Nilüfer, yıllar önce gittiği bir psikologda konuşurken, babasına veda edememiş olmamanın hayatının büyük bir eksilkiği olduğunu belirterek, "Babama veda edemedim ve bu beni yakan bir şeydir. Bu tabii, annemin hatası. Kendimi terk edilmiş hissettim. Bu benim hayatımın ilk ve büyük terk edilişi oldu. Ve ondan sonraki hayatımı da etkiledi" dedi. "Bu terk ediliş, bazı ilişkilerimin yıpranmasına neden oldu" diyen Nilüfer, "Terk edileceğimden korkuyordum. Terk edilmeyi bir daha yaşamamak için, arkasını dönüp giden olmayı tercih ediyordum. Bu, çoğunlukla böyle oldu. Ondan sonra da kapalı bir kutu olmak istedim, etrafıma beni insanlara karşı korumasını istediğim bir duvar ördüm" ifadesini kullandı.
"İki sene önce çıkardığım albümde bana göre iyi şarkılar vardı fakat istediğim sonucu elde edemedim" diyen Nilüfer, "Tabii ki kırıldım. Çok üzüldüm, çok yıprandım. Bunca yıl bana çok iyi gelen şarkıları bu toplum da sevdi. Ben şarkıya inandım, toplum da inandı ve sevdi. Ama sanırım, artık burnum şarkılar konusunda eskisi kadar iyi koku alamıyor" yorumu yaptı.
Hürriyet'ten İpek İzci'nin sorularını yanıtlayan (18 Aralık 2016) Nilüfer'in açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Mutlu bir çocuk muydunuz?
-Çok... Ama babamı kaybedene kadar... Onu kaybettiğimde 11 yaşındaydım, çok küçüktüm. Babam bana çok düşkündü, ben de ona. Ve düşünüyorum da, onunla henüz pek bir şey paylaşamamıştım. Babama veda edemedim ve bu beni yakan bir şeydir. Bu tabii, annemin hatası. O zamanki anlayışına göre üzülmeyeyim diye yapmış ama yanlış bir hareket. Annem, babamla vedalaşmama izin vermedi. Babamın öldüğünü, öldükten birkaç gün sonra öğrendim.
"Kendimi terk edilmiş hissettim"
Babanızı hastanede mi biliyordunuz?
-Evet, annem hastaneye gitmesi gerektiği için beni teyzeme bırakmıştı. Okula da oradan gidip geliyordum. O zaman telefon yok, haberleşmek öyle kolay değil. Ama ölmüş meğer... Yıllar önce bir psikoloğa gittim. Orada konuşurken fark ettim ki ona veda edememiş olmak, hayatımın büyük bir eksikliği. O güne kadar içimdeki yaranın bu olduğunu fark etmemiştim. Ben babama onu çok sevdiğimi söyleyecektim belki, söyleyemedim.
Ama o bunu biliyordur.
-Biliyordur ama ne bileyim, kötü işte.
Vedalaşmanıza izin vermediği için annenize kırıldınız ama sizi bıraktığı için babanıza da gücendiniz sanki; doğru mu?
-Kendimi terk edilmiş hissettim. Bu benim hayatımın ilk ve büyük terk edilişi oldu. Ve ondan sonraki hayatımı da etkiledi. Mesela ilişkilerimde... Bu terk ediliş, bazı ilişkilerimin yıpranmasına neden oldu. Terk edileceğimden korkuyordum.
Ve sonra ne oluyordu?
-Terk edilmeyi bir daha yaşamamak için, arkasını dönüp giden olmayı tercih ediyordum. Bu, çoğunlukla böyle oldu. Ondan sonra da kapalı bir kutu olmak istedim, etrafıma beni insanlara karşı korumasını istediğim bir duvar ördüm. Benim için mesafeli ya da soğuk derler ya, evet öyle. İnsanların arasında biraz mesafe olması gerektiğine de inanıyorum. Şu an sırlarımı, problemlerimi, mutluluklarımı bilen 5-6 arkadaşım vardır. Bir de 16 yaşındaki evladım... O da arkadaş gibi.
Annenize söylemediğiniz ama içinizde kalan bir şey?
-Annem ömrünün son 12-13 senesinde yanımdaydı. Alzheimer hastasıydı ve artık beni tanımıyordu. Onun sağlığı iyi olsun, hayatta olsun, bana yetiyordu. Annem hayatını benim üzerime kurdu ama bunu bazen fazla yaptı. Aramızda hep çatışma oldu. Belli bir söz yok ama şimdiki aklım olsa, onunla oturup daha çok sohbet ederdim. Kendi çocukluğumu, onun çocukluğunu, gençliğini konuşurdum. Kafamda soru işareti olarak kalan çok şey var. Keşke annemi daha iyi tanısaydım. İnsan o yaşta bunu düşünmüyor; tabii o zamanlar kafada kelebekler uçuyordu.
“Şimdiki aklım 30-40 yıl önce olsaydı, canımı sıkan, beni üzen olayları hiç yaşamazdım. İnsan, yaşı çok genç olduğu zaman ‘Daha önümde çok vakit var’ diyerek canını sıkan olayları engellemeye çalışmıyor” demişsiniz.
-Doğru söylemişim.
O sizi üzen olaylar yüzünden mi hasta olduğunuzu düşünüyorsunuz?
-Evet, etkisi olduğunu düşünüyorum çünkü benim ailemde kanser yok. Artık kişisel sorunlarım olduğunda hayata farklı bakıyorum. Ama tabii Türkiye’yi, toplumu ilgilendiren bir durum olduğunda gel de öyle bak! Mahvolduk hepimiz! Umudumuzu kaybetmiyoruz ama... Kaybetmeyeceğiz.
"Artık burnum şarkılar konusunda eskisi kadar iyi koku alamıyor"
Bu yılın başında “Artık yeni şarkıların olduğu albümler yapmayacağım” dediniz ve dediğinizi de yaptınız.
-O cümleyi umutsuzlukla söylemiştim. Her zaman güçlü bir insan olmayı tercih ettim. Böyle olmasaydım Allah’ın verdiği sesimle 1972 yılından beri sadece şarkımı söyleyerek, hiçbir polemiğe girmeden, magazinden uzak durarak bu işe devam edemezdim. Benim alıştığım bir çizgi, bir tavır var. Bu, kararlarım ve davranışlarım için olduğu kadar müziğim için de geçerli. Kalitemden ödün vermek istemedim. İki sene önce çıkardığım albümde bana göre iyi şarkılar vardı fakat istediğim sonucu elde edemedim.
Ve kırıldınız mı?
-Tabii ki kırıldım. Çok üzüldüm, çok yıprandım. Bunca yıl bana çok iyi gelen şarkıları bu toplum da sevdi. Ben şarkıya inandım, toplum da inandı ve sevdi. Ama sanırım, artık burnum şarkılar konusunda eskisi kadar iyi koku alamıyor.
"En keskin şarkılar bile bugünkünden masumdu"
Neden böyle düşündünüz?
-Sanırım tercih edilen müzik başka bir şeye evrildi. O nedenle de toplumun bir kesimiyle ayrı yollara gittik. Yeni nesil başka bir tür dinliyor. Ama tabii, o eski şarkılar nerede çalınsa, görüyorum ki o şarkıları da seviyorlar.
Neydi o eski şarkıların farkı? Duygusu mu, nesi?
-Melodi yoğunluğu daha fazlaydı, sözlerde derinlik, daha fazla masumiyet vardı. En keskin tavrı olan şarkılar bile bugünkünden daha masumdu. Şimdi bunlardan biraz uzaklaştık.
Son zamanlarda eski şarkılar yeni albümlere yeniden giriyor.
-O eski şarkılar, harika şarkılar ve açıkçası benim bu şarkılarda gözüm kalmıştı (gülüyor). Bazen yorumcu olarak bazı şarkıları dinlediğinizde, içiniz gider. İşte ‘Yeniden Yeni Yine’ albümümdekiler, benim içimin gittiği şarkılardı. Hepsi, ilk yorumcuları tarafından hit yapılmış. Düzenlemelerini Volga Tamöz yaptı ve bunu, o saflığı, o orijinalliği bozmadan ama günümüzün sound’una da yakın tutarak yaptı. Bence ikimiz de bu işin altından kalktık.
Dünyada para kavramı olduğu müddetçe insanlara güvenmenin imkânsız olduğunu düşünürmüşsünüz...
-Para bizi bozdu! Ben çocukken bu kadar mağaza, nerede... Biz şimdi paraya endeksli yaşar olduk. Yeni nesil daha çok, daha çabuk istiyor. Daha çok para kazanmaya, daha çabuk lüks arabaya sahip olmak istiyor. Bu kadar fazla lüks merakına bozuluyorum açıkçası. Batı’da bizdeki kadar lüks araba görmüyorum. Bizdeki AVM’lerin onda biri yok. Bu ülkede büyük zıtlıklar var. Geçen gün, konser kostümü almak için büyük bir mağazaya gittim. Şöyle bir baktım, nasıl bir şatafat, nasıl bir bolluk. Kapıdaki lüks araçları otoparka götüren valeleri bir yabancı görse, “Aman Allah’ım Türkiye ne kadar zengin bir ülke” der. Ama tabii bu, İstanbul ve belli bir kesim için geçerli.