Öcalan hâlâ PKK'nın başı mı?

Öcalan hâlâ PKK'nın başı mı?

T24 - Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin, Silvan saldırısı, Karayılan ve Bayık'ın açıklamaları, Öcalan'ın PKK için artık yalnızca sembolik değer mi taşıdığı sorusuna yol açıyor diyerek, "Acaba Öcalan artık PKK için eskisi gibi her dediğine önem verilip aynen uygulanan mutlak lider mi, yoksa yalnızca kendisine sempati duyan kitleleri harekete geçirmek için gerekli bir sembol mü?" diye sordu.

Murat Yetkin'in Radikal gazetesinde "Öcalan hâlâ PKK'nın başı mı?" başlığıyla yayımlanan (24 Temmuz 2011) yazısı şöyle:

Öcalan hâlâ PKK'nın başı mı?

Silvan saldırısı, Karayılan ve Bayık'ın açıklamaları, Öcalan'ın PKK için artık yalnızca sembolik değer mi taşıdığı sorusuna yol açıyor.

Aslında 12 Haziran seçimlerinden itibaren ama daha çok temmuz başından beri meydana gelen bir dizi olaya bakarak bu soruyu sormak gerekiyor. Doğrusunu isterseniz, özellikle PKK’nın Silvan’da 13 askeri pusu kurarak katletmesinin ardından bu soruyu hükümet de kendi kendine soruyor.

Bunu yalnızca Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kandil’de iki başlılık ima eden beyanından değil, aynı zamanda PKK’dan gelen diğer işaretlerden de anlamak mümkün.Ayrıntıya girmeden önce Silvan ile ilgili bir ara bilgi verelim: gerek Genelkurmay gerek İçişleri’nin yaptığı incelemelerdeki ilk izlenimlere göre, PKK saldırısındaki şehit sayısının yüksekliğinde ‘kasıt değil ama ihmal’ olabileceği kanısı beliriyor; taktik düzeyde bazı subayların sorumlu tutulması ihtimali var. Tabii yetkililerin bunu söylerken dahi asıl suçlunun saldırıyı yapan PKK değil de gerekli önlemi ihmal eden güvenlik güçleri olarak gösterilmesi çabasından rahatsızlığını vurgulamak gerekiyor.

Konuya dönersek, PKK’nın fiili başı Murat Karayılan’ın yaptığı son açıklamada Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış Kürt kökenli vatandaşları ‘kendilerini saldırılardan koruyamıyorlarsa’ Doğu ve Güneydoğu’ya (Karayılan ‘Kürdistan’a diyor) geri çağırması dikkat çekicidir.

Bu yaklaşım, KCK’nın önceki ay yaptığı 8’inci Kongre kararlarının temelini oluşturan ve Arap Baharı’nın, Kürt devriminin ve bağımsız Kürt devletinin koşullarını olgunlaştırdığı şeklinde özetlenebilecek bakışla uyumludur. Karayılan, yüzyıllardır Türk ve Kürt kökenlilerin doğuda ve batıda birlikte yaşayabiliyor olmasının kendi bir Kürt devletinin sınırları oluşturmada en büyük engel olduğunun farkındadır ve Irak, İran ya da Suriye’deki gibi yalnızca Kürtlerin yaşadığı gecikmiş bir ulus devlet inşası hedefini göstermektedir.

Kandil’in tam da Silvan saldırısı günü Diyarbakır’da toplanan DTK’yı özerklik ilan etmeye ve Ankara’da DTP’yi Hatip Dicle’nin durumu nedeniyle Meclis’te yemin etmeye teşvik etmesi de bununla uyumludur (Geçen günlerde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Behram Salih’in Güney Sudan’ın kopuşunun Kürtlere ilham verdiği açıklaması da bu çerçevede önemli bir gelişme sayılmalı).

Oysa Öcalan, yıllardır bağımsız Kürt devleti hedefini ‘ulus devletin bir emperyalist oyunu olduğu’ gerekçesiyle reddetme çizgisinde. Öcalan, Hatip Dicle’nin durumunun hukuken farklı değerlendirilebileceğini söylerken Kandil DTP’yi ‘Ya hep, ya hiç’ noktasına zorluyordu; bu zorlama sonucu muhafazakâr kökten gelen Şerafettin Elçi ve Altan Tan saflardan kopup belki de AK Parti’de nihayetlenecek ayrı bir yolculuğa başladı. Dahası, Silvan saldırısından yalnızca birkaç gün önce Öcalan, 15 Temmuz’da ateşkesin bitmesinin yanlış olacağını söylemişti; ne olduğunu herkes gördü.

Başbakan Erdoğan’ın ikilik imasında bulunması karşısında Karayılan’ın PKK’da liderlik sorunu olduğunu reddetmesi doğru olabilir; çünkü aslında Başbakan’ın iması altında yatan bir soru, Silvan saldırısından bu yana Ankara’daki yetkilileri meşgul ediyor: Öcalan hâlâ PKK’nın başı mı?

Bu sorunun sorulması dahi, aslında Öcalan’ın artık PKK örgütünün idaresinde eskisi kadar etkili olmadığı kanısını açığa çıkarıyor.

Öncelikle, Ankara şunları biliyor:

1- Öcalan, İmralı’da Başbakan’ın yetkilendirdiği heyetle görüştüğü her şeyi avukatlarına söylemiyor; bu bir güvensizlik işareti olarak değerlendiriliyor.

2- Avukatları, Öcalan’ın söylediklerini aynen Kandil’e aktarıyor. Ankara zincirin bu halkasında ciddi bir kopukluk saptamış değil.

3- Ancak avukatların söylediği her şey PKK’nın yarı resmi organı niteliğindeki Fırat Haber Ajansı’nda yazılmıyor. Ankara buradan, Kandil’in Öcalan’ı sansürlediği sonucunu çıkarıyor.

PKK’nın 30 yıldır değişmeyen yönetici kadrosundan Cemil Bayık’ın geçenlerde Öcalan’ın İmralı görüşmeleriyle ‘oyalanmak istendiği’ yolundaki açıklamasını, Karayılan’ın açıklamalarıyla birlikte ele alıp bu çerçevede değerlendirince ortaya daha net bir tablo ve bir soru daha çıkıyor:

Acaba Öcalan artık PKK için eskisi gibi her dediğine önem verilip aynen uygulanan mutlak lider mi, yoksa yalnızca kendisine sempati duyan kitleleri harekete geçirmek için gerekli bir sembol mü?

Ankara’daki kanı giderek ikinci şıkkın ağır bastığı, yani Öcalan’ın artık PKK gözünde kitleleri harekete geçirme sembolü olma dışında fazla önemi kalmadığı, yani PKK’yı önemli konularda yönetme ve yönlendirme kapasitesini hapiste geçen 12 yılın ardından yitirmeye başladığı kuşkusu üzerinde yoğunlaşıyor.

Bu aslında Ankara’nın işinin zorlaştığını ve bir an önce daha fazla can kaybına yol açmadan yeni adımların atılması gereğini gösteren bir uyarı da sayılmalı. Anayasa tartışmalarına bu gözle de bakmak gerekecek.