Cumhuriyet gazetesi yazarı Nuray Mert, nisan ayındaki partili cumhurbaşkanlığını ön gören referandumun demokrasinin köküne kibrit suyu dökeceğini belirterek "Öyle bir düzen kurmak istiyorlar ki, hiçbir şeyden onları kendi gerçekleri ile yüzleştirmesin" dedi. Mert, partili cumhurbaşkanlığı için de "Kuvvetler birliğini öngören, yönetimde hesap verirliği beş yılda bir yapılacak seçimlere indirgeyen, istikrar adına özgürlükleri, ‘devlet sırrı’ adına yönetimde şeffaflığı rafa kaldıran bir tek adam sistemi" yorumunda bulundu.
Mert'in Cumhuriyet gazetesindeki yazısı şöyle:
En başından, ‘Başkanlık sistemini tartışmayalım’ demiştim, zira ortada ne özgür bir tartışma zemini, ne de aslında tartışılacak bir şey var. Önce Türk Usulü Başkanlık, sonra Cumhurbaşkanlığı sistemi adı verilen sistem değişikliği, demokrasinin köküne kibrit suyu dökecek, kuvvetler birliğini öngören, yönetimde hesap verirliği beş yılda bir yapılacak seçimlere indirgeyen, istikrar adına özgürlükleri, ‘devlet sırrı’ adına yönetimde şeffaflığı rafa kaldıran bir tek adam sistemi.
Dahası, zaten fiili durum bu iken, bu akılda olanların acil bir sistem değişikliğini gerektirecek hiçbir nedenleri yok, gerekçe diye ileri sürdükleri bahanelerin de hiçbir makul yanı yok; ‘geçmişte koalisyon hükümetlerinden çok çekilmiş’ bahane olamaz, son on dört yıl zaten tek parti iktidarı ile geçti, onlar için sorun yoktu, geldiğimiz nokta ise ortada. ‘Her zaman güçlü lider olmayabilir, en iyisi şimdiden tedbir alalım’ diyorlar, yani ‘gelecekte güçsüz liderler, yönetme zaafına düşerse, şimdiden bütün gücü ellerine verelim de rahat etsinler’ demiş oluyorlar, mantık bu.
Bu durumda belli ki, halihazırda zaten tek parti ve daha doğrusu tek adamda toplanan güç ve yetkiler bile az bulunuyor, güç tahkimi daha sağlam temellere dayandırılmak isteniyor? Ne için; zaten sindirilmiş muhalefet, yok edilmiş hak ve özgürlük alanları toptan ortadan kalksın, keyfi yönetim iyice pekişsin diye. Aslında bu bir klasik, elinde bulundurduğu tüm güce rağmen, yönetme zaafına düşen tüm iktidar ve liderler, dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde bu özlemi duyarlar.
Diğer taraftan, belli ki rejim değişikliği gerçekleştirmek istiyorlar, bakın bunun için gerçekten de olağanüstü yetki ve tedbirler gerekiyor. ‘Ne alakası var, rejim değişmeyecek’ dedikleri Cumhuriyet adı değişmeyecek demek, söz konusu olan ise Cumhuriyet’in mahiyetinin değişmesi olacak. O halde, ‘bu mahiyet ne istikamette değişecek’ sorusunu sormak durumundayız. Yıllardır mevcut Cumhuriyet rejiminin mahiyetinin değişmesi gerektiğine inanan ve söyleyenlerden biriyim, benim ve benim gibi düşünenlerin derdi, Cumhuriyet rejiminin daha demokratik ve özgürlükçü bir mahiyet kazanması idi. İktidar partisinin ‘Cumhuriyet’in mahiyeti’nin değişmesinden anladığı ise bambaşka bir şey. Tüm beyanlarından anladığımız kadarıyla, onların özlemi, otoriter bir muhafazakâr cumhuriyet tesisi; iddia ettikleri gibi ‘katı laiklik’ anlayışından değil, düpedüz laiklikten mustaripler, şikâyetleri dinin kamu alanından kovulması değil, istedikleri dini kuralların kamu alanını tanzim etmesi, karşı oldukları Cumhuriyet değerleri adına baskı uygulanması değil, istedikleri kendi anladıkları şekilde tanımladıkları ‘dini-milli değerler’ adına baskı uygulayabilecekleri bir sistem inşa etmek. Mesele bu. Resmi tarih çok akkara anlayışı ile yazılmış da, o nedenle beğenmiyor değiller, aklarla karaların yerini değiştirmek istiyorlar, halihazırda yeni resmi tarihi yazıyorlar. Çocuklarımız tarihe daha sorgulayıcı baksın, ufukları genişlesin derdinde değiller, ders kitapları bundan sonra onların ak-kara temelli resmi tarihini öğretsin istiyorlar. Olay bu.
Tabii bir neden daha var; sorunları ile yüzleşemeyen, baş edemeyen, çıkış yolu bulamayan toplumlar, siyasi hareketler, şahıslar, sorunların üzerini kapatmak, onları görünmez kılmak ister. Sadece o değil, kendi dışında bir suçlu, sorumlu, gerekçe bulmak ister. İslamcıların geldiği nokta da bu oldu; çareyi bu ülkenin sorunlarının mesuliyetini ya dış güçlere ya da geçmişe yüklemekte buluyorlar. Yeni bir toplum, siyaset ve en önemlisi insan tahayyülü üretemedikleri ölçüde hırçınlaştılar, kendilerinden kaçmanın yolunu, kendilerinden olmayana yüklenmekte buldular.
Öyle bir düzen kurmak istiyorlar ki, hiçbir şey onları kendi gerçekleri ile yüzleştirmesin. Vasıflı olmak zahmetine de katlanmasınlar, mensubiyetleri toplumsal ve siyasal yer edinmeleri için yeterli olsun. Daha iddialı olanlar, zor geçitlerden geçmeden ‘aydın’, ‘entelektüel’, ‘fikir adamı’ geçinsinler, boşluklarına rağmen ‘dolu’, sığlıklarına rağmen ‘derin’ dursunlar. Böylesi bir dünya için, kendileri dışında kalanların kör, dilsiz, sağır olması gerekiyor, istedikleri işte bu!