Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, 16 Nisan'da yapılacak halk oylamasında "evet" çıkması durumunda, "hayır" oyu kullanan vatandaşların "fiilen sakıncalı vatandaş" olacağını savundu. "Tabii ömrümüz yettiği sürece nefes almaya devam edeceğiz ama, sahici bir hayat alanımız olmayacak, kendi ülkemizde sürgün gibi yaşayacağız" diyen Mert, "En kötüsü, iktidardakiler ve destekçilerinin sandığı gibi, tüm bedeli biz itiraz edenler ödemeyeceğiz" ifadesini kullandı.
Nuray Mert'in "Son itiraz hakkımız, son kararımız Kesinlikle HAYIR!" başlığıyla yayımlanan (14 Nisan 2017) yazısı şöyle:
İki gün sonra bu ülkenin geleceğini oylayacağız; bu sıradan bir seçim değil. Oyumuza, onayımıza sunulan yeni bir rejim; aslında çok bilindik, çok sıradan ve tarih boyunca vahim sonuçlarına tanık olduğumuz otoriter, yani baskıcı, yani kavgacı, yani dayatmacı, yani nefes aldırmaz, yüz güldürmez bir rejim. Mevcut rejim de pek matah, pek demokratik değildi, ama keşke büyük değişim daha az değil, daha fazla hak ve özgürlük istikametinde yaşansaydı. Olmadı, geldiğimiz yerde tanık olduğumuz, daha fazla özgürlük değil, idam talebi, barış özlemi değil, savaş çığlıkları... Bir büyük seçimin arefesinde, zaten fiili bir otoriter rejim altında yaşıyoruz. İktidar çevresi de artık, bunu gizlemiyor, ‘mevcut halin yasallaşması gerek’ diye açıkça söylüyor. İktidarın matah bir şey gibi faş ettiği ‘fiili durumyaratmak’, zaten sadece hukuku, sistemi, kurumları hiçe saymak yolu ile gerçekleşen bir dayatma süreci. Şimdi, o dayatma koşulları çerçevesinde seçim yapılacak; ifade özgürlüğünün, yarışma eşitliği koşullarının olmadığı, siyasetçilerin, yazarların, çizerlerin tutuklu, olmayanlarının her an hapsi boylama, işinden gücünden atılma, terörist diye yaftalanma, hayatının karartılması tehdidi altında yaşadığı koşullardan söz ediyoruz. Bu koşullar altında, her şeye rağmen çoğunluğun ‘Hayır’ dediği bir sonuç alınırsa, gerçek bir demokrasi mucizesi olur, olmazsa sonu meçhul bir maceraya girecek bu ülke. ‘Evet’ seçimi, tabii ki nihayetinde seçimlerden bir seçim, tercihlerden bir tercih, ama bu tercih, denetim, hesap verebilirlik, kuvvetler ayrımı, hak ve özgürlüklerin güvencesi olabilecek ne varsa, onları lüzumsuz, dahası ayak bağı olarak gören bir siyasal sistemin önünü açacak. Evet veya hayır diyen herkes bu tercihin bedelini yaşayarak görecek, ödeyecek, o zaman, işin işten geçtiğini, yapacak bir şey kalmadığını göreceğiz. Oysa şimdi yapacak son bir şey var; bu gidişe HAYIR demek, diyebileceğimiz son ‘Hayır’ı deyip, son itiraz hakkını kullanmak. Sonuç ne olursa olsun, feci bir rejim önerisine karşı itirazımızı tescillemek. Son defa diyoruz, çünkü önerilen sistem onaylanırsa, beş senede bir yüzde elli bir çoğunluğu arkasına almayan kimsenin gık diyemeyeceği bir çoğunluk sultası. Lafı eğip bükmenin âlemi yok, önerilen sistem tüm gücün, beş yıllığına yüzde elli biri aşan birine teslimi için ‘tam vekâlet’ vermek, hani noterlerde ‘en yakınınıza bile vermeden bir daha düşünün’ denilen tam vekâletin siyasete tercümesi. ‘Ya tüm gücü, yetkiyi elinde toplayan delirirse, ya o olmaz bu olursa, ya yoldan çıkarsa’ falan gibi saçma sapan akıl yürütmenin, laf yarıştırmanın, ‘hayır’ı bu temel üzerine kurmaya çalışmanın âlemi yok. ‘Çoğunluğun oyunu alan, her tür yetkiye sahip olur, hakkaniyetli olan da budur, istemiyorsan senyüzde elli biri bul, sen o güce sahip ol’ anlayışı üzerine kurulu bir siyasete hayır demek için, böylesi bir sistemin tarifinden başka gerekçeye gerek yok. İktidarın oya sunduğu sistemin tarifi bu. Tam da bu nedenle, geri dönüşü olmayan biçimde geleceğimizi son kez oyluyor olacağız. Öngörülen sistem onaylanırsa, itiraz etmiş olan olanlara, ‘tabi olmak’ dışında bir seçenek kalmayacak. Resmen vatandaş, fiilen sakıncalı vatandaş olacağız, tabii ömrümüz yettiği sürece nefes almaya devam edeceğiz ama, sahici bir hayat alanımız olmayacak, kendi ülkemizde sürgün gibi yaşayacağız. En kötüsü, iktidardakiler ve destekçilerinin sandığı gibi, tüm bedeli biz itiraz edenler ödemeyeceğiz. Kendi vatandaşının bir kısmını bu konuma mahkûm eden bir sistem yönetebilir bir sistem, böyle bir toplum, aralarında pek çok farklılığa rağmen barış ve huzur içinde yaşayabilen bir toplum olmaz. En hafifinden birbirine küskün insanların, birlikte değil, birbirine güvenmeden yan yana yaşamak mecburiyetinde kalacağı bir yer olur burası. Bizi birleştiren tek ortak yanımız, işte bu büyük bedele hep birlikte katlanmak olacak. İktidarı destekleyen, liderini seven, o nedenle bu sisteme onay verecek olan pek çokları olayı böyle görmüyor, ülkenin hayrına bir seçim yaptıklarını düşünüyor olabilir. Ama isterse iyi niyet taşları ile örülsün, cehenneme gidecek bir yoldan söz ediyoruz. Umalım, öyle olmasın!