İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşen HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, PKK liderinin “Batıya giden tarım işçilerini her gördüğümde buna çok büyük isyan ediyorum. Bu tablo devam ettiği sürece kimse ben siyaset yapıyorum iddiası taşımamalı. Demokratik Komünalite’yi hayata geçirebildiğimiz ölçüde bunları önleyebiliriz” dediğini aktardı.
Öcalan, “AKP ve devletten beklenti içerisinde olunmamalıdır. Bölgeye AKP kalekol getiriyor, HES barajları getiriyor, bütün vadileri ve dereleri tahrip edecek şekilde birkaç iş adamının cebine milyon dolarları koymanın politikalarını getiriyor” diye konuştu.
Öcalan sözlerini, “İnsan hayatını ve doğayı tahrip eden uygulamalarla Kürdistan doğası talan edilirken siz aslında fırtına koparmalıydınız. İzin vermemeliydiniz. Bu demokratik siyasetin onurudur. Namus kavramı eğer kullanılacaksa, işte bunun için kullanılmalıdır” şeklinde sürdürdü.
İmralı’a giden HDP Heyeti’nde yer alan Grup Başkanvekili İdris Baluken, Öcalan’ın aktardıklarını Özgür Gündem’den Zana Kaya’ya anlattı.
Zana Kaya’nın Baluken’le yaptığı söyleşi şöyle:
Bir buçuk yıldır Sayın Öcalan’ın sık sık vurguladığı yasal çerçeveye ilişkin bir adım atıldı. Sayın Öcalan’ın ilk değerlendirmeleri basına yansıdı. Peki tarihsel arka planını nasıl analiz etti?
Sayın Öcalan, değişimi ve dönüşümü esas alan bir Türkiye’de artık bütün sorunların yasalar üzerinden çözülmesi ile ilgili bir işleyişin esas alınması gerektiğini ifade ediyor. Gerek Osmanlı döneminde gerekse de Cumhuriyet’ten bugüne kadar iktidarların, sorunları yasalar üzerinden çözme anlayışından hep uzak durduğunu ifade etti. Kürt meselesini de bununla bağlantılı olarak değerlendirdi. “Düşünün ki bu coğrafyada milyonlarca Kürt yaşıyor. Ama bu ülkenin yasalarında tek bir yerde Kürt kelimesi geçmiyor. Kürt halkı yasalarda devlet tarafından kabul edilmiyor. Bu demokratik çözümün önünde büyük bir engeldir. Kürt halkının yasalarda tanımının olmaması ya da Türkiye’deki farklı halkların yasalarla tanımlanmış haklarının olmaması aslında sorunların gerçek nedenidir” tespitinde bulundu.
“Biz bütün halkları, yasada haklarını tanzim edecek şekilde görmek istiyoruz” diyor. “Yeni Türkiye’de eşit yurttaşlık, ortak gelecek, kimliğe ve kültüre saygı temelinde bir çözüm olacaksa bu sözel bir takım yaklaşımlarla değil yasalarla tanımlanmalı” dedi. Bu anlamıyla bu yasa önemli bir başlangıç olabilir.
Devletin yerleşik bürokratik zihniyetinde Kürtler söz konusu olunca hep yasa dışı çağrışım akla gelir. Eşkiyalık tanımı yapılır. Sayın Öcalan tam da bunu kırmak istediğini söylüyor. “Biz eşkiya, yasa dışı olarak görülen bir halkı alıp yasal güvence ile birlikte eşit yurttaşlık temelinde bir çözümü üreteceğiz” vurgusu yaptı.
“Biz yüzyıllık bir meseleyi çözeceğiz. Daha ilk kez, devletle yaptığımız tartışmalar neticesinde sorunun çözümüne yönelik bir yasa şekillendi. Bu kadar uzun bir süre sonra bu noktaya gelinmesi devlet açısından aslında çok büyük bir trajik tablodur. Devletin bu hale düşmesi kendi içerisinde hazin bir durumdur. Oysaki sağlıklı, rasyonel bir devlet aklı bunun çok gecikmiş ve zaten olması gereken bir şey olduğunu görürdü” tespitinde bulundu.
“Çağdaş bir devlet için normlar gereklidir. Yasalar gereklidir. İşte siz Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda da gördünüz. Bu hakim zihniyet yani Beyaz Türk anlayışı senin adını yasaya bile almak istemiyor. Anayasa’ya bile almak istemiyor. Oysaki yasaya almadığınız zaman siz sorunu yaratmış oluyorsunuz. İnsanları dağda tutmaya devam etmiş oluyorsunuz” tespiti yaptı.
Türkiye’de hep otoriterliği ve iktidarı esas alan bir işleyişin hakim olduğunu ifade etti. Cengiz Han dahil bütün hakanların bu pozisyonda olduğunu, Osmanlı padişahlarının kendi iktidarları için şehzadeleri, çocukları bile astığını ifade etti. Bunun korkunç bir şey olduğunu söyledi. “Yani Türk tarihinde öyle bir algı oluşmuş ki; iktidara giden her yolu mübah gören bir anlayış ortaya çıkmış” dedi. “Filmini de izlediniz değil mi; Kanuni’nin Şehzade Mustafa’ya yaptığı şey korkunç bir şey” dedi. Halen bu iktidarcı anlayışın aşılmadığını, her iktidarın kendisini esas alacak şekilde devleti ele aldığını, rasyonel bir devlet aklının bu nedenle ortaya çıkmadığını ifade etti Sayın Öcalan. Bunun aşılması gerektiğini vurguluyor. AKP’nin de hegemonik bir AKP değil, demokratik bir AKP olması gerektiğini, her zaman bunu söylediğini vurguladı. Bundan sonraki süreçte de AKP önünde ya hegemonik ya da demokratik AKP seçeneklerinin olduğunu ve bunun belirleyici olacağını söyledi.
Sayın Öcalan, HDP kongresini ve yeniden yapılandırma sürecini nasıl değerlendirdi?
HDP Kongresi’ni takip ettiğini, oradaki coşku ve heyecanın önemli olduğunu, bunun bütün toplumsal sorunların çözümüne dair yaşamın her alanına taşırılması gerektiğini ifade etti. Eşbaşkanları ve yeni seçilen parti organlarını kutladığını ve selamladığını ifade etti. Selahattin Bey’in daha önceki çalışmalarında da ve İmralı’daki görüşmelerinde de durumunu bildiğini, kendisinin de bugüne kadar Selahattin Bey’in siyasi gelişimi açısından hep katkı sunan bir noktada olduğunu, bundan sonra da böyle olacağını ifade etti. Yeni seçilen diğer eşbaşkan Figen Hanım’ı da TV’de bir tartışma programında izlediğini, hitabetini, üslubunu ve performansını çok beğendiğini, bu yönüyle kongrenin isabetli bir tercih yaptığını düşündüğünü söyledi. Önümüzdeki dönemde Sayın Figen Yüksekdağ’ın Türkiye siyasetine çok ciddi katkılar sağlayacağına inandığını belirtti.
Özellikle Türkiye sol hareketine dönük eleştirileri oldu. Bu HDP projesini bilince çıkartma ve anlama noktasında hala ciddi yetersizlikler olduğunu söyledi. “Oysa biz HDP projesini 40 yıllık bir mücadele geleneğinden Mahirlerden, Denizlerden devraldığımız bir miras olarak tanımlamıştık. Hatta daha geriye götürebiliriz. Mustafa Suphilerden bugüne kadar anlamlandırarak HDP mücadelesinin ne anlama geldiğini ortaya koymuştuk” dedi. Ama HDP’yi yeterince anlamayan kimi sol hareketlerin bu konuda yetersizlikler yaşadığını ve bu yetersizliklerin aşılması noktasında da ciddi bir çaba içerisinde olmadıklarını belirtti.
Burada cezaevinde birlikte kaldığı bir arkadaştan örnek verdi. Çok sevdiği Şehmus arkadaşın çok güçlü, kararlı bir Marksist ideoloji savunucusu olduğunu belirterek, Şehmus arkadaşla yaşadıkları bir tartışma anektodunu anlattı. Şehmus arkadaşın hiçbir zaman Marksizme toz kondurmadığını, Marksizmin burjuva kesimiyle asla müzakereye girmesinin mümkün olmadığını savunduğunu belirtti. Sayın Öcalan, Marx’ın Paris komünarlarıyla ilgili bir sözünü aktararak; Şehmus arkadaşa bu sözü araştırmasını söylediğini belirtti. Bahsettiği söz şuydu; Paris komünarları için Marx şunu ifade etmişti: “Sağduyu ile müzakere etselerdi, tek doğru şeyi yapmış olacaklardı. Bunu yapmadıkları için de çok büyük acılar yaşandı. On binlerce insan öldü.” Şehmus arkadaşın bu cümleyi iki yıldır yeni bulduğunu, geçen hafta bu cümleyi bularak kendisine geldiğini ifade etti. “Bunu Türk soluna da anlatın” dedi. “Burjuvazi ile hiçbir şekilde görüşülmez, onlar muhatap alınmaz, dogmatik yaklaşımı doğru değildir” dedi. “Aslında bu Marx’ın da öğretisine denk bir tutum değildir. Biz buradaki müzakere sürecini demokratik dönüşüm açısından önemsiyoruz. Onların da cepheden karşı çıkan bir anlayış yerine bu şekilde değerlendirmesi doğru olacaktır” dedi Sayın Öcalan.
Sayın Öcalan, her görüşmede kapitalist sömürü çarkına karşı alternatif model kurmaktan söz ediyor. Bu konuda neler söyledi?
Evet, yereller üzerinden kapsamlı analizler yaptı. Sayın Öcalan yaşamın her alanında çözüm üretecek aklın yerleşmesi gerektiğini ifade etti. Özellikle belediyelerin de içerisinde bulunduğu Demokratik Komünalite Modeli’nin mutlaka başarılması gerektiğini ve ekonominin bu yönlü bir sisteme kavuşacağını belirtti. Belediyelerin bu işin merkezinde mutlaka olması gerektiğini ifade etti. Bugünkü anlayışla belediyelerin ekonomik bazı sorunları çözüyormuş görüntüsü veren -ev ekonomisi, dikiş nakış kursları, mikro krediler- uygulamaların hiçbirinin gerçek ekonomik çözüm modelleri olmadığını vurguladı; bu yönüyle de sistem partilerinin ötesine gidemediğini ifade etti. “Bizim geliştireceğimiz modelde, köylerden başlayarak şehirlere kadar bütün yaşam alanlarını birleştireceğiz. Birkaç köyü komünalite üzerinden değerlendireceğiz. Ve bu modeli çok büyük bir disiplinle hayata geçireceğiz” dedi. Doğru örgüt temelinde, doğru örgütlenme, denetim temelinde yaklaşılırsa bunun çok büyük sonuçları olacağını ifade etti.
Özellikle Batı’ya giden tarım işçileri ve ırgatların durumunu her gördüğünde buna çok büyük isyan ettiğini, o tablonun kabul edilemez olduğunu vurguladı. “Oradaki tablo devam ettiği sürece kimse ben siyaset yapıyorum iddiası taşımamalı” dedi. Tarım işçileriyle birlikte giden çocukların durumuna özel olarak vurgu yaptı. O çocukların eğitim sorunlarının çözülmemiş olmasını, o çocuklarla ilgili bir gelecek tahayyülünün hala başarılmamış olmasını Sayın Öcalan ciddi bir şekilde eleştirdi. “Demokratik Komünalite Modeli’ni hayata geçirebildiğimiz ölçüde çözüm üretebilir, bunları önleyebiliriz. Bu yönüyle kapsamlı bir ekonomi konferansı yapılmasını daha önce de önermiştim” dedi.
“Eğer Demokratik Komünalite’yi başarabilirsek, o zaman düzen partilerinden, sistem partilerinden farklı olduğumuzu halkımıza göstermiş olacağız. Aksi taktirde ben bu şekilde yapılan belediyecilikle, bir yerel yönetim anlayışıyla sistem partilerinin ötesine geçemeyeceğimizi hatta onların gerisine düştüğümüzü düşünüyorum” dedi. “Çünkü hep devletten bir beklenti, AKP’den bir beklenti var. Oysa AKP’nin ve devletin size yaklaşımı bellidir” dedi.
“Bölgeye AKP’nin ne getirdiğine baktığınızda ondan beklenti içerisinde olmamanız gerektiğini görürsünüz. Bölgeye AKP kalekol getiriyor, HES barajları getiriyor, bütün vadileri ve dereleri tahrip edecek şekilde birkaç işadamının cebine milyon dolarları koymanın politikalarını getiriyor” dedi. “Siz böyle yaklaşan bir devletten ve hükümetten beklenti içerisine girerseniz, kendinizi doğru örgütlemeyip, onların kredilerine göre bir tutum belirlerseniz onlar istedikleri zaman o kredileri keserler; sizi de çok zor duruma düşürürler. Bu anlayışın aşılması gerekiyor” dedi. Demokratik siyasetin bu konuda özeleştirel bir pozisyonu olduğunu söyledi.
Sayın Öcalan, “İnsan hayatını ve doğayı tahrip eden uygulamalarla Kürdistan doğası talan edilirken siz aslında fırtına koparmalıydınız. Müdahil olmalıydınız. İzin vermemeliydiniz” dedi. “Bu aslında demokratik siyasetin onurudur. Namus kavramı eğer kullanılacaksa, işte bunun için kullanılmalıdır” dedi. “Bunlara sahip çıkmak, bu sömürü sistemine karşı kendi alternatif modelini uygulamak en doğru yaklaşımdır” vurgusu yaptı.
Sayın Öcalan’ın kadın konusunda yeni değerlendirmesi oldu mu?
Aile kurumu üzerinden değerlendirmeleri oldu. Çok önemli çözümlemeler yaptı. “Aslında her evlilik kendi içerisinde bir köleliği de getirebilir. Erkeği çözümlemeden, bu mevcut egemen zihniyeti çözümlemeden özgür yaşamı oluşturmak mümkün değildir” dedi. Mevcut düzenin çocuğu bitireceğini, öldüreceğini ve düzenin aile ve evliliğe dayatmış olduğu o kölelik sistemine karşı bir duruşun olması gerektiğin ifade etti. Piyasa erkeğinin kadınla yaşamayı bilmediğini ve bu yönüyle aslında çaresiz olduğunu, çaresiz olduğu için de erkeğin güç kullandığını ifade etti. “Bunu doğru anlamlandırmadan ve doğru çözümlemeden özgür yaşam da kurulamaz” dedi. Aile kurumunun demokratik işleyişi esas alması gerektiğini, ancak bu temelde oluşturulacak bir ailenin özgür yaşama katkı sunabileceğini söyledi. Diğer bakış açılarını reddetti. Hegel’in meşhur bir çözümlemesinden bahsetti. “Hegel doğanın bir oyunundan bahseder” dedi. “Canlılar bir yavruları olduğunda ölüme karşı kendini koruma yoluna gidiyorlar” dedi. “Aslında canlıların üremesi ölüme karşı bir meydan okumadır” görüşünü aktardı. “Bir yönüyle üreme ölüm korkusuna karşı bir tepkidir. Ancak bu savunma reaksiyonu biyolojik bir cevaptır. Biz salt bu biyolojik cevap üzerinden bir yaşamın doğru olmadığını düşünüyoruz. Bizim için esas çoğalma toplumsallaşmayla ilişkili olan çoğalmadır. Yani biyolojik çoğalma yerine ne kadar fazla toplumsallaşmışsanız, örgütsel, ideolojik, kültürel anlamda ne kadar fazla çoğalmışsanız o önemlidir” tespitinde bulundu.