aşkına ya, Nihat Doğan’ın üstüne atılan iftira haberler, hakaretler, kötülemeler, onun yerin dibine sokulmaya, insanların gözünden düşürülmeye çalışılmasına rağmen Anadolu insanı Nihat Doğan’ı bir imge, bir bayrak olarak görüp sahiplendi.”
Hepsi yalan mı hakkındaki haberlerin? Yüzde 99’u yalan. Başlatılan harekâtı, savaşı görebiliyor musun?
Nihat Doğan felsefesi, geyikler, komik sözler, bunlar senin söylemediğin sözler mi? (İnternetten açıp sayıyorum, bazı sözleri sahipleniyor, “Gerisini ben söylemedim” diyor) Benim bunları söyleyebileceğime ihtimal veren insanların durumu dahası içler acısı. Yazık, acıyorum onlara.
O güruh kasıtlı yapıyor. Biz yine tarihe not düşelim de. Tüm karalama kampanyalarına rağmen ki o iftiraların binde birini Tarkan’a atsalar bugün Türkiye’yi terk etmek zorunda kalırdı, hâlâ Nihat Doğan dimdik ayaktaysa, hâlâ halkın teveccühünden zerre kadar bir şey koparamamışlarsa bir düşünsünler.
Sen bu kadar korkulacak bir adam mısın ki seninle bu kadar kasıtlı ve sistemli uğraşsınlar? Ne yapabilirsin ki mesela? Gücün ne? Söylemlerim işte... Senin söylemlerini dile getiren başka insanlar da var. Onların üzerine bu kadar gidilmiyor? Onlar bugün konuşuyor. Biz kimsenin konuşmadığı zamanda konuştuk. Biz Türkiye’nin demokrasi gemisi okyanusta fırtınaya tutulduğu zaman inisiyatif aldık, elimizi taşın altına koyduk. O gemiyi sağ salim limana kavuşturduk. “Bu karanlıklara bürünmüş bu ülkede toplu iğne ucu kadar aydınlığa faydam olacaksa ben yanmaya razıyım arkadaş” dedim. Ölebilirdim de, idam edilebilirdim de. Türkiye’de bir Nihat Doğan realitesi vardır. Nihat Doğan, Anadolu’nun sesidir. Anadolu insanının bayrağıdır, bir de sağ devrimcidir. Biz devrimi yaptık, milli irade hasıl oldu, Çankaya’da da Başbakanlık’ta da artık milli irade var.
Siyasete atılmayı düşündün mü? Kaçıyorum siyaset istiyorum demekten. Ama AK Parti kapatılma iddianamesi geçtiği gün, AK Parti’de siyaset yaptım. Beşiktaş ilçe teşkilatına üye oldum. Daha sonra ilçe başkanlığına kadar yükseldim.
Çocuk istiyorum demiştin bana, kafama takıldı. Şimdi mi istiyorsun? Çocukları çok seviyorum. Bir de yeğenlerin büyüyüp sana “amca, amca!” diye sarılması falan. Böyle yüreğimden bir şeyler kopuyor gidiyor. “Allah’ım” diyorum “keşke benim de çocuğum olsa. Yaş da ilerliyor.”
Kaç yaşındasın? 34 yaşındayım. 50 yaşında evlenmeyeyim. Hani 50 yaşına geldiğimde 16 yaşında şöyle boylu poslu bir çocuğumun olmasını isterdim yani.
Var mı hayatında birisi? Yok.
Bunu düşündürtecek birisi? Yok. Olursa söylerim zaten.
Kız mı, erkek çocuk mu istersin? Valla kız isterim yani, kızlar daha sıcak, daha samimi geliyor bana.
Hiç isim düşündün mü? Yağmur koyardım çünkü yağmuru çok seviyorum.
Erkek ismi hiç düşündün mü? Hiç düşünmedim.
Aşkı hayatında bir eksik olarak mı görüyorsun? Evet. Maalesef. İsterdim yani hayatımda aşk..
Peki Nihat aşık olunca nasıl bir erkek oluyor? Ya şimdi belki aşk olmaması daha iyi. En azından şu anda idealist, ideallerinin peşinden koşan, hayallerinin, amaçlarının, inandığı davanın peşinde koşan bir adam var. Âşık olduğu zaman bütün hayatını aşk merkezli yaşıyor. Karşısındaki insanı mutlu edebilmek için yaşayan, aldığı nefesi dahi onun mutlu olması adına alan bir adam çıkıyor ortaya. Romantik deli bir âşık ortaya çıkıyor. Bu bana zarar veriyor.
Niye zarar veriyor? Karşındaki kıymet bilmediği için falan mı? Aynen. Kıymet bilmiyor yani.
Nasıl bir kadına âşık olursun ya da en son ne zaman âşık oldun? Çok tarzım olmayan şeyler aslında bunlar, kasılıyorum, anlatamıyorum, dilim tutuluyor, boğazım düğümleniyor, dilim damağım kuruyor. En son 2002’de âşık olmuştum
Belki de istemiyorsun? Yoo, istiyorum ya. Benim gibi dünyaya âşık, maneviyatına âşık, insanlara âşık, açık ve net söyleyeyim ülkenin koyunlarına bile âşık olabilecek kadar, memleket insanına aşkın çıtasını yükseltmiş bir adamın, bir kadına âşık olmaması zaten abes olur. İnşallah ben de bir gün olacağım, hatta çok da geç kalmayalım.