Nusret: İlkokul mezunu bir adamım, eğitimim yok, bu kadarını ben bile hayal etmemiştim

Nusret: İlkokul mezunu bir adamım, eğitimim yok, bu kadarını ben bile hayal etmemiştim

Şöhreti tüm dünyaya yayılan, Steakhouse kültürünü Türkiye'de farklı bir noktaya taşıyan et ustası Nusret, "Tamam, benim de hedeflerim vardı. İlk işe başladığımda, 'Türkiye’nin en iyisi olmaya çalışacağım!' diyordum. Dubai’yi açtıktan sonra, 'Ortadoğu’nun en iyisi!' dedim. Ama bu kadarını ben bile hayal edememiştim" dedi.

Bir maden işçisinin oğlu olan Nusret, "İlkokul mezunu adamım ben. Eğitimim yok. Ama her şeyi çabuk öğrenen bir adamım. Zaman içinde de kendimi geliştirdim. Hâlâ uğraşıyorum. Ama nereden geldiğimi de hiç unutmuyorum" diyor ve ekliyor:

"Avrupa’nın hatta dünyanın en iyisi olmak diye bir durum var artık! Bir buçuk aya kadar Doha’da, sonra sırasıyla Londra ve New York’ta restoran açacağız."

Hürriyet'ten Ayşe Arman'ın sorularını yanıtlayan (22 Ocak 2017) Nusret'in açıklamalarından bazı bölümler şöyle:

Nusret, bütün dünya seni konuşuyor. Ne diyorsun?

- “Allah” diyorum, ne diyeyim...

 Nasıl açıklıyorsun bu durumu?

- Valla, açıklayamıyorum. Instagram’a bir video koyuyorum, 7 milyon kişi izliyor. 2 milyon takipçiye ulaştım, düşün. Yolda yürüyemez oldum, herkes benimle selfie çektiriyor. Anneler, “Oğlum mutfağa giriyor, bonfile yapıyor, sizin gibi tuzluyor ve videosunu çekip YouTube’a yüklüyor” diyor. Dünyanın en çok izlenen talk show’larında benden bahsediliyor. 

 Davet aldın mı?

- Almaz mıyım? Hepsinden! Dil sorunum olmasa, çıkacağım. Reklam teklifleri yağıyor. Avustralya’da duvar resimlerim yapılıyor. Tamam, benim de hedeflerim vardı. İlk işe başladığımda, “Türkiye’nin en iyisi olmaya çalışacağım!” diyordum. Dubai’yi açtıktan sonra, “Ortadoğu’nun en iyisi!” dedim. Ama bu kadarını ben bile hayal edememiştim!

 Yeni hedeflerin?

- Avrupa’nın hatta dünyanın en iyisi olmak diye bir durum var artık! Bir buçuk aya kadar Doha’da, sonra sırasıyla Londra ve New York’ta restoran açacağız. Çalışmaya devam. Çünkü benim asıl işim şov değil, et. Ette iyi olduğum için bütün bunlar oluyor. Fakat sadece işimi iyi yapmam da yeterli değil. Artık öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, yaptığın işin bir hikâyesi olması gerekiyor. O hikâyeyi satman gerekiyor, insanları büyülemen, ilgilerini çekmen gerekiyor. Hepimizin kendimizden bir marka yaratmamız gerekiyor. Yoksa kimseye ekmek yok! İnanılmaz bir rekabet var, sıyrılmanın yolunu bulacaksın.

 Sosyolog gibi konuştun...

- (Gülüyor) Yok yahu! Ne sosyoloğu? İlkokul mezunu adamım ben. Eğitimim yok. Ama her şeyi çabuk öğrenen bir adamım. Zaman içinde de kendimi geliştirdim. Hâlâ uğraşıyorum. Ama nereden geldiğimi de hiç unutmuyorum.

 İnsanlar bazen unutuyor olabilir mi?

- Olabilir. Sinir oluyorlar bana. Görgüsüz buluyorlar. İyi de kardeşim, ben bir maden işçisinin oğluyum. Annem-babam okuma-yazma bilmiyor. Maddi yetersizliklerden dolayı ben de okuyamamışım. Altıncı sınıf terk. Ama demek ki bir şeyler de varmış ki bende, su satarak, ayakkabı boyayarak iş hayatına atılmışım, 14 yaşında kasaba girmişim. Çırak olarak. Et benim tutkum oldu. Hakkımda atıp tutanların, bir ömür çalışamayacağı kadar çalıştım ben! Hâlâ çalışıyorum. Çalışmadan bir halt olmuyor. 34 yaşındayım, 20 yılda buralara geldim... Hiç de fena değil!

13-14 yaşında yola çıkarken neyine güvendin abi!

- Ben iş şişirmem abla! Bu işe başladığımda, temizliği bile farklı yapıyordum. Yerleri bile başka türlü süpürür, silerdim...

Peki kendine koyduğun hedef neydi? Zengin olmak mı, ünlü olmak mı? Tüm dünyanın tanıdığı bir adam olmak mı?

- Yok ya, ilk hedefim, yaptığım işi en iyi şekilde yapmak ve müşteriye de bunu yansıtmaktı. Günaydın’da çalışırken, “Ben dünya markası olacağım!” diye bir hedefim yoktu.

Ferit Şahenk’e kadar dünya markası hayallerin yoktu yani...

- Evet. Günaydın’a girdikten 7-8 sene sonra kardeşlerimle beraber bir şeyler yapmak istemiştik. Elimizde bir değerimiz vardı ama sermayemiz olmadığı için beceremedik. Ama 2010’da Nusret’i kurduktan sonra, “İstanbul’un en iyisi olmak!” diye bir hedefim vardı. Sonra zaten Ferit Abi’yle yollarımız kesişti ve gerisi geldi...

 

"İngilizce bilmeme gerek yok, eti konuşturuyorum"

 

Dubai zor değil mi?

- Dubai, yiyecek-içecek sektörü için dünyanın en zor pazarlarından biri. Çok büyük dünya markaları var. Dahası,   Michelin yıldızlı restoranlar var.

Sen peki nasıl iletişim kuruyorsun? Çok iyi İngilizce de konuşamıyorsun, nasıl sağladın bu ilişkileri?

- Ben eti konuşturuyorum! Çünkü sıcakkanlıyım, insanlar beni kibirli zannediyorlar ya, tam tersine alçakgönüllüyüm, “Brother” (Kardeşim) diye sarılıyorlar bana.

Dubai’de etin kurallarını değiştirdiğin doğru mu?

- Doğru. Biz etimizi İstanbul’dan getiriyoruz. Domatesimizi, sebzemizi ve diğer her şeyimizi.

Dubai Emiri Şeyh Muhammed de müşterilerin arasında, öyle mi?

- Evet. Sağ olsun bizi çok seviyor, sık sık geliyor. Gittiği restoranların hepsinde 15-20 dakika oturur en fazla. Ama bize geldiğinde bir buçuk-iki saat kaldığı oluyor.

Oğlu da geliyor mu?

- O da geliyor. Ailesinin hepsi geldi. Abu Dabi’nin şeyhi de aynı şekilde. Hatta sarayına servis yapmışlığımız da var.

 

"Bir zamanlar kapısının önünden geçemediğim Tommy Hilfiger'la şimdi arkadaşız" 

 

“Tommy Hilfiger’dan bir tişört bile alamadığım günler çok uzakta değil. Şimdi ise sahibiyle yan yana fotoğraf çektirebiliyorum. Çok şükür” diyen bir paylaşımını gördüm.

- Evet, doğru. Bir zamanlar kapısının önünden geçemezken, bir tişörtünü bile alamazken şimdi sahibiyle arkadaşız. Beni takdir ediyor, yemeklerimi beğeniyor. Ben mutlu olmayayım kim olsun?

 Pahalıya mı satıyorsun eti sen? Neden sürekli şikâyet ediyorlar “Çok pahalı!” diye?

- Aslında pahalıya satmıyoruz. 100 liraya da çıkabilirsin, 5 bin liraya da. Bu, yediklerinle içtiklerinle alakalı.

O tuzlama hareketi nasıl çıktı?

- Kendiliğinden oldu aslında. Gerçek bir hareket o, hava olsun diye yapılmış bir şey değil. Bir imza. Benim imzam. Tablo yapıyorsun, tabloya son dokunuş gibi düşün. Ete de son dokunuş, eti kutsuyorum.

Söyleşinin tamamı için tıklayın