"Nükleer bomba taşıyan füzelerin tepemizden geçtiği, belki tepemize düştüğü bir savaştan bahsediyoruz"

 "Nükleer bomba taşıyan füzelerin tepemizden geçtiği, belki tepemize düştüğü bir savaştan bahsediyoruz"

Aydın Engin 

- Geliyorum lan oraya. Tepene çökeceğim... Ulan oğlan pezevengi, benim çöplüğümde otlamanın hesabını soracağım sana... Erkeksen kaçma...  Ötekinden cevap anında geldi:  - Gel lan... Gel de mermi manyağı yapayım seni. Gel de çöplük kimin çöplüğüymüş öğreteyim sana. Geleceğin varsa göreceğin var lan kofti...  Ne kadar kirli, ne kadar kanlı ve ne kadar iğrenç bir dünya değil mi?  Peki...  Bir de şu satırları okuyun bakalım.  Dünyanın en güçlü devletinin en tepesindeki “en herif” haber yolladı:  - Hazır ol Rusya, çünkü füzelerimiz güzel ve yeni ve akıllı bir şekilde gelecek. Kendi insanlarını öldüren ve bundan keyif alan hayvanla ortak olmamalısınız.  Dünyanın öteki en güçlü devletinin en tepesindeki bir başka “en herif” cevabı bir büyükelçisi üstünden verdi.  - Amerikalılar Suriye’yi vurmaya kalkarsa, attıkları füzeler düşürülecek ve hem de bu füzeler nereden fırlatılıyorsa oraları da vurulacak...  Şimdi soralım:  Bunlardan hangisi daha kanlı; daha kirli, daha iğrenç ve insanlık düşmanı bir tablo?  Biliriz, bilirsiniz, insanlık ırmağı ağır, çok ağır akar. Kazanımlar zor elde edilir ve o kazanımları korumak daha da zordur. İnsanlık demokrasi, özgürlük, refahın eşit dağılımı, zor kullanmanın suç sayılması, emeğin en yüce değer olması gibi kazanımlarla çok uzun yıllar sonra tanışabildi. Tanıştıktan sonra onları ve benzerlerini korumak, yaşatmak için zorlu mücadeleler verildi.  İnsanlık ırmağı huzur veren mendereslerle büklüm büklüm akmıyor. Tersine sert zikzaklar çizerek; ilerleyerek ve gerileyerek; kazanımları kaybederek ve yeniden kazanmaya çabalayarak aktı ve akıyor...  Çok değil, sadece yüz yıl öncesinden bugüne bakalım. İki dünya savaşı yaşandı bu gezegende.  Bir üçüncüsünü yaşamayacağımızın güvencesi var mı? Üstelik ilk ikisinden daha korkunç bir “üçüncü”den söz ediyoruz. Nükleer bomba taşıyan füzelerin tepemizden geçtiği, belki tepemize düştüğü bir üçüncüden...  Yazının başında sözünü ettiğim iki mafya çetesinin nerede kapışacağını bilemeyiz. O yolun yolcusu uğursuzların devam ettiği bir bar, bir pavyon da olabilir, bir büyük kentin varoşundaki bir meydan da...  Ama nükleer bomba taşıyan füzelerle birbirine meydan okuyanların kapışabileceği yer belli gibi: Suriye!..  Cihatçı çetelerin üstlendiği, sıcak denizlere inme hesabından asla vazgeçmeyen “süper”in yerleştiği; petrol okyanusu olan toprakları kontrol etmek için her şeyi göze alan öteki “süper”in yerleşmeye hazırlandığı; İran mollalarının “İslam devrimi” (devrim???) ihraç etmek için hedef seçtiği; Baas iktidarının bir polis devletine dönüştürdüğü, o toprakların kadim halklarından Kürtlere yurttaşlık hakkı bile tanımadığı, Ermenilere ancak bir “rıza toplumu” koşullarında yaşama hakkı tanıdığı, mezhep farkları üstüne kirli manevralar çevirerek iktidarını pekiştirmeye çabaladığı Suriye...  Ve komşumuz, sınırdaşımız, tavukları tavuklarımıza karışan, snır boylarındaki halkların kız alıp verdiği Suriye...

Şimdi tutup “Türkiye’nin bütün barış güçleri birleşin ve şaha kalkın! Barış çağrılarınız Ortadoğu göklerinde yankılansın” diye yazsam, çocuksu, içi boş, anlamsız ve etkisiz bir çağrı mı yapmış olurum?