Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Osmanlı Devleti’nin 34. padişahı II. Abdülhamid ile ilgili olarak "Osmanlı modernleşmesini, otoriter bir siyaset çerçevesinde hayata geçirmiş, daha ziyade 'aydınlanmış despot' tarifine uygun bir son dönem Sultanı idi" dedi.
"Abdülhamid bu sarayı güvenlik açısından sakıncalı bulduğundan Yıldız Sarayı’nda ikamet ederdi. Ama zaten belli ki bu kutlamanın da tarihle, gelenekle pek ilgisi yok" diyen Mert "Mevzu, Abdülhamid ile Erdoğan, dönemi ile bugün arasında paralellik kuran bir 'tarih şuuru' oluşturma gayreti" ifadesini kullandı.
Nuray Mert'in "Abdülhamid Han ve Erdoğan" başlığıyla yayımlanan (26 Eylül 2016) yazısı şöyle:
Geçen hafta II. Abdülhamid’in 174. doğum yıldönümünü idrak ettik, Meclis Başkanıİsmail Kahraman “himayesinde” Dolmabahçe Sarayı’nda bu vesile ile bir sempozyum düzenlenmiş, ardından mevzu güncel siyaset çerçevesinde “Abdülhamid Han”, bildik sağ-İslamcı siyaset değerlendirmeleri ortalığı kapladı. Aslında, bizim geleneğimizde Peygamber dışında doğum yıldönümü kutlaması yoktur. Peygamberimizin doğum yıldönümü de yakın zamana kadar güneş (şemsi) takvimine göre sabitlenmiş olmayıp, geleneksel olarak ay (kameri) takvime göre Mevlit Kandili ile yâd edilirdi. Hadi “Kutlu Doğum Haftası”na “bidadi hasene” diyelim, tarihi şahısların doğumunu kutlamak büsbütün yeni bir icat. Doğrusu, Dolmabahçe Sarayı da iyi bir yer seçimi sayılmaz, zira Abdülhamid bu sarayı güvenlik açısından sakıncalı bulduğundan Yıldız Sarayı’nda ikamet ederdi. Ama zaten belli ki bu kutlamanın da tarihle, gelenekle pek ilgisi yok. Mevzu, Abdülhamid ile Erdoğan, dönemi ile bugün arasında paralellik kuran bir “tarih şuuru” oluşturma gayreti.
Necip Fazıl’ın kitabı II. Abdülhamid merkezli “tarih şuuru” iddiası veya tarih yazımcılığı sağ/muhafazakâr/İslamcı siyaset ve ideolojinin ürünüdür. Bu ekolün en önde gelen düşünce babası daNecip Fazıl’dır. Nitekim, bu ekol çerçevesinde yazılanların hemen tümü, Necip Fazıl’ın tarihçilik ile alakası olmayan “Ulu Hakan” adlı kitabına yazılmış dipnotlarından ibarettir. Bu ekol zamanında, gerek Cumhuriyetin resmi tarih yazımı, gerek sol tarih yazımı II. Abdülhamid’i yine ideolojik kalıplar içinde “gerici” bir müstebid olarak resmetmesine tepki olarak doğdu ama konu tepkiden fazla olarak, Cumhuriyetin seküler modernleşmesine itirazın sembolü olarak pekişti. Aslında özellikle seksenli yıllardan itibaren, II. Abdülhamid ve dönemini “Kızıl Sultan” ve “Ulu Hakan” ikilemi içinde konu eden ideolojik bir mevzu olmaktan çıkaran, değerli tarih çalışmaları çoğaldı. Bunların başında, önemli tarihçilerimizden Engin Deniz Akarlı’nın öncü çalışması geliyor. Münhasıran Abdülhamid dönemine ait olmayan pek çok ciddi “Osmanlı modernleşmesi” çalışması da bu döneme ait önemli katkılar sundu, bunların başında bir diğer önemli tarihçimiz İlber Ortaylı’nın döneme ilişkin tüm çalışmaları vardır. Diğer önemli tarihçilerimizden, Kemal Karpat’ın “İslamın Siyasallaşması-Osmanlı Devletinin Son Döneminde Kimlik; devlet, İnanç ve Cemaatin Yeniden Yapılanması”, Selim Deringil’in “İktidarın Sembolleri ve İdeoloji” başlıklı çalışmaları bu dönemi kavramak açısından vazgeçilmez kaynaklardır. Batılı Osmanlı tarihçilerinden François Georgeon’un Abdülhamid üzerine çalışmasını zikretmeden geçemeyiz. Dahası, son yıllarda bu döneme ilişkin pek çok hatırat yayımlandı; Abdülhamid’in Paris Büyükelçisi Salih Münir Çorlu’nun “Geçmiş Zamanlar” başlıklı hatıra ve yazıları bunlardan biri.
Kim ne derse, ne yazarsa yazsın, son olarak AKP ile temsil edilen sağ-muhafazakâr-İslamcı söylem Abdülhamid ve dönemini Necip Fazıl-Kadir Mısıroğlu popüler-ideolojik tarih yazımı çerçevesinde değerlendirmekte ısrarlı. Zira, onlar açısından konu II. Abdülhamid ve dönemi değil, onun üzerinden söylenmek istenenler; yani bu ülkede seküler modernleşme sürecinin “ihanet ve komplo”dan ibaret olduğu iddiası. Abdülhamid’in kendisi dahi “vehimli” fakat siyasetini “komplocu”luk üzerine kurgulamış değildi. Osmanlı modernleşmesini, otoriter bir siyaset çerçevesinde hayata geçirmiş, daha ziyade “Aydınlanmış Despot” tarifine uygun bir son dönem Sultanı idi. Dış polikası maceradan kaçan, temkinli ve oldukça dengeli idi, tüm bunlar Osmanlı Devleti’nin çökmesine çare olamadı veya olamazdı, o ayrı mevzu. İlla II. Abdülhamid dönemi ve güncel siyaset arasında ilişki kurulacak ve bugüne dair çıkarımlar yapacaksak, dış siyasetinde izlediği temkinlilikle işe başlayabiliriz. İç siyasete gelince, yine benzerlik kuracaksak, II. Abdülhamid’in vesveseden ibaret olmadığını teslim etmek gereken “tehdit”lere karşı seçtiği yolun baskı siyaseti olmasının sonuçlarına bakabiliriz. Bu baskıcı siyaset, İslamcısından, Batıcı’sına neredeyse tüm genç nesil Osmanlı bürokrat/aydınlarını, karşısına almakla neticelenmişti. O kadar ki, muhalefet neredeyse sadece Abdülhamid karşıtlığında birleşmiş, onun ötesinde de fazla bir fikir üretememişti, nitekim, büyük hayal ve iddialarla onun yerini alanlar, memleketi on sene idare edemediler. Diğer taraftan, Türkiye’nin mevcut iktidarının dış siyaseti, II. Abdülhamid döneminden ziyade İttihad ve Terakki çizgisine benzerlik arz ediyor, o da ayrı mevzu. Dolmabahçe sempozyumunda bunlar konuşuldu mu bilemiyorum, ama yankıları böyle bir izlenim vermiyor doğrusu. Bu vesile ile, bir mikro alan çalışması olarak, döneme ait çok yeni bir kitabı dikkatinize sunmak istiyorum. Sevgili dostum Adil Baktıaya’nın, “Bir Osmanlı Kadınının Feminizm Macerası ve Hamidiye Modernleşmesi’ (h2o Yayıncılık) başlıklı çalışması, hem iyi hikâye, hem iyi tarihçilik örneği, mutlaka göz atın.