Öcalan'ın talepleri Kandil'de nasıl karşılanıyor?

Öcalan'ın talepleri Kandil'de nasıl karşılanıyor?
T24 - PKK'NIN 31 Ekim'de eylemsilik kararını uzatması beklenirken dün CNN International'a konuşan PKK sözcüsü 'tek taraflı ateşkesin' sona erdiğini açıkladı. Kararın Öcalan'a mı yoksa Kandil'in kendi inisiyatifini kullanarak verdiği bir karar mı olduğu akıllarda soru işareti yarattı. Aslı Aydıntaşbaş'ın Milliyet gazetesinde yayımlanan bugünkü (1 kasım 2010) yazısı şöyle: Öcalan Kandil’den ne istiyor? İmralı’da Öcalan’la yapılan görüşmeler, 16 Ekim’de bitti. Oysa bugün ateşkesi uzatması bekleniyordu. Peki Öcalan’ın ‘eylemsizlik ve Kuzey Irak’a çekilme’ talepleri Kandil’de kabul görüyor mu? İmralı’da Öcalan’la yapılan görüşmeler, 16 Ekim’de bitti. Oysa bugün ateşkesi uzatması bekleniyordu. Peki Öcalan’ın ‘eylemsizlik ve Kuzey Irak’a çekilme’ talepleri Kandil’de kabul görüyor mu? Bu satırların kaleme alındığı saatlerde, Pazar sabahı Taksim’i kana bulayan saldırının failleri henüz yakalanmış değildi.  Tabii ki herkesin aklına ilk gelen olağan şüpheli, PKK. Örgütün  tek taraflı olarak ilan ettiği ateşkes, dün bitti.  Ancak zamanlama yine de  garip. Abdullah Öcalan’ın bugün avukatlarıyla yapacağı görüşmede ateşkesi yeniden uzatması bekleniyordu.  Tam ateşkesi uzatmayı planlayan, uzlaşma sinyali veren, hatta “Sivillerin ölümünden özür dileriz” diyen örgüt, neden yeniden şiddet için kolları sıvamış olabilir?  Bu patlama eylemsizlik sürecini sabote etmek için provokasyon maksatlı olabilir mi? Peki eylemi tamamen PKK?dışı güçler yapmış olabilir mi? Yoksa daha önceki kanlı şehir eylemlerinin sorumluluğunu üstlenen PKK, iki arada bir derede elini güçlendirmek ve “Buradayım. Ayaktayım” mesajı vermek için mi düzenlemişti bu eylemi? İmralı’da görüşmeler  Bu soruların yanıtı, PKK içindeki hava ve son aylarda İmralı’yla yapılan temaslarda. Devletin bazı birimleri, bir süredir Abdullah Öcalan’la temas halinde. Bu siyaseten de, PKK’nın silahı bırakabilmesi için de gerekli bir adım.  İmralı’daki 16 Ekim’de kesilen görüşmelerde, Öcalan’ın talepleri arasında, devlet cephesinde uzun vadede makul sayılabilecekler de var, “silahı bırakan gerillalardan kentlerde öz savunma birlikleri oluşsun” gibi siyaseten çok “uçuk” olanlar da. Makul sayılabilecek talepler, Kürt kamuoyunun anayasal beklentileri, Kürtçe eğitimde açılımlar, kültürel adımların devamı ve genel affa giden yol. Bütün bunlar silahların susması durumunda geniş kamuoyu tarafından da kabul görebilecek maddeler.  Fakat Öcalan kendisiyle İmralı’da yapılan görüşmelerin 16 Ekim’de kesilmiş olmasından rahatsız.  Son bir aydır devam eden ateşkes sürecinde ne İmralı, ne de örgütün Kandil’deki yönetim kadrosu, devletten umduğu yumuşama sinyalini görmedi.  Kürt cephesinde beklenen KCK davasında bir adım, Öcalan’ın hapishane koşullarında bir iyileşme, operasyonların durması ya da anayasada değişiklik yapılacağına dair bir beyandı. Güvenlik güçleri ve devletin diğer birimleri ise, böyle silahların gölgesinde bir pazarlığa açık değil. “Devlet tehdit altında adım atmaz” diyor haklı olarak. Ateşkesin uzaması, güven ortamının pekişmesi, Kürt meselesine yönelik adımların makul bir zamanlama çerçevesinde atılması gerektiğine inanıyorlar. 'Kuzey Irak’a çekilin' Yine de Abdullah Öcalan’ın bugün görüşeceği avukatı Aysel Tuğluk’a ateşkesin yeniden uzatılması yolunda bir işaret vermesi bekleniyor. PKK lideri İmralı’daki temasların devam etmesi, ateşkesin gerekirse 2011’de seçimlere kadar sürmesini istiyor.  Ancak bu konuda Kandil’deki örgüt yöneticilerini ikna etmesi o kadar kolay değil.  Öcalan geçen ay Murat Karayılan’a mektup yazarak, eylemsizlik sürecinin devam etmesi ve silahlı PKK güçlerinin Türkiye sınırları dışına Kuzey Irak’a çekilmesini istedi.  Öcalan örgütün en önemli lideri ve sembol ismi olsa da, Kandil’deki PKK yönetimini ikna etmesi her zaman kolay olmuyor.   Karayılan bu hafta Radikal’de Ertuğrul Mavioğlu’na verdiği röportajda “Öcalan’ı asla boşa düşürmeyiz” diyor ve İmralı’nın mektubuna yanıt verdiğini söylüyordu.  Ancak üst düzey kaynaklar, Karayılan ve diğer PKK yöneticilerinin Öcalan’ın istediği hızlı “geri çekilme” sürecine isteksiz olduğunu, karşılığında somut adım görmek istediğini belirtiyor.  Şahinler mi yaptı?Karayılan bir yana; örgüt içinde Cemil Bayık ve Rıza Altun gibi isimler, daha sertlik yanlısı bir tutum içinde. Eylemsizlik sürecine kuşkuyla bakıyor. Bu durumda Taksim’deki saldırının,  eylemsizliği baltalamak amacıyla şahinler tarafından yapılmış olma ihtimali de yok değil. Önümüzdeki günlerde “Bu eylemi kim yaptı?” sorusunun cevabı  PKK’nın dağdan inme sürecinin akıbetini de belirteyecek. Tuğluk: Birileri mesaj veriyor Dün Taksim’deki patlama da 32 kişi yaralanmamış olsa, bugünkü en önemli konumuz Aysel Tuğluk olacaktı.  Siz bu gazeteyi elinize aldığınız saatlerde genç kadın 7 saatlik İmralı seyahati için çoktan  Bandırma’ya doğru yola çıkmış olacak, elindeki poşetlerde müvekkili Abdullah Öcalan’a güncel kitaplar ve gazete küpürleri götürecek, muhtemelen hemen ardından Öcalan’ın ateşkesin uzatılması yönündeki kararını kamuoyuna duyuruyor olacaktı.  Aysel Tuğluk’la geçen hafta yine güneşli bir İstanbul sabahı Yıldız Parkı’nda buluşmuştuk.  Yanında siyaseten kader birliği yaptığı Ahmet Türk de vardı. Siz yasaklı olmalarına bakmayın. Aslında bu iki isim, Kürt hareketi içinde silahsız, demokratik çözümü savunanları temsil ediyor. Tuğluk’un sert yüz hatlarının ardında aslında uzlaşmacı bir siyasetçi var. Bu yüzden de önümüzdeki bir yıl içinde PKK’nın dağdan inmesi yolunda makul adımlar atılacaksa, Tuğluk ve Türk bu süreçte kilit roller üstlenecek.  Ancak pazar sabahı patlayan bomba, bütün hesapları altüst etti tabii. Tuğluk geçen haftaki sohbetimizde, Öcalan’la İmralı’da süregelen müzakerelerin kesilmiş olmasından kaygılıydı. Bir adım, bir işaret bekliyordu. Ancak yine de Abdullah Öcalan’la bugün yapacağı toplantıdan ateşkesin uzatılması yönünde bir tutum geleceği beklentisi içindeydi.  Dün Taksim olayıyla ilgili yorumlarını almak için aradım. Şaşkın, üzgündü. “Tabii detay bilmiyoruz” diye söze başladı, “Ama bu tarz süreçlere kaygıyla yaklaşmak lazım . Provokasyon amaçlı, tahrik amaçlı eylemler olabilir. Bu bana Geçitli’deki eylemler gibi provokasyon amaçlı eylemleri anımsattı. Olay, eylemsizlik beklentisi varken yaşandı. Belki de eylemsizliği engellemek için yapıldı. Bunlar tesadüf değil; birbirlerine mesaj veriyorlar. Ama barışta ısrar etmek lazım...” Hanefi Avcı: 15 günde hayatımı altüst ettilerRadikal’de Cüneyt Özdemir’in “Silivri’den mektup alma tedirginliği” başlıklı bir yazı kaleme aldı.  Cüneyt, hepimizin başına gelen ikilemi anlatmış. Silivri’de hâlâ yatan Mustafa Balbay gibi, Hanefi Avcı gibi bir düşünce suçlusundan bir mektup alıyorsunuz. Yazsanız bir türlü, yazmasanız bir türlü: “Yayınlarsanız biliyorsunuz ki hakkınızda iftira dolu haberler başlayacak. Yayımlamazsanız, bu sefer bir gazeteci olarak vicdanınız kanayacak.”  Dün de Avcı’dan gelen 4 sayfalık mektup o kategoridendi. Avcı mektubunda, daha önce avukatına ifade ettiği gibi Eskişehir’deki ofisinde bulunan kasetlerin kendisine ait olmadığını madde madde detaylandırarak anlatmış. Önemli bir mektup. Makamından 31 Ağustos’da ayrıldığını, kasetlerin o boşalttığı ofiste 28 gün sonra bulunduğunu, zaten odasını toplarken tutanak tutturduğunu, arama kararının esrarengiz bir biçimde Ankara değil İstanbul’daki özel yetkili mahkeme tarafından verildiğini, yanında çalışanların şahidi olabileceğini anlatıyor.  1995’de fiilen İstanbul istihbaratta dinleme faaliyetlerinden uzaklaştırıldığını, zaten de 28 Şubat sürecinde DGM’de yargılandığı için “Her zaman ev ve iş yerimde arama yapılabileceği düşüncesiyle” bu konularda dikkatli olduğunu söylüyor.  Mektupta birkaç detay daha ilgimi çekti. Bunlardan biri, kaset teknolojisinin külüstürlüğüne dair. Avcı diyor ki, “Yüzlerce kaset 1-2 cm’lik USB bellekle dijital olarak kaydedilebildiği günümüzde 15-16 yıllık 24 kasedi il il yanımda taşımam makul değil.” Gerçekten Avcı gibi teknoloji delisi bir adam, bu kadar kasedi taşıyacak olsa, herhalde torbada değil “flashdisk” denilen ufak USB belleklere koyardı.  Avcı’nın “Bu kasetlerdeki 52 kişinin kimler olduğu nasıl tespit edilebilmiştir?” sorusu da ilginç. Kasetlerdeki Mehmet Ali Birand, Uğur Dündar gibi tanınan şahsiyetleri bir kenara bırakırsanız, diğer isimlerin nasıl hemen tanındı?? Acaba kasetler devletin dinleme arşivinden mi?