Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından üç ay süreyle ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) uygulamasıyla ilgili olarak "Zihniyetinin bu kadar benimsendiği ülkede OHAL neden kalksın?" dedi.
"Sadece iktidardan korkulduğu için değil, kin, nefret, geçmiş hesaplar, hatta sıradan şu veya bu adamı sevmemek duygusu ağır bastığı için, 'Elinizi tutan yok, darbecileri bulun yakalayın, yargılayın, cezalandırın, gerisi haksızlık hukuksuzluk!' demekten imtina ediliyor" diyen Mert "Birisi Ahmet Altan’ı sevmiyor, diğeri bir başkası ile zamanında kavgalıymış vs. diye haksızlık, bir tür kan davası hükmü sürüyor" ifadesini kullandı.
Nuray Mert'in "Neden kalksın OHAL?" başlığıyla yayımlanan (23 Eylül 2016) yazısı şöyle:
Bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından duyduk, OHAL uzatılacakmış, tersi olsa çok şaşardım. Zaten OHAL öncesinde de normal bir hal yoktu. Başkanlık sistemi arzusu da aşağı yukarı OHAL rejimi tesis etmek demekti. 15 Temmuz’dan sonra, belki ülkenin içinde bulunduğu halin vahameti anlaşılır dedik, öyle olmadı. Belli ki şimdi başkanlık sistemi tesis edilmeden OHAL bitmeyecek. Neden bitsin? Cumhurbaşkanlığı önderliğinde iktidar partisi ve çevresinin siyasete bakışı pek değişmiş görünmüyor. Geçici uzlaşma siyaseti, “peşimize takılın” siyasetine dönmüş vaziyette, fazladan “FETÖ temizliği” adı altında hakkın hukukun askıya alınması meşrulaşmış oldu, Kürt cephesinde daha da kötüleşme dışında değişen bir şey yok. 15 Temmuz “demokrasi direnişi” çoktan OHAL rejiminin resmi ideolojisi haline geldi. Bu yıl eğitim yılı 15 Temmuz etkinlikleri ile açıldı, ama bu açılışın teması “demokrasi”den ziyade “şehitlik” oldu. Hem başka ne olacak, 15 Temmuz’da tam olarak ne oldu, suçlusu kim sorusunun cevabını biz bile bilmiyoruz; okul çocuklarına ne anlatıldı, anlatılabildi merak ediyorum. Mesela, bir darbe girişiminden bile haberdar olmayan, rehin düşen bir Genelkurmay Başkanı, haberi alan ama Cumhurbaşkanı’na bile söylemeyen İstihbaratın başı neden sorumlu ve hatta suçlu değil, hiçbir şey olmamış gibi işine devam ediyor sorusuna verilen cevabın “dere geçilirken at değiştirilmez” olabildiği bir ülkede okul çocuklarına nasıl “zihin açıklığı” temenni edebiliriz? Sonra, FETÖ meselesini çoluk çocuğa nasıl izah edeceğiz! Amerika’da yaşayan tuhaf bir vaizin ülkeyi, siyaseti, kurumları teslim aldığı, durumun yeni fark edildiği, şimdi ülkeyi bu tehlikeden temizleme mücadelesi verdiğimiz izahını küçük çocuk anlamaz, büyük olan inanmaz, inanırsa memleketine güveni, saygısı azalmaz mı? Öteden beri bu ülkenin tarihinin, talihinin, “ak-kara ve her yer düşman” çerçevesinde anlaşılması, algılanması, algılatılmasından şikâyet etmiyor muyduk? Bu yeni hikâye bu sorunumuza tüy dikmiş olmuyor mu? Eğitim yılını bu çerçevede açan bir ülkede nasıl nesiller yetişir, onlardan kime ne hayır gelir? Cumhuriyet kurulalı neredeyse yüz yıl olacak, hâlâ çoluğa çocuğa anlatacağımız doğru dürüst bir hikâyemizin olmaması, olamaması garip değil mi? “Atatürk’ündayısının çiftliğinde nasıl karga kovaladığı” bahsinin, ders konusu olduğu bir ülkenin az gidip uz gidip varacağı yer bu mudur? Darbeye karşı canından olanlara Allah rahmet eylesin, demokrasi adına hafızamızdan çıkmasın, ama ayakkabıları, güneş gözlükleri gibi eşyalarının sergilendiği bir köşe tesisi nasıl bir iştir? Yeni rejim tesisleri, yeni fetişler üzerinden olur da, bu kadar mı olur? Hem devrimler/karşıdevrimler kendi çocuklarını yer de, bir öncesi Başbakan’ın ensesinde bile “darbeci” bozası pişirilebilen bir kuşku/itham/güvensizlik ortamının ne kadar marazi olduğunu kavramak çok mu zor? Tabii ki sadece iktidar çevresinin kendi çocukları değil, kimse olur olmaz zan altında kalmasın, suç isnat edilmesin ama mevcut iktidar çevresinden pek çoklarının onun paltosu altından çıktığı Ali Bulaç da hapishanelerde süründürülür mü? Hadi liberaller ile gidilecek yol bitti, “at çöpe” dönemi başladı ama Mehmet Altan’ın evinde, kanıt olarak F serisinden 1 dolar bulmak nasıl bir akıl? İlk başörtülü milletvekiline Meclis’e girişinde eşlik eden Nazlı Ilıcak’ı hapse atmak yetmiyormuş gibi, başörtülü bir kadın yazarın “28 Şubat komplosu” isnat etmesi, kolejli kız diye üzerinde tepinmekten hiç rahatsızlık duymaması nasıl bir iş? Sahi burası nasıl bir ülke? Nasıl insanlar bunlar? Peki, bu FETÖ’cüler de başkalarına haksızlık, hukuksuzluk yaptı, beter olsunlar diyen iktidar karşıtı ama cadı avcısı çevrelere ne demeli? Nasıl bir yer ki burası, “kime yapılırsa yapılsın ben hakkı, hukuku savunurum, işte o kadar” demek kimsenin içine sinmiyor. Sadece iktidardan korkulduğu için değil, kin, nefret, geçmiş hesaplar, hatta sıradan şu veya bu adamı sevmemek duygusu ağır bastığı için, “Elinizi tutan yok, darbecileri bulun yakalayın, yargılayın, cezalandırın, gerisi haksızlık hukuksuzluk!” demekten imtina ediliyor. Birisi Ahmet Altan’ı sevmiyor, diğeri bir başkası ile zamanında kavgalıymış vs. diye haksızlık, bir tür kan davası hükmü sürüyor. Tabii en önemlisi, zamanında solcunun, Kürt’ün başına gelenleri, “vardır devletin bir bildiği, anarşist, terörist diyorlarsa, boşuna demiyorlardır, o vatan haini, bu memleket düşmanı” diye diye bugüne gelmiş bir toplumda aynı alışkanlık, duyarsızlık ve otorite bağımlılığının farklı şekillerde devam ediyor olması. O halde, neden kalksın OHAL, OHAL zihniyetinin bu kadar benimsendiği bir ülkede?