Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "AKP bir anayasa hazırlığı varsa, mutabık kalınan diğer maddelerle birlikte TBMM'ye getirmelidir. Vekiller vicdanlarıyla oy kullanacaklardır. Bu anayasa değişiklik teklifi ya 367'yi aşarak kanunlaşacak, ya da 330'un üzerinde kalarak referanduma sunulacaktır. MHP her karara saygılıdır" çıkışıyla yeniden gündeme gelen "Başkanlık sistemi" tartışmalarıyla ilgili olarak "Erdoğan'ın başkan olmasına değil, 'Türk tipi başkanlığa' karşıyım, referandumda oyum hayır" DEDİ.
Nuray Mert'in "‘Yetmez ama hayır!..’" başlığıyla yayımlanan (21 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Sevgili Aydın Engin’in, dünkü yazı konusu ve ödünç aldığım başlığına bayıldım.“Yetmez ama evet” fikriyatına karşıydım, bu kez tam tersi söz konusu, bu kez yine hayır diyorum ve “hayır” demek yetmez diye düşünüyorum. İlkbaharda başkanlık referandumu gündeme geldiğine göre ve yargıç olmadığımıza göre “ihsası rey” de bulunmakta fayda var; benim reyim hayır! Doğrusu ben Erdoğan’ın başkan olmasına karşı değilim, “Türk tipi başkanlık” denilen sisteme karşıyım, bu açıdan fikrini en çok paylaştığım birinin başkanlığı da olsa fark etmez, önce bu hususun altını çizmekte de sonsuz fayda var. “Türk tipi başkanlık” veya bazılarının “üniter başkanlık” dediği sistem, şimdiye kadar izah edildiği kadarıyla, siyasi gücün tek elde toplanmasını hedefleyen, bunu düzenleyen bir sistem arayışı. Önerilen sistemde, kuvvetler ayrımı yok, yargı bağımsızlığı yok, denetlenebilirlik yok, hak ve özgürlükleri güvence altına alan tedbirler yok, tam da bu nedenle mesele Erdoğan değil, böyle bir sistemin otoriter rejimden başka bir vaadi olmaması. Bu sistemi savunanlar, kuvvetler ayrımını, denetlenebilirliği, özgürlükleri, siyasal bir zaaf olarak görüyorlar, “İrademizi güçlü bir lidere teslim edelim, o en iyisini bilir, yapar” diyorlar, gerisi laf ebeliği. Anayasa profesörü olanın söyleyemediğini, gazete köşelerinde açıkça söyleyenler daha samimi; “padişah seçilemediği için başkanlığı savunuyor”lar. Yok, monarşist de değiller, mutlak veya meşruti monarşi savunanların tezlerini de bilmiyorlar, dahası “milli iradeci” veya “doğrudan demokrasi” tezlerini de doğru dürüst bilmiyorlar, kafalar son derece karışık. Zira, “seçim” dediğimiz şeyin kendisi zaten modern siyaset fikrinin bir sonucu, “halk” ve “halkın iradesi” denilen kavramlar da öyle. Söz konusu olan dinin hükümlerinin hâkim olduğu bir düzen ise, bunun referansı “halk” veya “halkın çoğunluğu” olamaz. “Dinin hükümleri siyasal olarak nasıl hâkim kılınır” sorusuna bugüne kadar doğru dürüst cevap veren olmadı, orası ayrı. En önemlisi, dini inanca göre “hak”ın belirleyicisi olanın çoğunluk falan olamayacağı, çoğunluk merakı, demokrasi kavramının en ilkel yorumundan başka bir şey değil, yani demokrasinin çoğunlukçuluğa indirgenmesi. Buna karşı modern demokrasi dediğimiz şey, toplumun her kesiminin mümkün mertebe siyasal karar süreçlerine katılabildiği bir sistemin işlemesi, çoğunluğun seçimi, sadece bu sistemin icracısının kim/ kimler olacağını belirleyen bir süreç. İnsanlık daha iyi bir çözüm bulana kadar, kavgasız dövüşsüz bir toplumsal hayatı kurgulamak için en hakkaniyetli idare sistemi bu diyoruz. Buna karşın “halkın iradesi” dediğimiz, nihayetinde kutsal referansların yerini almak üzere icat edilmiş sekülermistik bir kavram.
Tek kişi kalsak bile Sağcı, milliyetçi, İslamcı siyasi gelenek, nasılsa bu ülkede çoğunluk “Sünni, Müslüman, Türk” (SMT) diye, “çoğunlukçuluğa” abandıkça abanıyor. Ahlaki telakkiler ve doğal olarak dinler açısından, hangi kimliğe mensup olursa olsun “çoğunluk”un haklılığı diye bir telakki olamaz, bu açıdan tek kişi kalsak bile, inancımız çerçevesinde “doğru” bildiğimiz yoldan gitmek zorundayız. Modern demokrasi fikri, hem farklı inançlara saygı adına, hem de aynı inanç dünyasına mensup insanlar arasında farklılık olmasını doğal karşılamak adına, din, mezhep, telakki farklılıkları boğazlaşmaya varmasın diye, farklı telakkilerin müzakere edilmesini telkin eder, bu zemini teminat alma vaadinde bulunur, modern demokrasi budur. Sonuçta, asıl mevzumuza dönersek, bize önerilen başkanlık sistemi, siyaseti müzakere zemini olmaktan çıkarıp çoğunluğun kararını tek merci olarak kutsayan, dinle falan da alakası olmayan, modern otoriter siyaset mantığı üzerine kurulu. Ben kendi adıma, bu teklife hiç tereddütsüz “hayır” diyorum. Ben de, hayır demenin yetmeyeceğini, neden hayır dediğimizi izah etmek için fazladan çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Sadece o da değil, iş hayır demekle bitmeyecek, öngörülen referandum sonucu ne olursa olsun, sadece razı geleceğiz, yoksa benim için doğru olan değişmeyecek, ilkesel davranmak bunu gerektirir. Laikçi dayatmalara çoğunluk itaat ederken, itirazımı nasıl saklı tuttuysam, aynı şey söz konusu olacak. Hiç olmazsa, buğz edeceğim. Tabii ki, çoğunluk “hayır” derse, Türkiye büyük bir dar boğazdan çıkacak diye düşünüyorum, bu ülkemin geleceğine ilişkin öngörülerime dair bir mesele. Dahası, o şartlar altında da, başkanlık sistemine aklı yatanları 1-0 mağlup kabul etmeyeceğim, öyle düşünenleri, onların kaygılarını dikkate almazsak yine toplumsal barışın tehlikeye gireceğinin farkında olacağım. Demokrasi dediğimiz, müzakere, anlaşma, uzlaşma düzeni tercihi bunu gerektirir, ancak bu anlayışla didişmenin yerini konuşma alabilir, bence hepimiz için “hayır”lı olan budur.