Cumhuriyet gazetesi yazarı Nuray Mert, Rus basınının Türkiye ile Batı arasındaki gerilimi abartarak yazdığını belirterek "Rus basınının, Türkiye’nin Batı ile yaşadığı gerilimi köpürterek yansıtması, ‘Batılıların, Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerin gelişmesine tepkisi’ olarak değerlendirmesi hiç hayra alamet değil" dedi. Mert, dünyada 'ciddi bir demokrasi krizi' olduğunun da altını çizerek " Batı Avrupa demokrasisi İkinci Dünya Savaşı sonrası, sadece savaştan alınan dersler değil, aynı zamanda nüfus türdeşleşmesi üzerine inşa edildi. Nitekim, yeni Batı tarih yazımında, İkinci Dünya Savaşı ve nüfus türdeşleşmesi konusu üzerine yeni sorgulayıcı çalışmalar giderek artıyor." diye yazdı.
Nuray Mert'in Cumhuriyet gazetesindeki yazısı şöyle:
Malum, tüm dünyada ciddi bir demokrasi krizi var. Batı Avrupa demokrasisi İkinci Dünya Savaşı sonrası, sadece savaştan alınan dersler değil, aynı zamanda nüfus türdeşleşmesi üzerine inşa edildi. Nitekim, yeni Batı tarih yazımında, İkinci Dünya Savaşı ve nüfus türdeşleşmesi konusu üzerine yeni sorgulayıcı çalışmalar giderek artıyor.
Tony Jund ve Mark Mazower bu alanda en iyi bildiğimiz, öncü çalışmalara imza attılar, şimdilerde bu yaklaşım daha da yaygınlaşıyor. Batı’da yükselen aşırı sağ, yeni milliyetçi, yabancı düşmanı akımları anlamak açısından bu değerlendirmeler oldukça zihin açıcı.
Zira gerek ekonomik, gerek siyasi nedenler ile sayıları yükselen yabancı göçmenler, Batılı ülkelerdeki türdeşliğin sonunu getirdi, Batı demokrasileri, yeni karşılaştıkları farklılıklar ile birlikte yaşama konusunda karşılaştıkları sınavı başarı ile geçemedi, yükselen tepkilerin kalkış noktalarından biri bu gelişmeler. Türkiye ile önce Almanya, sonra Hollanda arasında yaşanan son krizi de bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Nitekim Hollanda ile yaşanan krizi tırmandıran, Hollanda’da yapılacak seçimlerdeki son safhada, yabancı karşıtı, aşırı sağ Geert Wilders’in partisinin yükselişi ve bunun doğurduğu panik. Diğer tarafta, Avrupa Birliği ülkeleri ve Türkiye arasında yaşanan gerilimin, karşılıklı olarak tırmanma ve tırmandırılması söz konusu.
Bir taraf için, Türkiye’nin Almanya ve Hollanda’nın iktidar partisi siyasetçilerine, seçim toplantısı yasağı getirmesi bu gerilimin su yüzüne çıkan, son göstergeleri oldu. Buna karşı, Türkiye’den gelen Nazi suçlaması, gerilimi daha ağır bir boyuta taşıdı. Kuşkusuz, bizdeki iktidar siyaseti de, Batı ile gerilimi yaklaşan referandum dolayısı ile seçim malzemesi yapma peşinde.
Karşılıklı restleşme, iki taraf içinde hayra alamet değil. Türkiye üzerinden yabancı ve özellikle İslam düşmanlığını kışkırtmak Batılı ülkelerdeki demokrasi krizini derinleştirmekten başka bir işe yaramayacak.
Diğer taraftan, Türkiye’de her vesile ile Batı düşmanlığını körüklemek, yükselen milliyetçi-otoriter siyasetlerin zeminini beslemeye devam ediyor. Hele, bu yaklaşım Rusya ile gelişen ilişkilere sırtını dayıyorsa, durum gerçekçi siyaset açısından da vahim demektir. Rus basınının, Türkiye’nin Batı ile yaşadığı gerilimi köpürterek yansıtması, ‘Batılıların, Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerin gelişmesinetepkisi’ olarak değerlendirmesi hiç hayra alamet değil. Doğrusu, ben Suriye’de savaşın diplomatik çözümle neticelenmesi açısından Türkiye- Rusya ilişkilerinin gelişmesinden son derece memnunum. Ancak, unutmayalım ki, Rusya açısından Türkiye ile NATO’nun ve Batı’nın arasını açmak ve Türkiye’yi kendine mahkûm etmek gibi önemli bir husus daha var.
Türkiye’de, Batı hayranlığı ve koşulsuz Batı ittifakına en çok karşı çıkanlardan biriyim. Türkiye’nin demokratikleşmesi AB üyeliğine endeksleyenlere karşı eleştirilerimden dolayı, bazıları şimdi baş iktidar destekçisi kesilen ‘liberal’ ve ‘demokratlar’dan işitmediğim itham kalmadı. Diğer taraftan, Batı dünyasında gelişen siyasal değerler ile Batılı ülkelerin siyasetini birbirine karıştırmanın bizim gibi toplumlar için felaket olduğunu düşündüm, halen de böyle düşünüyorum.
Demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi kavramların, Batı’nın yaşadığı acı tecrübelerin sonucunda, didişme, dövüşme, kırma, kırılma dertlerine deva olarak üretilen ve tüm insanlık açısından dikkate alınması gereken kavramlar olduğuna inanıyorum. Tam da bu nedenle Türkiye’nin, Batı ile yaşadığı gerginliğin bir ucunda demokrasi ve özgürlükler gibi değerleri Batı ürünü olarak damgalayıp, onlardan giderek uzaklaşması gibi tehlikeli bir süreç yaşıyoruz. Sonuçta, bu gerilimlerin tırmanmasının Türkiye açısından hem siyaset gerçekleri hem ilkesel savrulma açısından büyük maliyetleri olması endişesi taşımamak mümkün değil.
Son olarak, Türkiye’nin Batı Avrupalı müttefiklerine karşı sitem ile başlayıp giderek daha ağır ifadeler ile devam eden, ‘teröristleri beslemek’ ithamı, Türkiye’nin Kürt sorununu kendi içinde barışçı, müzakereci yollar ile çözmeyi başaramamasının yansımalarından biri.