Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Bugüne kadar Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar. Bunun neresi zafer" sözlerine ilişkin olarak, "Velev ki, Lozan çok ama çok yanlış bir anlaşma, kandırmaca idi, Musul, Halep böylece elden gitti, Yunan adalarını alacakken gaflet ile Yunanistan’a terk ettiler, geri mi alacaksınız? Hem de daha Suriye’de 45 kilometre derinliğe ulaşılamamış, güvenli bölge gibi meşru bir talebi bile uluslararası çevreye kabul ettirememişken" dedi. "Saltanatın kaldırılmasına ne diyorsunuz, konu “Osmanlı gücüne ihanet”se o da ihanet mi, değilse niye?" diye soran Mert, "Neden Cumhuriyet’i tercih ediyorsunuz? Laiklik Batı icadı, milli bünyeye karşı da demokrasi 'Batı icadı' değil mi? Niye halkımız 'demokrasi' uğruna şehit oluyor" tepkisini gösterdi.
Nuray Mert'in Cumhuriyet'te "Mesele Lozan değil" başlığıyla yayımlanan (3 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz, II. Abdülhamit, Sultan Vahdettin, Lozan, Birinci Meclis gibi konular tarihle hesaplaşma değil, uzun bir siyasi hesaplaşmanın kodları olarak sürekli gündeme geliyor. Tam da bu nedenle, tartışma “hezimet” ve “zafer”tabirleri çerçevesinde gelişiyor. Cumhuriyet Türkiyesi, Lozan Antlaşması üzerine kurulmuş, resmi ideoloji de doğal olarak, Lozan’ı “zafer” olarak tanımlamıştı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana onca zaman geçti, bu zaman zarfında resmi ideolojinin de, tarihsel olayların da farklı bakışlar çerçevesinde yeniden tartışılması tabii ve de faydalı bir iştir. Ama şu anda, Türkiye’de söz konusu olan bu değil, mesele Cumhuriyet rejiminin toptan ve doğrudan tartışılması yerine tarihsel kodlar, imalar üzerinden siyasi zeminde dolaşıma sokulması. Sağ, muhafazakâr, İslamcı siyasetler, aslında öteden beri, bazı tarihsel kodlar üzerinden Cumhuriyet, modernleşme ve laikliği eleştiri konusu yapmaya çalışıyor. II. Abdülhamit’i İslamcı bir sultan halife olarak kutsuyor, Vahdettin tartışması üzerinden Milli Mücadele anlatısına karşı çıkıyor, Lozan’ı bedeli halifelik ve İslami kimlik olan bir hezimet ve dahi ihanet vesikası olarak görüyor. Sağ, muhafazakâr, İslamcı siyaset geleneği Kemalist resmi tarih yazımcılığına karşı, özellikle ellili yıllardan itibaren alternatif bir tarih anlatısı kurguluyor, siyasi iddialarını bu kurgu içine oturtuyor. Bu anlatıya göre, Osmanlı modernleşme hareketlerinin tümü, İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve nihayet Cumhuriyet’in kuruluşu; İslama karşı savaş yürüten Batılıların komplosu ve bu komploya hizmet eden bir ihanetler zinciri. Mesele özetle bu, “değil” diyen beri gelsin!
Açıkça tartışmadığımız sürece... Peki, böyle düşünenler olamaz mı, tabii ki olur. Hadi geçmişte yasal sınırlar, baskılar sonucu görüşlerini açıkça dile getirmiyorlardı, ama artık daha açık konuşsunlar ki hakkıyla asıl tartışmayı yapabilelim. Zira, laiklik, modernlik, Cumhuriyet gibi temel kavramları açık ve dürüst bir biçimde tartışmadığımız sürece, didişme bitmediği gibi, ikiyüzlülük ortalığı kaplıyor. “Laiklik İslama, bizim inancımıza ters” diyen açıkça söylesin, dahası alternatif olarak nasıl bir din-siyaset ilişkisi önerdiğini izah etsin, tartışalım. Kim ne kadar ikna oluyor ortaya çıksın, mesela Medeni Kanun yerine şeri kanunun almasına dindar, muhafazakâr, İslamcılar ve bilhassa bu çevrenin kadınları ne diyor, bilelim. Hilafetten ne kastediyorsunuz? Velev ki arzuladığınız gibi Türkiye hilafetin merkezi oldu, dünya Müslümanları bu işe ne diyecek anlayalım. Velev ki, Lozan çok ama çok yanlış bir anlaşma, kandırmaca idi, Musul, Halep böylece elden gitti, Yunan adalarını alacakken gaflet ile Yunanistan’a terk ettiler, geri mi alacaksınız? Hem de daha Suriye’de 45 kilometre derinliğe ulaşılamamış, güvenli bölge gibi meşru bir talebi bile uluslararası çevreye kabul ettirememişken! Sınırlarımız konusunda söz sahibi olmak önünde bunca engel olduğunu görenlerin, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış bir ülkenin, galip devletler ile üst perdeden pazarlık yapabileceğini iddia etmesi, bunu yapamayan Cumhuriyet kadrolarını karalama girişimi nasıl bir akıl?
Cihat ilan etti de ne oldu? Hilafete gelince, Osmanlı’nın son döneminde sanki hilafetin siyasal gücü kalmıştı, dahası II. Abdülhamit döneminde dahi bu güç dünya Müslümanlarını Rus, İngiliz, Fransız idaresinden kurtarabilmiş veya kurtarabilirmiş hayali nereden çıkıyor? Birinci Dünya Savaşı’nda, İttihatçı hükümet ve dahi Osmanlı Halife/ Sultanı cihat ilan etti de ne oldu, nihayetinde Arap isyanının bile önüne geçilemedi. Daha hilafet varken, ona rağmen milyonlarca Müslümanı idareleri altında tutabilen, dahası Araplar ile anlaşıp isyan tertipleyen İngilizler, yenilmiş bir ülkenin hilafet makamı olmasından neden çok ama çok korksun? Son halife Abdülmecit Efendi dünyaya nizam verecek güçteydi de, Cumhuriyet hilafeti kaldırdığı için mi gücü kırıldı? Saltanatın kaldırılmasına ne diyorsunuz, konu “Osmanlı gücüne ihanet”se o da ihanet mi, değilse niye? Neden Cumhuriyet’i tercih ediyorsunuz? Laiklik Batı icadı, milli bünyeye karşı da demokrasi “Batı icadı” değil mi? Niye halkımız “demokrasi” uğruna şehit oluyor, Şehitler Günü ilan ediliyor? Madem konu evrensel değerler falan değil, Batı icadı, “Batı’nın İslam dünyasını boyunduruk altına alma aracı”, yüzyıldan uzun zamandır neden karar veremediniz “Batı’nın nesini alalım, nesini almayalım” meselesine. Kapitalizm de Batı icadı değil mi, neden ona karşı çıkmak bir yana, bunca sarılıyorsunuz? “Kul hakkı” İslamın en önemli değerlerinden değil mi, bırakın kul hakkını, “milletin anasına…” kastedenler ile işiniz ne? Sahi, neyi savunuyorsunuz, ne için savunuyorsunuz, hem tam olarak ne diyorsunuz? Bizi hasta ettiniz de, sahi siz iyi misiniz?