Cumhuriyet Nuray Mert, anayasa değişikliği referandumuyla ilgili olarak "Mesele tek adam değil, çoğunluk sultası" dedi. "Beni en çok şaşırtan Ertuğrul Kürkçü’nün, itiraz, eleştiri falan değil, düpedüz hasmane tutumu oldu; bir süre önce Mehmet Ali Yalçındağ’ın kafasına göre yazdığı ve ortalara dökülen bir maili kullanarak ‘Erdoğan olmasaydı, mahvolduk’ dediğimi öne sürerek, evet propagandası yaptığımı ileri sürmüş" diyen Mert, "Kürkçü bunu anlamayacak biri değil, buna rağmen beni bu şekilde hedef almasını anlamak zor, çoluk çocuk da değil, koskoca adam, neden bu yola tevessül etti acaba? Acaba?" ifadesini kullandı.
Nuray Mert'in "Mesele tek adam değil, çoğunluk sultası" başlığıyla yayımlanan (27 Şubat 2017) yazısı şöyle:
Referandum ile getirilmek istenen düzenin ‘tek adam rejimi’ olduğunu düşünüp meseleyi orada bırakmak, durumun vahametini yeterince izah etmiyor diye düşünüyorum. Elbette insanlar fani, bir gün göçüp gidilecek, ismi sürekli değişen, son olarak ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ olarak belirlenen sistemi savunanlar da bunu biliyor. Onların kurmak istediği, kurucu lideri, mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olduğu, bir ideoloji çerçevesinde hep çoğunluğun oyunu alacağı düşünülen bir liderin ve ardıllarının tüm gücü elinde bulundurduğu, denetim, muhalefet, itiraz yolunun kapatıldığı, azınlıkta kalanın hiçbir söz sahibi olmadığı bir rejim kurmak, daha doğrusu bu temele dayalı bir devlet inşa etmek.
Şöyle düşünüyorlar; ‘madem ki bu ülkeni çoğunluğu dindar, muhafazâkar, Sünni, Türk milliyetçisi, o halde toplumu yönetmek zaten onların hakkı, o haldebu hakkı teslim etmek lazım’. Bu kafaya göre diğerleri zaten; ‘özünü’ inkâr’ eden, tarihine, kültürüne, toplumuna ters düşenler, İslam dairesinde olup olmadığı bile tartışmalı olan ‘Aleviler’, bir adım ötesinde ise ‘bozguncular’, ‘kanı bozuklar’, o halde onlara, ‘asli unsura’ tabi olmak, sığıntı gibi yaşamak çok bile. Makul olanın, hakkaniyetli olanın, doğal olanın bu olduğunu düşünüyorlar. Bu anlayışa göre, mademki parlamenter sistem ‘dışarda bırakılması gerekenleri’ işin içine katıyor, o halde yanlış, haksız, bizim kültürümüze uymaz, bu yanlışlık düzeltilirse olması gereken düzen gelecek. İşte asıl tehlikeli olan bu kavrayış, tüm toplumu, çoğunluğunu tanımlayan özelliklere sahip olanlardan ibaret saymak, diğerleri ile konuşmayı, uzlaşmayı, onların hak ve özgürlük taleplerini meşru saymamak, devre dışı bırakmanın sistemini yerleştirmek. Gerçi, çoğunluğu tanımlayan özellikler de sabit değil, ama bir kere oluşmuş çoğunluk reyi ile sistem kurulduktan sonra, toplumu o noktada sabitlemek kolay, çünkü tüm gücü bu hareketin öncü liderinin ve onun zihniyetine mensup ardıllarının eline vermek, toplum mühendisliğinin önünü açıyor. Eğitimin, yargının, yasamanın, ekonominin yönetimi bir noktada birleştirildikten sonra, bu yapı kendini tartışmaya, itiraza tamamıyla kapamış oluyor. Bu yeni icat edilmiş bir sistem değil, otoriterlikten totaliterliğe geçen tüm rejimler benzer yollardan geçer, Türkiye’nin önündeki yol bu. Bu tehlikeli bir gidiş ve sadece hak ve özgürlüklerin hiçe sayıldığı bir sistem olduğu, bu yapının dışında kalanın yaşamını kararttığı için değil, ‘toplumsal barış’ açısından sürdürülemez olduğu için. İktidarın tek noktada, kişide, makamda yoğunlaşması, bir yandan iktidar blokunun içinde kıran kırana bir kavgayı davet eder, sadakat yarışı yozlaşma, kişiliksizleşme sürecini perçinler. Diğer taraftan, çoğunluk iktidarını ayakta tutmak, ancak gerilimi sürekli kılmak ile mümkün olur, gerilimin yerini uzlaşma ve diyaloğun alma eğilimi ‘ihanet, gevşeme, çoğunluğun düşmanları ile işbirliği’ ithamı ile bertaraf edilir. Diğer taraftan, halihazırda ‘çoğunluk’ denilen yapının dışında kalanları yeni sistem çerçevesinde bu yapıya katma çabası da malum, dayatma siyasetinden başka bir şey olamaz. Referandumdan ‘evet’ çıkarsa bizi bekleyen tehlikeli yol bu. Zaruri bir not: Cuma günü yayımlanan ‘Referandum ve Kürtler’ yazıma, katılan olur, katılmayan olur, kızan olur, olur da o yazıdan ‘evet’ propagandası yaptığım iddiası nasıl çıkar hâlâ anlayabilmiş değilim. ‘Yanlış anlama’ diyemeyeceğim, çünkü yanlış anlamaya açık hiçbir satır yok, o halde kasıtlı bir saptırma, ama neden? Beni en çok şaşırtan Ertuğrul Kürkçü’nün, itiraz, eleştiri falan değil, düpedüz hasmane tutumu oldu; bir süre önce Mehmet AliYalçındağ’ın kafasına göre yazdığı ve ortalara dökülen bir maili kullanarak ‘Erdoğan olmasaydı, mahvolduk’ dediğimi öne sürerek, evet propagandası yaptığımı ileri sürmüş. Ben o mail olayı üzerine uzun bir açıklama yazdım, zaten ne düşündüğümü açıkça yazıyorum, öyle düşünmüş olsam açıkça yazar, bu ülkede bundan sonra rahat içinde yaşama yolunu tutardım. Kürkçü bunu anlamayacak biri değil, buna rağmen beni bu şekilde hedef almasını anlamak zor, çoluk çocuk da değil, koskoca adam, neden bu yola tevessül etti acaba? Acaba?