Nuray Mert: Tüm zorbalar, zor siyaseti bin yıl sürecek sanır, 28 Şubat’ı hatırlayın

Nuray Mert: Tüm zorbalar, zor siyaseti bin yıl sürecek sanır, 28 Şubat’ı hatırlayın

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, 15 Temmuz'da düzenlenen darbe girişiminin ardından "demokratik siyasetin toplumsal barış ve istikrarlı bir gelecek için zaruret olduğu anlaşılmış olmadığını" belirterek "Türkiye’nin geleceği, muzaffer bir geçmişin imkânsız ihyası, o ihyanın zorla topuzla dayatılmasında sanılıyor. Tüm zorbalar, zor siyaseti bin yıl sürecek sanır, 28 Şubat’ı hatırlayın" diye yazdı. Mert, "15 Temmuz’da ve sonrasında darbeye karşı direniş, bir demokrasi eşiği olmaktan ziyade yeni Türkiye’nin inşasının temelinde oturtulan bir efsaneye dönüştürülmeye çalışılıyor" dedi. 

Nuray Mert'in Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (16 Eylül 2016) nüshasında yayımlanan 'Daha fazla demokrasi zarureti' başlıklı yazısı şöyle: 

Her vesile ile “otoriter siyaset çözüm” değil diyoruz; haydi ilkelerde anlaşamıyoruz, başta mevcut iktidar ve çevresinin değerler sistemi “özgürlük”, “demokrasi”, “insan hakları” gibi kavramları Batı icadı kandırmacalar olarak görüyor, benimsemiyor. Ama mesele sadece toplumsal-siyasal değerler meselesi değil, zaruret meselesi. Bunu da görmüyorlar. “Zaruret gereği” dediğimizde de Batı dünyasına mecburi uyum sanıyorlar. Öyle de değil. Aslında Batılılar da çok yüce fikirli, “çok ileri bir medeniyetin temsilcisi” oldukları için değil, tarihsel gerçekler, zaruretler gereği bu değerleri icat ettiler, modern ve modern sonrası toplumları zorla, topuzla yönetmek mümkün olmadığı noktada bu değerler öne çıktı.

Peki, “ileri demokrasi” denilen ülkelerde, işler mükemmel mi yürüyor, hep bu değere uygun mu davranılıyor? Tabii ki hayır! “Modern demokrasi”nin bir değer olarak öne çıktığı ilk zamanlar, kadınlar başta olmak üzere, pek çok toplumsal kesim bu çerçevenin dışında tutuluyordu. Demokrasi bayraktarlığı yapan “yeni dünya”nın Amerika’sı ırkçılıkla, İngiltere ve diğer Batılı güçler sömürgecilikle maluldü. Onu kapitalist eşitsizlik, emperyalist ikiyüzlülük takip etti. Hepsi doğru, dahası tüm bu doğrular demokrasi değerlerini tüm dünya ölçeğinde fazlasıyla yıprattı. Ama tüm bu gelişmelerden çıkarılacak sonuç yine de “otoriter siyaset”in çare olduğu değil, böylesi tam bir “ters tepme”, hiçbir ters tepme, insanlığın, toplumların önünü açmaz, olsa olsa çözülme, çürüme ve savrulma getirir. 

Bu koşullar altında, İslamcılar sanıyorlar ki, Batı’nın, daha doğrusu Batı tarihinin ürettiği modern dünyanın değerleri yıpranınca, Batı dışı kültürlerin, hususen Müslüman toplumların önü açıldı. Müslüman toplumlar, tarihin geldiğimiz noktasında insanlığı bir çıkmazdan kurtaracak ufuk açıcı değerler vaat edebilselerdi, bu iddia hayat bulurdu, ama yok öyle bir şey. Bir din olarak İslamın vaat ettikleri başka, Müslümanların halihazırda dünyayı kavrayışı, içinde bulundukları hal başka. Nitekim, bizim İslamcı-milliyetçilerin sonuçta sığındıkları yer “Osmanlı nostaljisi” oldu. Osmanlı nostaljisinin temelinde de, tarih bilgisizliği bir yana, dini telakkiden ziyade, yenilmişlik karşısında duyulan muazzam eziklik ve “zafer açlığı” var. Sonuçta, varılan yer bir toplumun bir türlü üstesinden gelemediği “eziklik” duygusunun öfkeye, sorunlarını halledememenin acizliğinin sıradan otoriterlik özlemine dönüşmesi. Tarihin tanıdığı tüm otoriter, faşist, totaliter ve şimdilerde dünyanın her yerinde yükselişe geçen “yeni otoriter siyaset” arayışlarının hikâyesi birbirine benizyor. Tam da bu nedenle, buradan gidilecek yol, ufuk açıcı, yeni ve kurtarıcı olmaktan çok uzak bir felaket senaryosu. 

Şimdilerde, 15 Temmuz’da ve sonrasında darbeye karşı direniş, bir demokrasi eşiği olmaktan ziyade yeni Türkiye’nin inşasının temelinde oturtulan bir efsaneye dönüştürülmeye çalışılıyor. O da, olmuyor, zira özlenen İslamcı- milliyetçi (hatta bir miktarda revize Kemalist) otoriter düzen, demokrasi direnişi hikâyesi ile tam örtüşmüyor. Kemalizmin resmi tarihine mukabele edecek yeni tarih atma girişimleri fazlasıyla havada kalıyor. Kısaca, elde avuçta allanıp pullanmaya çalışılan zor rejimi özleminden başka bir şey kalmıyor.

Kimsenin kuşkusu olmasın, Türkiye’nin bu hale gelmesine neden olan yedi düvel düşman değil, otoriter siyasette ısrarcı olmasıydı. Bu ısrar, toplumsal barışı bozdu, bu ısrar siyasal istikrarsızlık üretti, bu ısrar Kürt meselesini çözmek yerine bugünkü noktaya getirdi, bu anlayış yedi düvel düşman üretti. Bu devirde, dünyanın neresinde olursanız olun, toplumsal barış merkezli siyasetin ilkesellik bir yana zaruret olduğunun kavranamaması bizi bu noktaya getirdi.

15 Temmuz sonrası, ancak demokratik siyaset ile mümkün olabilecek toplumsal barış merkezli kavrayış, demokratik siyaset ve Kürt barış sürecine dönüş çerçevesinde Türkiye için felaket senaryolarından çıkış vaat edebilirdi. Ama en başta dediğim gibi kavrayış o kavrayış değil, demokratik siyasetin toplumsal barış ve istikrarlı bir gelecek için zaruret olduğu anlaşılmış değil. Türkiye’nin geleceği, muzaffer bir geçmişin imkânsız ihyası, o ihyanın zorla topuzla dayatılmasında sanılıyor. Tüm zorbalar, zor siyaseti bin yıl sürecek sanır, 28 Şubat’ı hatırlayın.