Kendine eski başkanlardan Lincoln'ü örnek alan yeni ABD Başkanı Obama’nın onun kadar değişimci olup olmayacağı merak ediliyor. New York'ta yaşayan yatırım danışmanı Mehmet Zülfikar Turgan'ın Taraf gazetesinde, 'Obama Abraham Lincoln'ün izinde' başlığıyla yayımlanan değerlendirmesi şöyle: Obama’nın siyaset sahnesine çıktığı günden beri istikrarlı bir şekilde ısrarla fikirlerine referansta bulunduğu şahsiyetin eski ABD başkanlarından Abraham Lincoln olması bize onun politik duruşu hakkında yeterince bilgi vermektedir. Obama’nın başkanlıkta Lincoln kadar değişimci olup olmayacağını önümüzdeki dört yılda göreceğiz. Barack Obama’nın Beyaz Saray’a yerleşmesi, ABD’nin de ötesinde tüm dünyada büyük ilgi ve beklentiler uyandırmakta. Bu olayın önemi, içinde bulunduğumuz tarihsel dönüşüm sürecinde beklentilerimizi haklı çıkaracak bir ağırlık taşımasındadır. Bulunduğumuz yerin tahlilini yapmaya özellikle Obama’nın kendi sunduğu veriler yardımcı oluyor. Obama’nın siyaset sahnesine çıktığı günden beri istikrarlı bir şekilde ısrarla fikirlerine referansta bulunduğu şahsiyetin eski ABD Başkanları’ndan Abraham Lincoln olması bize politik duruşunun ana hatlarını çiziyor. Abraham Lincoln 1860’da ABD’nin 16. Başkanı seçildiğinde, sadece ABD’de değil tüm dünyada “pamuk”, ekonominin odağındaki ham madde olmaya devam ediyordu. Dolayısıyla ekonomiyi önceliğe yerleştirmiş büyük devletler politikalarını ve stratejilerini pamuğa dayalı ekonomik yapı üzerine inşaa etmişlerdi. Pamuk ham maddesi etrafında kurgulanmış ticari çark ve bu çark dahilinde yerlerini pekiştirmiş güç merkezleri, bu yapının değişmesini tartışmaya dahi açmak istemediler. Çünkü pamuğun en temel girdisi, mümkün olabilecek en ucuz haliyle emek faktörüydü. Diğer bir deyişle, “kölelik”. Kölelik, ABD’de ve ötesinde dünya çapındaki kartel için olmazsa olmaz bir sermaye idi. Lincoln'ün vizyonuÖte yandan, yine başta ABD olmak üzere tüm dünyada fabrika çatısı altında üretim modellerindeki teknolojik gelişmeler çok daha büyük ekonomik imkânlarını ve fırsatlarını gözler önüne seriyordu. Haliyle bir tarafta ekonomiyi pamuk eksenine kurgulayıp dar hacimli bir denkleme hapsetmiş, kartelleşmiş bir sektör ve o sektörün kast benzeri kemikleşmiş üst katmanları, diğer tarafta da kat be kat daha yüksek ekonomik hacimlere imkân sunabilecek, hem üretimde nitelikli emek, hem de emeğine karşılık makul ücret alanların, tüketici olabilmesi üzerine kurgulanan, icatlara açık, sonsuz sayıda ürün sunma kapasitesine sahip, haliyle çok daha geniş hacimli bir model vardı. Bu çerçevede bu iki kesim arasındaki çatışmaların en keskin platformu, temelde birbirlerinden farklı dünya görüşlerine dayanıyordu: “Statükocular” ırkçılığı bayrak edinirken, “değişimciler” de humanistliği. Siyasi kariyerine memleketi Illinois’den başlamış olan Abraham Lincoln, 1860 seçimlerini kazandığında, pamuk üretiminin egemen olduğu özellikle Güney eyaletlerinin hemen hemen hiçbirinde temsilci kazanamamıştı. Çünkü daha adaylığını açıklamadan başlamış olduğu etkin cümlelerle yüklü konuşmaları, nasıl bir vizyon sahibi olduğunu gösteriyordu. Konuşmalarında hukuki ve ahlaki zeminde kölelik ve ırk ayrımı kavramlarını yerle bir ediyordu. Bu konuşmalar, statükocu elitleri, zamanla Güney eyaletlerini Birleşik Devletlerden ayrılışa itmeye götürecek kadar telaşlandırıyordu. Zira öyle de oldu. Bir yandan karizmatik hitabet gücü ve kibar üslubu, diğer yandan hukuk ve ticaret bilgisinin derinliği, pamuk/kölelik ekonomisinin hakim olduğu eyaletler dışında ezici çoğunluktan oy alarak başkanlığı kazanmasına yol açtı. Fakat seçim gününden, başkanlığın yemin töreni ile devralınmasına kadar geçen süreç içinde olanlar oldu. Lincoln başkan olmadan önce, kölelik konusunda taviz vermeyeceğini deklare eden statükocu ve ırkçı eyaletler federal merkezden kopma eğilimlerini ilan ettiler. Ardından, bildiğimiz Kuzey-Güney savaşı patladı. Barack Hussein ObamaIrkçı ve statükocu kesimlerin yenilmesi ile yeni ABD’nin temelleri atıldı. Güneyde serbest bıraktırılan siyahîlere, yeni yaşamlarına başlangıç yapabilmeleri için, o yörelerde 40’ar dönüm arazi, birer tane de katır tahsis edildi. Güneyli elitlere de, tekstil fabrikacılığına geçiş olanakları ve teşvikleri sunuldu. Artık siyahîler pamuğu, kendileri kendi topraklarında yetiştirip, satıyorlardı. Eskiden o topraklarda ucuza pamuk üretip Avrupa’daki fabrikalara gönderen çiftçi elitler de, artık o pamukları siyahîlerden satın alıp kendileri işliyorlardı. Haliyle endüstri ile tanıştılar ve mülkiyet kavramı tabana yayıldı. Demiryolları hem ülkenin bütünleşmesi hem de ekonomik genişlemede başlıca rolü oynadı. Tüm bu politikalar, Lincoln’un ekonomi söylemi ile örtüşen sonuçlar elde etmesine yol açtı. Barack Hussein Obama da siyaset kariyerine Lincoln gibi Illinois eyaletinde başladı ve Senatoya girdi. Yine Lincoln gibi o da ABD’de statükoyu ve krize girmişekonomik kurguyu ve o kurgunun egemenleri olan politik mekanizmayı hukuk ve ahlak zemininde eleştirerek başkanlık yolculuğuna çıktı. ABD tarihinin en uzun başkanlık kampanyasını yürüttü. Birey eşitliği ve özgürlüğü bağlamında perspektifini ABD çemberini de aşıp küresel çerçevede ele aldı. Silah endüstrisi ve petrole odaklı bir ekonomik yapının sürdürülemezliğini tartışmaya açtı. Küresel ısınmayı, ekolojiyi de denkleme katan yeni bir ekonomik modeli dillendirdi. Bu politikalara uygun danışmanlar kadrosu oluşturdu. Obama da, Lincoln’un başarısında olduğu gibi, özenle seçilmiş etkin ve edebi cümlelerle yüklü hitabetinin ve kibar üslubunun da yardımıyla, eyaletlerin çoğunluğunda açık ara ile seçimleri kazandı. Obama’nın bu başarısının altında, Abraham Lincoln’u ve onun liderlik yolculuğunu çok iyi irdelemesinin önemli bir payı var. Irkçılığa ve dogmalara yoğrulmuş milliyetçi söylemlerin güçlü olduğu gözlenen yörelerde durmaksızın seçim çalışmaları yaptı. Şansının düşük olduğu yerlerde neredeyse kapı kapı dolaştı. Diyalog imkânlarını tavizsiz kullandı. Üniversite kampüslerinde gençleri, özellikle aydın beyaz gençleri fethetti. Haliyle beraberinde inanılmaz bir gönüllü gençler ordusu görev aldı. Nihayetinde bu yörelerin birçoğunda kazanamasa dahi yüksek oy oranı tutturdu ki, bu dahi çok büyük bir başarıdır. Ama her şeyden öte, rengine ve ırkına bakılmaksızın bir rekor kırarak tüm ABD gençliğinin (ortalama yaşı 26’nın altında olan seçmen kitlesinin) oylarının yüzde 68’ini aldı. Bu da bu ülkenin geleceği ile ilgili çok net bir mesaj taşımaktadır. Bu seçim, sadece çok önemli bir iktidar değişikliğine yol açmakla kalmadı, bu ülkenin yeni bir geleceğinin de temelini atmış oldu. Öte yandan, birçok Amerikalı politika uzmanının da ifade ettiği gibi; “Kuzey-Güney savaşı asıl şimdi bitti”. Küreselleşmenin teknoloji, finans ve kültür eksenleri ile akıl almaz bir entegrasyona ulaşmış olduğu bu süreçte, Obama, 44. Başkan olarak, dünyanın en büyük güç merkezi ABD’nin liderliğini devralıyor. Lincoln’inkine benzer ekonomik argümanları ile bu pozisyona yerleşiyor, fakat öte yandan Lincoln’un savaş ile çözdüğü tıkanıklığı, Obama, kendisine seçim kazandıran stratejisi ile, yani makul diyalog ve rasyonellikte buluşma yaklaşımı ile çözme sürecinde. Öyle ki, yakın zamandaki bir konuşmasında belirttiği gibi, petrole alternatif diğer enerji kaynaklarının petrol ile rekabet dahilinde işlevselleştirilebilmesi için yaratılabilecek bir karbon borsasının küresel çapta işlem hacminin 7 trilyon dolar civarında hesaplanıyor oluşu, beklenen ekonomik genişleme hakkında sadece küçük bir örnek teşkil ediyor. Küreselleşmede yeni evreÖte yandan, tüm dünya ekseninde devletlerce güdümlü silah endüstrilerinin bir nevi “kaldıraç” olarak kullandığı “nefret ve ötekileştirme” faktörünün dizginlenmesinin küreselleşme nezdinde gereksinimini en acil problem olarak ifadesi bir başka köklü değişimin göstergesi oluyor. Benzer şekilde, ama işlevine istinaden doğal olmasına rağmen, finans sektörünün kaldıraç olarak kullandığı “borç” öğesinin, hesapsız riskler ile abartılmasına sert eleştiriler yönelten seçim süreci konuşmaları da bu alandaki politikaları hakkında fikir veriyor. Özetle diyebiliriz ki, bu sektörlerden ziyade, sağlık, eğitim, teknoloji (bio-teknoloji ve alternatif enerji modelleri), tarım ve ticari bankacılık sektörlerinin ön sıralara çıkacağı bir dört belki de sekiz yıla giriyoruz. Küreselleşmenin 90’lı yıllarla başlayan önceki evresinde, sunduğu olanaklardan ötürü “bilgi çağı” adını verdik ve öyle gözüküyor ki, şimdi girdiğimiz evresine “bilinç çağı” diyeceğiz. Fakat bilelim ki, bilgi gibi bilinç de, her bireyin, her toplumun ve her ülkenin tercihleri ve alt yapı kapasitelerince değerlendirebile- cekleri bir ham maddedir. Sonuç olarak, Barack Hussein Obama’nın tabi ki çok ağır bir kriz sürecinde göreve gelecek olması özellikle ilk bir yıllık icraatlarını krize endeksli çabalar oluşturacak. Ama ardından kendimizi küreselleşmenin -tasvirini yapmaya çalıştığımız- yepyeni bir evresinde bulduğumuzda şaşırmayalım.