Nuray Mert: İçeride bastırılıp, sindirilerek üzeri örtülen hatalar, dışarıda cascavlak karşımıza çıkıyor

Nuray Mert: İçeride bastırılıp, sindirilerek üzeri örtülen hatalar, dışarıda cascavlak karşımıza çıkıyor

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Türkiye'nin dış politikasına ilişkin olarak, "İktidarın elde kalan saydığı Sünni müttefikleri, halihazırda boğazlarına kadar Batı bağımlılığı içinde olan ve doğal kaynaklarını satıp parasını yemekten başka bir gücü, ehemmiyeti olmayan ve bu nedenle bugünden yarına ne yapacağı belli olmayan krallık ve emirlikler" dedi. Mert, "Mesele sadece 'İslam birliği' hevesi olsa bile, İslam-insan anlayışlarına uzak durmak gereken, hele Osmanlı mirasından söz edenlerin yanına bile yaklaşmaması gereken kültür, medeniyet fukarası yönetimler. İçeride bastırılıp, sindirilerek üzeri örtülen hatalar ve onların sonucu olan sorunlar, dışarıda birer birer ve cascavlak karşımıza çıkıyor, mesele bu" ifadesini kullandı.

Nuray Mert'in Cumhuriyet'te "Dünya ve Türkiye; vahim vaziyet" başlığıyla yayımlanan (24 Mart 2017) yazısı şöyle:

İçinde bulunduğumuz vahim uluslararası durum karşısında, keşke, “İslama karşı yeni Haçlı seferleri”, “100 Plan” gibi safsatalar peşinde koşmak yerine çok özlemini duydukları Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş tarihini iyice öğrenseler, bu konularda o devrin adamlarının yazıp çizdiklerini okusalar, okuduklarını anlasalar, belki dış siyaset ufukları daha açık olurdu. Hiç olmazsa, “Ulu Hakan” diye dillerinden düşmeyen II. Abdülhamid’in dış politikası konusunda cidden malumat sahibi olsalardı, daha makul düşünmeye ve davranmaya başlarlardı.  II. Abdülhamid’in Paris Sefiri ve Sultan’ın nazırlarından, “Mirat’ı Hakikat”in yazarı Mahmud Celaleddin Paşa’nın oğlu Salih Münir Paşa (Çorlu) anı ve yazılarının “Kırım’ı Nasıl Kaybettik?” başlıklı bölümünde, bu süreçte tesirli olan zihniyete ilişkin olarak, Reisülküttab Giridli Resmi Ahmed Efendi’ye gönderme yapmış.

Resmi Ahmed Efendi bakın ne diyor: 

“ ‘Bizden ayrı dinden olanların umumen dünya yüzünden kaldırmak ve her zaman düşmanın burunu yere sürtüp haddini bildirmek vaciptir. Devletimiz bahtı alidir, ricali pişkindir, kılıcı keskindir. Dindar ve bahadır bir serdar ve beş vakit namaz kılar 12 bin askerle ta Kızılelma’ya kadar bile gideriz’ diyen ve seferi seyre gitmek gibi zannedip... ‘üç ayda gidip üç ayda geliriz. Gaza ederiz, mansıp alırız’ teranelerini tekrar eden kısa akıllılardı”. (Salih Münir Çorlu, Geçmiş Zamanlar, Hazırlayan İsmail Dervişoğlu, Kitabevi, 2013, 57-8)  Halihazırda, aynı şeyi “sefer etmeyi dizi film çekmek zannetmek” olarak değiştirebiliriz, gerisi, aynı dünyayı tanımamak, diplomasi, siyaset bilmezliği dik durmak sanmak. Dahası, “göklerden gelen haber” ve “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer” ile müjdelenmiş olmak, vehmi veya daha doğrusu kibri var. Gerçekte, belki de böyle bir kibrin cezası olan (zira Sünnetullah’ı bilemeyiz), bölgesel ve küresel ölçekte tam bir çıkmazın içine düşmüş vaziyetteyiz. Tüm bunlar, tüm dünya Türkiye’yi kıskandığı ve Türkiye’den korktuğu için değil, tabii ki hesapsız hamlelerin boşa çıkması, hatalardan ders alınmaması, dışardan gelen tepkileri ülke içinde itiraz edenleri susturmak kadar kolay zannetmek gibi sığ bir siyaset algısı ve icraatının sonuçları. 

Artık biz yazmaya utanıyoruz, yine de sorumluluk sahipleri üzerine alınmıyor ama mevcut tablo şu; küresel siyasal rekabetin iki büyük gücü ABD ve Rusya ile pek çok konuda karşı karşıya gelmiş, Avrupa ile köprüleri yakma noktasında, Suriye’de tam bir hezimet ve onun sonuçları, Suriye siyaseti nedeni ile İran ile gerilim ve nihayet Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve onun başındaki AK Parti müttefiki Barzani ile bile Kerkük dolayısı ile ekşimiş vaziyetteyiz. Bu şartlar altında Kuveyt Emiri’ne devlet nişanı vermek sadece trajikomik bir detay. Hem de Kuveyt, varlığını, “Osmanlı’yı batırdığı, bölgeyicetvelle böldüğü için güya sürekli meydan okunan Batı emperyalizmine” borçlu ülkelerden biri olan Kuveyt! Hem mevzu sadece geçmiş zamanlara dair değil, Türkiye’nin elde kalan saydığı Sünni müttefikleri, halihazırda boğazlarına kadar Batı bağımlılığı içinde olan ve doğal kaynaklarını satıp parasını yemekten başka bir gücü, ehemmiyeti olmayan ve bu nedenle bugünden yarına ne yapacağı belli olmayan krallık ve emirlikler. Mesele sadece “İslam birliği” hevesi olsa bile, İslam-insan anlayışlarına uzak durmak gereken, hele Osmanlı mirasından söz edenlerin yanına bile yaklaşmaması gereken kültür, medeniyet fukarası yönetimler. İçeride bastırılıp, sindirilerek üzeri örtülen hatalar ve onların sonucu olan sorunlar, dışarıda birer birer ve cascavlak karşımıza çıkıyor, mesele bu.  Yanlış anlaşılmasın, bu ülkede muhalif olanların sevineceği bir tablo değil, durum çok ciddi ve mevcut yönetim ve zihniyetin zaaflarının faturasını hep birlikte ödeyeceğiz. Ancak hal böyle diye, hep “düşmanlara sövme korosu”na davetlerine icabet etmek söz konusu değil, neden beşer hatası olan şeylere, doğal afet veya ilahi takdir muamelesi yapalım ki?