Nuray Mert: Kürt ulusal hareketinin, bunca cana mal olan stratejisinin 'kanlı' kazanımı ne?

Nuray Mert: Kürt ulusal hareketinin, bunca cana mal olan stratejisinin 'kanlı' kazanımı ne?

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Güneydoğu'da yaşanan sokağa çıkma yasakları ve çatışma ortamla ilgili olarak, "Nedir, Kürt ulusal hareketinin bunca cana mal olan stratejisinin kanlı 'kazanımı'? “İktidarı müzarekeye zorlamak” hedefi gerçekleşti mi? Türkiye’de demokratik kamuoyu, Kürtlerin davasının haklılığına daha fazla ikna oldu mu?" diye sordu.

Nuray Mert'in, "En büyük zaiyat" başlığıyla yayımlanan (24 Haziran 2016) yazısı şöyle:

"Bu ülkenin öncelikle barışa ihtiyacı var; “siyasi başarı” oyları çoğaltmak, her alanı kontrol etmek değildir; bırakın başarıyı, siyasetin kendisi müzakere, uzlaşı, usulü ile, yani hukuk ile yönetme işidir. Gerisi çatışma ve savaş taktikleridir, bu alanda “başarı” güç kullanma yarışında kuralsızca galibiyeti hedefler, sonucu ise “siyaset” yapma imkânının tümüyle rafa kalktığı bir zorbalık ve yıkım ortamıdır. Türkiye’de hal budur. Türkiye’de iktidar siyasetçilerinin kudret gösterme saplantısı, farkında olmayabilirler ama siyaseten iflas ilanından başka bir şey değildir. 

Bu ülkede iki büyük kavga var; birisi iktidar partisi ile geri kalanlar arasında gittikçe büyüyen bir kavga. Bu kavgada, iktidar partisi ve çevresi, devletin imkânlarını sonuna kadar kullanan ve üstelik artık mevcut hukuk çerçevesinin de dışına taşmış bir dayatma rejimine savrulmuş durumda. Diğer büyük kavga malum, Kürtler ile askeri plana savrulmuş olan kavga. Velev ki, Kürtlerin tamamını temsil etmesin, ama onlar adına ortaya çıkmış Kürt siyasi hareketi ile barış sürecinin iflası, iki tarafın da siyasi başarısızlığının ilanından başka bir şey değil. Öncelikle hiçbir devlet/iktidar, “karşı taraf barışı çabalarını baltaladı” diye işin içinden sıyrılamaz. Devlet/iktidar iddiası, siyasetin yerini çatışma ve kavgaya terk etmesi çabaları karşısında aciz kalmayı, gerekçe olarak sunmaya mânidir, zira yönetmeyi başarmak, kimden gelirse gelsin bu tür çabaları bertaraf etmek demektir. Aksi durum, çatışma, kavga stratejilerine teslim olmak demektir. Devlet/iktidar elindeki imkânlar dolayısı ile güç gösterme açısından avantajlı olmanın sonuçlarını, kamuoyuna “siyasi başarı” diye takdim etme “başarısı” da gösterebilir, ancak, bu sonuçlar nihayetinde kalıcı çözüm olmayacağı için, daha büyük çatışma dalgalarını beslemekten başka işe yaramaz.

 

Başarı kıstası 

 

Diğer taraftan, devlet olmayan aktörler, ilkeleri, stratejileri, imkânları açısından devletlerden farklı çerçevede hareket ederler. Bu nedenle, “özgürlük hareketi” “ulusal kurtuluş hareketleri” olarak ortaya çıkanlar, terör eylemlerini araç olarak kullanma yoluna giderler. Ancak, bu tür stratejileri ne kadar “meşrulaştırmaya”, haklılaştırmaya, teorileştirmeye çalışırlarsa çalışsınlar, onlar için de nihayetinde “başarı” kıstası, uyguladıkları stratejilerin, kendileri açısından haklı olduğuna inandıkları davaya, ilan ettikleri amaca hizmet edip etmediği ile ölçülmek durumundadır. 7 Haziran 2015 seçiminden sonra, “silahlı isyan” stratejisi benimseyen Kürt siyasi hareketi ve onun silahlı kolu PKK, kendi mantığı açısından, neyi başarı olarak tanımlıyor sorusunu sormak lazım. Geldiğimiz noktada başarı olarak takdim edilen, “karşı tarafın” verdiği kayıpların, iktidarın ilan ettiğinden kat kat çok olduğu, örgütün kayıplarının ise daha az olduğu iddiasından ibaret. Savaş mantığı ile düşünseniz dahi, yani insan canının amaca giden yolda “kaçınılmaz maliyet” olduğuna inansanız bile, nihayetinde bu can pazarının hangi amaca ne kadar “hizmet ettiği” soru ve sorumluluğundan kaçamazsınız. Nedir, Kürt ulusal hareketinin bunca cana mal olan stratejisinin kanlı “kazanımı”? “İktidarı müzarekeye zorlamak” hedefi gerçekleşti mi? Türkiye’de demokratik kamuoyu, Kürtlerin davasının haklılığına daha fazla ikna oldu mu? Türkiye’de otoriter siyaset, bu strateji dolayısı ile yara aldı mı? Hayır, hayır, hayır! Üstelik tam tersi olmadı mı? Kürt nüfuslu bölge savaş yerine dönmedi mi? İktidar, bu çatışma ortamı üzerinden, milliyetçiliği mobilize ederek otoriter siyasetini pekiştirmedi mi? Kürt meselesi bir yana, tüm muhalefet çevrelerine (bu çatışma üzerinden ve “terörle mücadele” adına) baskıyı artırma imkânı doğmadı mı? Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelesi Türkiye genelinde meşruiyet kaybına uğramadı mı? Evet, evet, evet, evet…  Geldiğimiz nokta nihayetinde, değil demokrasi veya Kürtlere daha fazla hak ve özgürlük mücadelesi, siyaset yapma imkânının, tüm Türkiye için de, Kürtler için de rafa kalkması. Bu koşullar altında, devlet/iktidar “yok ettiği terörist sayısı”, örgüt ise “yok ettiği asker-polis sayısı” ile övünüyor. Yaşatmaya, çözüme, barışa, demokrasiye dair kimsenin söyleyecek sözü yok. Böyle giderse olmayacak, en büyük zayiat, barış, çözüm, yaşam olacak, oluyor"