Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından Batı basının Türkiye'deki demokratikleşme imkânını desteklemek yerine, ateşe körükle gitmeye devam ettiğini söyledi. Mert, "Erdoğan’ı 'Başyücelik Devletinin mihrak şahisiyeti' olarak tasavvur eden ve gidişatı bu istimate çevirmeye çalışanlar da, Erdoğan’sız Türkiye adına her yola aklı yatanlar da bu ülkenin geleceğini tehlikeye attıklarının farkında değiller" diye yazdı.
Nuray Mert'in, "İki tehlike: Erdoğan’sız Türkiye saplantısı ve cadı avı" başlığıyla yayımlanan (29 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Darbe girişimini ‘kim/kimler planladı, azmettirdi, yaptı, yapamadı’ meselesi halen büyük ölçüde gizemini koruyor, izleyip göreceğiz. Tüm olanların aydınlatılması kuşkusuz çok önemli, ama çok kısa vadede imkânsız gibi görünüyor. Şu anda, yapabileceğimiz en faydalı iş, iktidar ve muhalefet çevresinden aklı başında herkesin ifade ettiği gibi, bu felaketin demokratikleşme yönünde bir imkâna dönüştürülmesi. Böylesi bir ortama katkı sunan her çaba değerli, ters yönde her çaba ise ülkemiz ve toplumsal barış umudu açısından son derece tehlikeli. Gülen grubu meselesi, bu girişimden önce de merkezi bir tartışma konusuydu, bundan sonra da tartışılmaya devam edecek. En doğrusu bu tartışmayı sadece bu gruba veya melanete odaklayarak işin içinden çıkmak yerine, tüm siyasal tarihe, sisteme teşmil ederek, genel bir sorgulamaya dönüştürmek, bu istikamette yol almak. Unutmayalım ki, Gülen Hareketi denilen yapı Mars’tan gelenlerin değil, bu ülkede yaşayanların oluşturduğu, bu sistemin bir ürettiği bir sonuç, nerden baksanız “bir Türkiye masalı”. Demokratik siyaset, bu yönde kurumsallaşma, hukuk devleti, kuvvetler ayrımı, yargı bağımsızlığı, liyakat sistemi zaaflarının besleyip büyüttüğü bir sonuç; tüm mesele ise bu zaafları bertaraf edecek bir süreci güçlendirebilmek. Bu koşullar altında, hâlâ gerilimleri körüklemek, otoriter siyasetin pekişmesi yönünde tutum takınmak, bu ülkenin sonunu getirir, bu açıdan herkesin aklını başına almasında fayda var. Bu arada, Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin takındığı ve takınacağı tutum da çok önemli. Halihazırda, Batı basını bu açıdan son derece kötü bir sınav veriyor, Türkiye’de demokratikleşme imkânını desteklemek yerine, ateşe körükle gitmeye devam ediyor. Son gelişmeler üzerine yazılanlar arasında, Türkiye’de darbe girişimine topyekûn karşı çıkıldığı, muhalefetin bu noktada sivil iktidarın yanında yer almak gibi çok önemli bir tutum takındığına dair tek cümle ile bahseden yok. Bu olayın Türkiye’nin daha da otoriter bir noktaya savrulmasından kaygı duymak için çok neden var. Bu kaygıyı bu ülkede yaşayan pek çok insan paylaşıyor, ancak mevcut durumda gidişatın bu istikamette olmadığı teslim etmek lazım. Oysa Batı basınında hâlâ Türkiye, iktidar ve onun lideri Erdoğan’dan ibaret resmediliyor, bu resim etrafında karanlık bir tablo çiziliyor, Türkiye’de demokrasiye sahip çıkan, bu noktada uzlaşma oluşturan dinamik görmezden geliniyor, Oryantalist bir üstten bakış öne çıkıyor. Dahası, Batı basını hâlâ sadece “Erdoğan’sız Türkiye” saplantısı ile hareket ediyor gibi görünüyor. Darbe girişimi çerçevesinde, bazıların ileri sürdüğü gibi, Batı ülkelerinde bazı çevrelerin Türkiye’ye müdahale etmek için karanlık işlere tevessül edip etmediğini bilemiyoruz, ama daha önce, başka ülkelerde, “demokrasi getirmek” adına açıkça giriştikleri müdahalelerin o ülkeleri ne hale getirdiğini biliyoruz. Cumhurbaşkanı, bir Alman TV kanalına verdiği röportajda “Ben kral değilim” ifadesini kullandı, doğrusu da Cumhurbaşkanı’nın kral gibi davranmaktan imtina etmesi. Diğer bir doğru ise, içerde ve dışarda, toplumun büyük kesiminin demokratik desteğine sahip olmasına rağmen hâlâ “Erdoğan’sız Türkiye” arayışında olmanın demokratik anlayıştan uzak olduğu. Bunu, şimdi söylemiyorum, aynı şeyi 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra da söylemiştim. Erdoğan’ı “Başyücelik Devletinin mihrak şahisiyeti” olarak tasavvur eden ve gidişatı bu istimate çevirmeye çalışanlar da, Erdoğan’sız Türkiye adına her yola aklı yatanlar da bu ülkenin geleceğini tehlikeye attıklarının farkında değiller. Bu noktada bir kez daha, “cadı avı” meselesine dönmekte fayda var; başımıza gelen bu felaketi cadı avına çevirecek işlerden uzak durmak, kişisel intikam hırslarının öne almasından sakınmak lazım. Gülen grubunun iktidar partisi ile kurduğu geçmiş ittifak bir yana, bari kişisel planda yakın geçmişte Gülen grubunun düzenlediği turlar ile dünyayı gezenler, eşi dostu bu turlara yazdıranlar, Gülen ile görüşmeye davet edilmedi diye karalar bağlayanlar, Gülen destekli burslar ile ABD’ye akademik ziyaret yapan iktidar destekçileri biraz kenarda durup ateşe körükle girmeseler diyorum. Son olarak, Gülen grubuna yakın gazetecilerin gözaltına alınması, kabul edilebilir bir iş değil. Bunların arasında eski hocam Hilmi Yavuz, tüm fikri ayrılıklarımıza rağmen dostluğumu sürdürdüğüm, 28 Şubat darbesine karşı mücadelesine çok değer verdiğim Nazlı Ilıcak da var. Kim gönül rahatlığı ile bu ve diğer pek çok ismin darbeci olduğuna inanabilir? İfade vermeye çağrılmak, hukuk önünde sorgulanmak başka şey, neden gözaltı işkencesi? Aynı şey, adı sanı bilinmeyen pek çokları için de geçerli. Diğer taraftan, nedir “hainler mezarlığı” icadı, dinde, insanlıkta yeri olabilir mi? Böylesi bir gidiş bizi toplumsal barış hedefinden uzağa düşürür, anlaması bu kadar zor mu?