Nil Karaibrahimgil’in yeni albümü bu hafta çıkıyor: "Nil Kıyısında." Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman, "Dişinizi kırın, gidip bu albümü alın! Güzel, çok güzel. Nil’in kendisi gibi" diyor. Karaibrahimgil ise, "Kadınlara- kızlara laf anlatmaktan sıkıldım. Başka şeylerden muzdarip bir kadın var yeni şarkılarımda" dedi. İşte Karaibrahimgil'in Arman'a verdiği röportaj: ** Gerçek, az oyunlu, aşk dolu. Albümün kapağını Nihat Odabaşı çekti, kapakta gördüğünüz fotoğraflar uğruna Nil, 12 saat soğuk suda kaldı. Daha önceki albümlerini de Nihat çekmişti, bu da Nil’in kişilik özelliklerinden biri, kliplerini de Umur Turagay çekiyor. O, tanıdığı, sevdiği insanlarla rahat ediyor. "Seviyorum, sevmiyorum" parçasına çekilen klibe bayılacaksınız, Nil sahneden koşup insanların üzerine atlıyor, balıklama, sırtlama. Müthiş bir enerjisi var bu kadının ve hep yeni fikirleri. Tahmin edeceğiniz gibi çok eğlenerek yaptık bu röportajı. İstinye Park’ta çarşının içindeki manav doğal bir dekor gibiydi. Nihat onu suya sokmuştu, biz de meyvelerin arasına yatırdık. Eline sağlık Senih... Biz en son nerede kalmıştık? Tek taşımızı biz alıyorduk, daha doğrusu sen bizi gaza getiriyordun!- Evet ama ben orada değilim artık. İtiraf ediyorum kadınlara- kızlara laf anlatmaktan sıkıldım. Diyeceğimi dedim ben. Artık başka bir yerde, başka şeylerden muzdarip bir kadın var yeni şarkılarımda...Mesela nelerden?- Aşktan ve aşkın zayıf düşürmesinden muzdarip.Aşk deyince, uzun yıllardır devam eden bir ilişkin var, herkes soruyordur gerçi: "Ne olacak sizin bu haliniz?" diye. Ben de sorsam, sinir olur musun?- Olmam ama röportajda da anlatmam. Bitsin, sonra... Zaten ne yaşadığım, şarkılarımda çıplak ve savunmasız olarak var.Ben 30’larımda üzerimde baskı hissetmiş, gitmiş evlenmiştim. Sen hissediyor musun?- Böyle bir bubi tuzağı var 30’larda, evet dikkat etmek gerekiyor. Tuhaf bir basınç yüklemesi oluyor. Bu yüzden de bir sürü kadın, elinde avucunda kim varsa, onlarla evleniyor, sonra da pişman oluyor. Ben yaşla ilgilenmiyorum. Biyolojik olarak doğum yapma saati dışında, kovalanacak bir şey yok bence. Evlilik senin için bir "eşik" değil o zaman...- Yok, değil. Evlilik, çocuk için yapılabilir. "Ölmeden yapılması gereken 10 şey" listeme girmeyebilir bile. İstediğim zaman evlenebilirim. Ama çocuk dersen, işte o zaman akan sular durur. Bak, onu iyi düşünmek gerek. Ben terazi burcuyum ve bir şeye karar vermem asırlar sürüyor. Bana böyle ağır sorular gelince, uzuuuuun kış uykusuna yatıyorum. "Çok ince eleyip, sık dokuma atölyesi" benimki.Peki biyolojik saat, kendini hissettirmeye, içinde tik- tak, tik- tak atmaya başladı mı?- Başlamaz mı? Yeğenime sığınıyorum böyle durumlarda. Adını bile ben koydum: Peri. Öyle güzel ve tatlı ki, dünyayı unutturuyor. Fakat 24 saatlik mesai. Çocuğumu bakıcılar büyütsün istemem. Zaten şu, "Çocuk da yaparım kariyer de" şarkısı yüzünden çok enteresan tepkiler aldım. "Sizi dinledim 4 çocuk doğurdum!" dedi havaalanında bir iş kadını, şarkıdan gaza gelip doğurdukça doğurmuş. "Yok ikisi bir arada olmuyor ki! Niye öyle dedin?" diyenler de çok. Kadının işi zor: Güzel olacaksın, yaşlanmayacaksın, iyi anne olacaksın, işinde başarılı olacaksın, iyi bir eş olacaksın, iyi bir sevgili olacaksın...İyi bir sevgili misin sen?- Zaman zaman iyi, zaman zaman zor...Bir sevgili, senden neden vazgeçemez?- Çünkü ben vazgeçmem. Belki o da bu yüzden vazgeçmez. Hem çocuk gibisin, saf ve duru hem de dişi ve seksi. Ne içince, yenince böyle olunabiliyor? Formülü var mı formülü?- Hemen veriyorum: "Ailenin kuzusu ol ve bir erkeğin göz bebeği..." Bu vitaminlere, "biraz özgüven" ve "şımarıklık" eklenince, ortaya benim gibi tuhaf karışımlar çıkabilir. Senin gözlerin bir başka parlıyor. Farklı bır ışık var o gözlerin içinde. O ne?- Yaşam enerjisi, merak, şaşırma. Ben içten harlı bir ateşle çalışıyorum, gözlerimde taşan bir şey varsa, budur. Bir de iştahlıyım çok. Ağzımı açıp, her şeyi yutmak istiyorum. Benimki sevgi dolu çocuksu ve sabırsız bir merak. Yeni tanıştığım bir insana "Yemek pişirebiliyor musun?" diyebiliyorum çünkü merak ediyorum. Ama ağaçların gizli hayatını da merak ediyorum. Los Angeles’dan meşhur bir astrolog gelmişti, bana "Sen, insanlara ilham vermek için buradasın" dedi ekledi: "Onları mutlu etmen için, önce kendini mutlu etmen gerek. Sana bencil de deseler, ömür boyu kendini düşün. Hep kendini iyi tut. Çünkü sen bir aynasın!" Gözlerim doldu. Aynen öyle hissediyordum çünkü...Peki büyüdüğün doğru mu? - Evet. 20’li yaşlarımda peşine düştüğüm bir sürü sorunun cevabını buldum. Kendimi daha iyi tanıyorum, hayatla ilgili her türlü şeyde daha az panikliyorum. Anlamak müthiş bir güç... Aşk senin için ne?- Aklın ayağının kayması, heyecandan ayağına yay takılması, kalp sıkışması, koca bir ateş topu. O zıplıyor, sen de peşinden! Aynı zamanda, gözün görüş alanı bayağı daralıyor, tek kişiye. O kişinin imparatorluğunda gönüllü köleliğe başlayıp, diğer bütün dünyevi şeylerden emekli oluyorsun. Aşk gibi bizleri tepeye ve dibe vurduran bir şey olmasa, hayat çekilmez olurdu. Şarkı falan da olmazdı pek. Ne kadar kıskançsın?- Kendime olan güvenimin seviyesine bağlı olarak değişir. Kıskançlığın üçüncü kişilerle bir ilgisi yok bence...Ne kadar zindan edersin bir adama hayatı?- Çok etmem. Neşeli bir tipim ben. Bir de çok evcilim. Kin tutmam, alık hafızalıyım. Ruhani sindirim sistemim iyi çalışır. Hahahaha, gazete ilanı gibi oldu! Hálá sarhoş olmadın mı?- Oldum, oldum. Sevmedim. Ayıkken kafam daha iyi, teyid etmiş oldum. Bu kadar tetikte olmak seni yormuyor mu?- Yoruyor. Bilincim sürekli açık. Ama ben de böyle bir canlıyım, n’apim! Kafama bir şeylerle vurup, kendimi uyuşturacak değilim. Huzurlu olduğum yerde, kuşanmayı bırakıyorum. Zararlı bir alışkanlık?- Yok valla. İzin vermem. Kendimi bir verici olarak görüyorum. Kirlenmemem gerek. Ha, bazı vericilerin sesi pisken daha iyi çıkabilir, benim için tersi geçerli. Tek zararlı alışkanlığım, kararsızlığım...Bunalıma nasıl giriyorsun ve nasıl çıkıyorsun?- Küt diye girip, hop diye çıkıyorum! Kötü ruh hallerinde uzun süre oyalanmam. Hayat kısa, değmez...Peki sen nerelere gidersin, nerede eğlenirsin hiç haberimiz olmaz, fotoğrafın filan da çıkmaz...- Çünkü mutluluk basit şeylerde. Bir araştırma yapılmış, kim daha mutlu diye. Aşağı yukarı zenginle fakir, evliyle bekar, çocukluyla çocuksuz aynı. Yani mutluluk neredeyse eşit dağılmış. Bu durumda, havalı bir hayat yasayıp, dışarıya gövde gösterisi yapmak manasız. Ben "içeri"ye yapılan gösterileri önemserim.Ünlü müzisyenler, şarkıcılar filan yalnızlık hisseder. Sen? Yeteri kadar dostun, arkadaşın var mı?- Bazen yalnızlık hissediyorum. Konserlerde binlerce insanla aynı şarkıyı söyleyip, gülüp eğlenip dans ediyorsun. Sonra eve gelip internete giriyorsun! Ama arkadaşlarım var. Kemik kadro. Ben paktçı bir tipim. Sevdiğim insanların peşini bırakmam. Hayatlarına fayda sağlamaya çalışırım. Kalbimi açarım ki, kalplere yerleşeyim...Şu an bulunduğun noktaya şöyle bir bakarsan... Nedir? Oldun mu sen?- Dalga mı geçiyorsun! Kendimi hálá, yeni çıkan biri zannediyorum. Sanırım hep de öyle olacak. Geçenlerde, Youtube’da "Yaş 18"i dinlemek istedim. Bir baktım, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden bir sürü kişi, kamerayı açıp, çalıp söylemiş. Hele üç oğlan çocuğunun evin salonunda anne babalarına söyledikleri bir sahne var... Bayıldım. Bir şeyleri basarmış gibi hissettim kendimi. Hayatının sonuna kadar yetecek parayı kazandın mı?- Ben ne kadar param olduğunu ve ne harcadığımı bilmiyorum. Ama şurası kesin, beni para harekete geçirmiyor, zaten çoğu şeye "Hayır" diyorum. Beni gollük paslar ilgilendiriyor. Nil Karaibrahimgil olmanın nesini seviyorsun?- Tanıdığı hareket alanını. Düşünsene ben istediğimi giyer, istediğim gibi müzik yapar, istediğim şekilde söylerim. Kalıp koymadım kendime. Web sitemde hayatımı insanlara açtım. Kendimle dalga geçtiğim bir format buldum. En büyük terapi bu. "Delidir ne yapsa yeridir"e doğru gidiyorum yani. Sen kendini tarif etmeye kalksan hangi sıfatları kullanırsın?- Donanmış, hediyelerle gelmiş, dağıtıyor. Yazıyor, anlatıyor, bıkmıyor, Gitgide daha da cesur oluyor... Hálá Madonna mı kahramanın?- Değil. Şu "toyboy" (genç sevgili) hikayesini sevmedim. Bir de son konserine gittim, orada da fark ettim, "Yaşlanmayacağım!" inadını abartılı buluyorum. Çok gözümüze sokuyor. Spor yapıyor musun?- Haftada 3 gün pilates.Peki Uzakdoğu felsefesine, vejeteryenliğe filan merak saldın mı?- Hayır, etoburum!Gazeteye ilan verdimBekarım yalnızım Siz de öyleyseniz, gelin buluşalımBeynin bugünlerde nerelerde dolaşıyor?- Son albümümde! Bu albümü en güzel nasıl duyururum? En güzel konserleri nerede, nasıl yaparım? Farklı dans etmeyi nasıl öğrenirim? Değişik kıyafetler nerden bulurum?Şarkılar, melodiler vahiy gibi mi geliyor? - Aynen. Bir şarkıya ne kadar az düşünce girerse, o kadar iyi. Bağırdan kopan ve en kısa zamanda yazılan şarkılar bana daha etkili geliyor. Ama Leonard Cohen buna katılmaz tabii. O senelerce çalışıp bitirenlerden.Şarkılarını ilk kime dinletiyorsun?- Bu albümde Alper Erinç’le çalıştım. Her şarkıyı ilk o dinledi. Peki albümü kimler dinledi?- İstanbul’un yarısı! Ünlüler, ünsüzler. Sony, albüm çıkmadan "Zaten bütün İstanbul biliyor şarkıları" diye bozulmuştu bana. Paylaşma manyağıyım ve fikir sorma. Ama son kertede kendimi dinlerim.Bu albümün diğerlerinden farkı ne?- Daha gerçek. Daha az oyunlu. Daha aşk dolu. Dürüst, olgun. Az kadınsı. İçli. Ne zaman piyasaya çıkıyor?- 19’unda. Çok uğraşıyoruz her şeyi güzel olsun diye. Kapağı için, 12 saat suda durdum. Soğuk suda...E iyiymiş vallaha! Hadi içindeki bir şarkının doğuşunu anlat...- Bir gün evde Simpsons seyrediyorum. "Bart, the lover" diye bir bölüm. Bart’in öğretmeni gazeteye ilan veriyor. "Yalnızım, birini arıyorum" diye. Bunlar da sınıfta bunu öğrenip, pislik yapmaya karar veriyorlar ve kadına sahte cevaplar yazıyorlar. Kadın buluşmalara gidiyor. Yapayalnız, yağmurlu cafe’lerde falan bekliyor. Gelen giden yok. Bunlar kıs kıs gülüyor uzaktan. Çok etkiledim, hatta ağladım. Oturup bir şarkı yazdım. "Gazeteye ilan verdim/ Bekarım yalnızım/ Siz de öyleyseniz gelin buluşalım..." diye.İşte o şarkının içinde geçiyor beni öldüren dize: "Çift kişilik nedense yastığım yorganım/ Allah nasip ederse sola kayacağım"- Evet o şarkı. O dize de kendiliğinden çıkıverdi.Neden Nil’in kıyısında...- Çünkü, kendi kıyılarıma indiğimi hissettim! Başka neler söylemek istersin bu albümle ilgili?- Alın, dinleyin. Mutlaka bir parçayı seversiniz.TERAPİST BENİ KOVDUNeler okuyorsun?- Şu anda, "The triumph of music" (Müziğin Zaferi). Müziğin nasıl böyle etkili bir şey haline geldiğini anlatıyor. Daha önce de güzelliğin önemiyle ilgili bir kitap okumuştum. Roman okumayı pek beceremiyorum, bilgiye en kısa yoldan ihtiyacım var sanki. Biyografi de seviyorum. Ama hep İngilizce okuyorum. Sadece Türk yazarları Türkçe... Nelerden besleniyorsun?- Başkalarından, kendimden, okuduğum, duyduğum ve şahit olduğum her şeyden. Bir de bilmediğim bir yerden. Faks makinesiyim ya, faksın nereden geldiğini tam bilmiyorum. Seni bugüne kadar en şaşırtmış şehir?- İstanbul. Hem güzel, hem değil. Hem zengin, hem fakir. Hep koşturuyor, hem yorgun. Hepimizi taşıyor, köprüleri var, denizleri bağlıyor, trafiği tıkanıyor, yağmurda, karda, eli ayağına dolanıyor, her gün başka görünüyor. Seni bugüne kadar en şaşırtmış insan?- Babam. Dünyanın en yetenekli şarkı yazarlarından ama albüm yapmıyor. Her gün 10 km yürüyor. Öyle spor diye değil. Çocuklarına aşırı sevgi veren bir adam. Çok duygusal. Sabah ve akşam başka biri. Gündüz alevlenir, gece söner. "Ahtapotun kolları", "Bakkal Müslüm" diye şarkları var. Çıksa ortalığa, orijinallikten şaşkına çevirir herkesi. Bir de kendi bulduğu esprileri var. Bir tuhaf adam. Çözemedim. Olduğu gibi kabullenilmesi gerekenlerden. Seni bugüne kadar en şaşırtmış kitap?- "The red queen" (Kızıl Kraliçe). Web sitemde var. Kadın ve erkekle ilgili her şeyi oradan öğrendim, 7- 8 yıl önce. Seni bugüne kadar en şaşırtmış film?- Woody Allen’in bütün filmleri. Daha ziyade eskiler. Seyredilmiyor okunuyor... Bütün meşhurlar terapiye gidiyor. Senin böyle dertlerin oldu mu?- Oldu. Gittim. "Hep geleyim, sohbet ederiz" dedim. Terapist beni kovdu. Sağlıklıyım genel manada. İyileştiriciyim kendime.