'Nuseyriler kendilerini Türkiye'nin tam parçası olarak görüyorlar'

'Nuseyriler kendilerini Türkiye'nin tam parçası olarak görüyorlar'

Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak, 4 Eylül 2012)

 

Nuseyriler, Esat ve Hatay...

 

İlk ve orta eğitimimi İskenderun'da yaptım. Ailem İskenderun'dan ayrılırken Antakya'ya bir gelin bıraktı ve zamanla gerçek Hataylı akrabalarım oldu ve zaman içinde bir tür oralı oldum.

Hatay bana farklılıklara değme duygusunu vermiştir. Toplum denilen şeyin dil, inanç, kültür olarak farklı gruplardan oluştuğunu, bunun tabii ve aslında hep böyle olduğunu öğretmiştir.

Nuseyriler, Levantenler, Sünniler, Mardinli Araplar, Arap Hristiyanlar...

Ama en önemlileri ana dilleri Türkçe olan Sünniler ve ana dilleri Arapça olan Nuseyrilerdi.

Bu toplulukların kritik karşılaşmaları olmuştur tarihte. Hatay'ın Türkiye'ye iltihakı ve bunun öncesindeki referendum bir kutuplaşmanın öyküsüdür.

Onu takip eden dönemde Nuseyriler ve Sunniler karışık yaşadıkları Antakya, İskenderun gibi şehirlerde genel olarak ayrı mahallelerde oturmuşlar, ayrı ticari ilişkiler kurmuşlar, ayrı sosyal çevreler içinde bulunmuşlar, ayrı ibadethanelere gitmişler, farklı siyasi partilere oy vermişlerdir.

Artan modernleşme, şehir içi, mesleki pek çok temas bu toplulukları yakınlaştırmakla birlikte, bu özellik temel olarak pek değişmemiştir.

Topluluk içi dayanışma, topluluklar arası güvensizlik ve önyargılarla ortadan kalkmamıştır. "Arapuşağı" kelimesi dün gibi bugün de bölge Sünni dilinin temel ayırımcı kelimelerinden birisi olmayı sürdürür.

Kritik siyasi anlar bu tür durumları kaşırlar.

Farklılıkları, güvensizlikleri siyasi açıdan aktif hale çevirirler, çevirebilirler.

Bugün Hatay'da kritik gelişmeler yaşanıyor.

Esat ve rejimi malum Nuseyri...

Ve görüntü o ki, Esat rejimi Hatay'daki Nuseyrileri ve Nuseyri zeminini kaşıyor.

Bir kaç gün önce yapılan, Esat rejiminin Hatay sokaklarında boy gösterdiği, Esat'ın resimleriyle Türkçe Arapça sloganlar atılan yürüyüş gerek vurgusuyla gerek örgütleyicileriyle bunun bir işaretiydi.

Dün telefonda uzun uzadıya sohbet ettiğim bölgeyi iyi tanıyan üst düzey bir siyasi yetkili şunları söylüyordu bu konuda:

"1990'lı yılların ortalarında Antakya sokaklarında, daha doğrusu Nuseyri mahallelerinde duvarlara 'İşgal ordusu defol', 'Hatay'ın işgaline son" gibi sloganlar yazılırdı. Bunu örgütleyenler Baba Esat'la yakın işbirliği içinde olan Samandağ Nuseyrisi olan Mihraç Ural'ın denetimindeki Acilciler Grubu'ydu. Hatta 1995-1996 yılları arasında MGK'da bir tedbir paketi bile görüşülmüştü, Suriye'nin bölgeyle oynama tedbirine karşı...

Bugün aynı grup ve isimler oğul Esad'la birlikte bölgeyi germeye, oraya sızmaya çalışıyor. Hatırlayacak olursanız, Beşar'ın bir süre önce 'Bu ateş Türkiye' yi de sarar' şeklinde bir tehdidi olmuştu... Genel olarak Esat'ın Türkiye'ye, özel olarak Hatay'a yöneldiğini biliyoruz. Hatay'da muhaberatın pek çok ajanı, adamı var. Ve işi kaşıyorlar..."

Esat, Muhaberat, Şebbiha kaşıyor, tamam...

Ama bunun toplumsal bir karşılığı var mı? Varsa hangi boyutta? Nuseyrilerle Esat arasındaki bağ sorun yaratacak kadar mutlak bir bağ mı?

Bunlar önemli sorular...

Önce şunu görmek gerek:

Nuseyrilik sadece bir mezhep ya da Aleviliğin bir türü değil. Nuseyriler dil, örf ve kültürleriyle kendilerine has bir topluluk oluşturuyorlar, "halk" ifadesinin bazı özelliklerine sahipler. Bu topluluk Suriye'nin batı ve Türkiye'nin güney kıyılarına yayılmış durumda. Lazkiye'den Hatay, Adana ve Mersin'e uzanan bir kıyı koridorunda yaşıyorlar.

Ve Suriye dünyadaki tek Nuseyri devleti. Bu durumun kimi doğal yakınlıkları, Esat rejimine desteği beraberinde getirdiğinden şüphe yok.

Bununla birlikte Nuseyriler blok bir yapı oluşturmuyorlar...

Suriye'le sıcak temas noktası olan Hatay'a bakıldığında bile farklı dokular söz konusu.

Örneğin Amanoslar'ın güneyinde Nuseyriler hakim ekonomik unsur, yöre ekonomisini denetleyen grup. Kuzeye geçildiğinde İskenderun-Payas-Dörtyol hattında iş değişmeye başlıyor. Nuseyriler buralarda da önemli bir unsur olmakla, bu saha daha çok Türkiye'nin genel sermaye yapısının denetimi altında. Kırsal alanda ise ırgatlık düzeni hâlâ devam ediyor, Nuseyriler için...

Konuştuğum yetkili bu tabloyu şöyle teyit ediyordu:

"Sosyo-ekonomik olarak güçlü ve sisteme entegre olmuş kesimler Esat'a sempati duymakla birlikte, mesafeli davranıyorlar. Ama ekonomik gücü zayıf ve özellikle kırsal alandaki Nuseyrilerde Esat rejimine yönelik bir destek ve aiddiyet refleksi var..."

Nasıl bir sonuç çıkarmalı bu durumda?

Sonucu belirleyecek olan izlenecek politikalardır.

Zira biliniyor ki, genel olarak Esat ne yaparsa yapsın, Nuseyri kesimlerde onun iktidarına yönelik bir sempati var.

Ama yine biliniyor ki, 1960'lı yıllarda zenginleşen ve adım adım Türkiye ekonomisiyle entegre olan Nuseyri kesimler kendilerini Türkiye'nin tam parçası olarak görüyorlar... Politikanın anlamı da burada devreye giriyor.

Türkiye iç ve dış politikada dil geliştirirken, mesaj verirken toplumda Nuseyrilerin de olduğunu da unutmamalıdır.

Orta doğu politikalarında mezhepçi bir imaj vermekten kaçınmalıdır, farklılıkları kucaklayan dil tutturmalıdır.

Son durumla, Hatay'daki toplumsal ruh hali ve izlenen kamu politikalarıyla ilgili sözü yine ismi bizde saklı yetkiliye bırakalım:

" - Nuseyri kesimde muhaliflerin yerleştirildiği kamplara bir tepki var. Ancak bu daha çok duygu düzeyinde. Zira devlet kampları Nuseyrileri rahatsız etmeyecek yerlere kurdu. Ters bir karşılaşma olmuyor.

- Sorun daha çok şehir içine gelenler, ev tutanlar, yerleşenlerle ilgili. Bir kısmı Esat yandaşı bunların, Nuseyri halkla iç içe oluyorlar, aynı dili konuşuyor, aynı siyasi hassasiyete sahipler. Bu kaçınılmaz temas ve sızmaları beraberinde getiriyor. Aynı şekilde muhaliflerle karşılaşmaları da Nuseyrileri terdirgin ediyor kent içinde.

- Bu durumda Sünni kesim irrite oluyor.

- İzlenen politikalar tabii sızmaları engellemek ama halkla yoğun temas kurarak itidal yolu izlemek üzerine kurulu..."

Tekrar vurgulayalım...

Demokrasiler farklılıkları birlikte yaşatan rejimlerdir... Demokrasiler farklılık kazanları içine sokulan ve uyumu bozan çomakları için kendi başlarına bizzat bir tedbirdir. Demokratik politika ise o kazan ve çomağı iyi tanıyan bütünleştirici politikadır...

Suriye sınırı hassas...