T24- TÜSİAD Yönetim Kurulu, Türkiye'nin içinde bulunduğu gergin gündemi demokrasi standardı zaafiyeti olarak niteleyerek, "Bu toz duman ortamının ortadan kaldırılması için" yargı reformunu da içine alan, siyasi partiler ve seçim yasasını da kapsayan bir demokratikleşme paketi vasıtasıyla yeni bir Anayasa’nın tartışılması gerektiğini bildirdi. TÜSİAD açıklamasında "Yeni Anayasa’nın odağında devlet, ordu veya cemaat gibi unsurlar değil, doğrudan birey olmalıdır" denildi. Başbta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere Ankara'da iki gündür temaslarda bulunan TÜSİAD Yönetim Kurulu, bir açıklama yaparak hızla büyüyen daha demokratik Türkiye için yeni yaklaşım planları önerdi. TÜSİAD Yönetim Kurulu'ndan yapılan açıklamanın tam metni şöyle:TÜSİAD Yönetim Kurulu’nun 24-25 Şubat 2010 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirdiği temasların ardından, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner konu ile ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada şu görüşlere yer verildi:
“TÜSİAD Yönetim Kurulu olarak, geçen hafta Sayın Başbakan ile başlattığımız Ankara turunu bu hafta 2 günlük bir Ankara ziyareti ile tamamlamış durumdayız. Bu ziyarette, Sayın Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, muhalefet liderleri, Başbakan Yardımcılarımız, Dışişleri ve Sanayi Bakanımız ve bazı bürokratlarımız ile bir araya gelebilme fırsatı bulduk. Görüşmelerimiz esnasında, bir nezaket ziyaretinin çok ötesinde, son derecede verimli görüş alışverişi sağlandığına inanıyoruz. Önümüzdeki günlerde görüş alışverişini daha sık, daha somut gündem maddeleri ile devam ettireceğiz.
Görüşmelerimizin tümünde TÜSİAD’ın 2010-2011 programımızı paylaştık, talep ve beklentilerimizi şeffaf bir şekilde aktardık. Tüm kişi ve kurumlardan iş dünyası ile geniş bir alanda işbirliği yapma anlayışının var olduğu tespitini yaptık. Bu çok memnuniyet vericidir.
Şüphesiz, hiç bir kurum ile mutlak fikir birliği içinde olmak veya kategorik olarak farklı düşünmek gibi bir anlayışımız yoktur.
Türkiye’de yaratılan katma değerin, istihdamın önemli paydaşlarından biri olarak, vergi gelirlerinin yüzde 80’ini ödeyen ve yaratan bir kesim olarak, demokratikleşme anlayışını sürdürülebilir büyüme ile birlikte kurum müktesebatına taşımış bir kurum olarak, hem ekonomik hem de sosyal konularda sorumluk anlayışına sahibiz. Bu sorumluluğun gereği olarak oluşan taleplerimizi gerekçelendirerek beklentilerimizi tüm yetkililer ile paylaştık.
Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye’ye güveniyoruz, umutlarımızı koruyoruz. Ancak bu anlayışın devamını sağlayacak, bizleri yatırım yapmaya, değer üretmeye, istihdam yaratmaya sevk edecek koşullar vardır. Bu koşullar aynı zamanda sürdürülebilir büyümenin de koşullarıdır.
Ekonomi politikaları bağlamında yaptığımız görüşmeler sonunda, AB uyumlu bir sanayi stratejisinin çalışılıyor olması, kayıtdışı ile mücadele alanında yeni düzenlemelerin değerlendiriliyor olmasını memnuniyetle gördük. Bu çalışmaların Türk sanayinin rekabet gücü açısından olumlu katkılar sağlayacağını bekliyoruz. Kısa bir süre içerisinde iş ve yatırım ortamına geliştirilmesine yönelik görüşlerimizi Ekonomik Koordinasyon Kurulu’na sunarak istişare etme fırsatı bulacağız.
Çok açık belirtmek istiyorum: bizim elde ettiğimiz toplu izlenim, Türkiye’nin, konjonktürel gelişmeler içinde dalgalanan, sıklıkla verimsiz siyasi tartışmalar içinde olduğudur. İçinde bulunduğumuz dönemin en önemli karakteristiği ve belki de bu kamplaşmayı yaratan unsur, istikamet problemi olmayan ancak bu istikamete ulaşma konusunda sarih bir yol haritasının da bulunmadığıdır. Bu hem refah politikaları hem de demokratik standartların yükseltilmesi politikaları için geçerlidir.
TÜSİAD olarak hiçbir partimizin, daha hızlı büyüyen ve daha demokratik bir Türkiye’yi arzulamadığına inanmamız söz konusu değildir. Hal böyleyken toplumun çeşitli kademelerine yansımış olan kamplaşmanın ve verimsiz kavga ortamının şeffaflıkla, somut programlarla ve daha fazla konuşmakla aşılacağına inanıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bugün gerçekleştirdiği zirve ve benzeri girişimlerin sürecin yumuşaması uzlaşı ortamının sağlanması açısından önemli buluyoruz.
Türkiye, bizim açımızdan, hızla büyüyebilecek, bölgede ve dünyada önemli bir ekonomik güç olabilecek bir ülkedir; ancak enerjimizi güdük, kısa-dönemci ve sürekli “durumu kurtarmaya çalışan” bir süreçte heba ediyoruz. Sınırlı enerjimizi bu kısa-dönemci anlayışa harcamak suretiyle büyük resmi ıskalayabiliyoruz.
Şüphesiz, 1990’larda ertelenmiş olan reformlar, hem gerçek bir piyasa ekonomisine geçişi hem de makul bir demokratik standarda ulaşmayı zorlaştırmaktadır. 2000’li yılların yönetimleri daha büyük bir reform sorumluğu altına kalmaktadır.
Gerçekleştirdiğimiz tur sonunda anlıyoruz ki, aslında daha yüksek bir demokrasi standardı herkesin, tüm kesimlerin özlemidir. Hatta bugün içinden geçtiğimiz ve zirvelerle aşılmaya çalışılan gerginlik ortamını da bu demokrasi standardı zafiyetine bağlamak mümkün. Ancak artık söylemekten yorulduk, demokratikleşme süreci bir bütündür. Bu bütünlük anlayışı benimsenmedikçe, süreç günün problemlerine yönelik düzenlemeler ile ilkesel değil, durumsal politikalarla yürütülmeye çalışıldıkça, demokratikleşme sürecine direnç noktaları oluşturmaya başlıyoruz, kamu vicdanını zedeliyor. Bu durumun bu şekilde sürdürülebilmesi mümkün değildir.
Bu toz dumanın ortadan kaldırılması için iki aşamalı bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Bu gerginlik ve kamplaşma ortamı, bizleri seçim aşamasına kadar reform yapmama noktasına götürmemelidir. Böyle bir lüksümüz yoktur.
Birinci aşamada seçime kadar, krizden çıkışın yönetimi ve verimlilik temelli politika tercihleriyle ekonominin mukavemeti artırılmalıdır. Bu süreçte programımız dahilinde var gücümüzle çalışacağız. Ekonomi politikalarından sorumlu yetkililer ile yaptığımız görüşmeler gerçekten umut ve güven vericidir. Bu alanda programatik ve iş dünyası ile işbirliği anlayışını açık bir şekilde müşahede ettik.
Aynı dönemde, neredeyse tüm tarafların ve kesimlerin daha yüksek bir demokrasi standardı arayışı çok açık ortada olduğuna göre; bu yöndeki beklentilerin sarih bir şekilde belgelenmesi ve Türkiye’nin yargı reformunu da içine alan, siyasi partiler ve seçim yasasını da içine alan bir demokratikleşme paketi vasıtasıyla yeni bir Anayasa’yı süratle tartışması gerekmektedir. Şüphesiz, Anayasa özünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde bireysel özgürlüklerin temel teminatıdır, dolayısıyla yeni Anayasa’nın odağında devlet, ordu veya cemaat gibi unsurlar değil, doğrudan birey olmalıdır. Yeni anayasa ve yargı reformu kuvvetler ayrımı prensibini, yani yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığını evrensel ölçütlerde karşılayabilmelidir. Bu iki nokta TÜSİAD’ın demokratikleşme yaklaşımının vazgeçilmez temelleridir.
Konuyla ilgili veya ilgi duyan tüm kesimlerin net, anlaşılabilir ve takvimlendirilmiş bir demokrasi paketini ortaya koyması gerekmektedir. Aksi takdirde bu arayışların samimiyeti sorgulanmalıdır.
Şüphesiz bu demokratikleşme paketinin, siyasi partiler yasası ve seçim barajı unsurlarının öncelikli olarak 2011 seçimi öncesinde hayata geçirilmesi, parlamentonun demokratikleşme paketini daha sağlıklı bir zeminde gerçekleştirilmesine imkan tanıyacaktır.
Bu yaklaşımların en büyük ortak paydası süratle hayata geçirilmelidir. Parçalı demokratikleşme paketleri, siyasi fizibilite anlayışı ile gündeme getirilen düzenlemeler artık önemini yitirmiştir.
Bu sürece katkı sağlamak amacıyla, hem Türkiye’deki tartışmaları dikkate alan hem de kurumumuzun bu konudaki 20 yılı aşan müktesebatını da karşılayan bir demokratikleşme paketini ilgili kesimler ve akademisyenlerimizin de desteği ile oluşturmaya ve bu tartışma ortamına katkı sağlamayı tasarlıyoruz. Bu çalışmada yakın dönemde tecrübe edilen yöntem hatalarının tekrar edilmemesini umuyoruz.
Aksi takdirde, yine yönsüz, aşamaları belli olmayan, kurumsal ve ilkesel olmayan, durumsal bir anlayışın yeni dönemde de hüküm sürmesi kaçınılmaz. 2010’lu yılları 90’lı yıllar gibi, hem ekonomik hem de siyasi açıdan kaybedilmiş yıllar olarak anmak istemiyoruz, bu konuda kararlıyız.
Sürecin 2. aşaması ise 2011 seçimleri ile ilişkilidir. Bu seçim, daha yüksek bir demokratik standardın ve Türkiye’nin yüksek gelir grubu ülke kategorisine nasıl çıkarılabileceğinin tartışılabildiği ve bu ana gayeye yönelik programların ortaya konulabildiği bir seçim atmosferi sağlamalıdır. Siyaset seçmene bu temel perspektifi artık sunmak durumundadır.
Bu arka plan anlayışı çerçevesinde, önümüzdeki günlerde, programımızda açıkladığımız üzere;
Kriz ile mücadele,
Krizden çıkışın yönetilmesi,
Türkiye’nin orta gelir grubu bir ülke kategorisinden yüksek gelir grubu kategorisine geçişin sağlanması ve G20 sürecinde söz sahibi bir ülke olabilmesi
Verimliği esas alan bir sanayi politikası,
KOBİ’lerin büyüme sürecine daha yüksek katkı yapabilmeleri
Bölgesel kalkınma sürecinin ivmelendirilmesi
Türkiye’de yatırımcının, girişimcinin ve tüm bireylerin hukuk güvenliğinin tam olarak sağlanması
Enerji, çevre, ulaşım gibi altyapı sektörlerinde stratejik pozisyonların alınması
Kayıtdışı ile samimi mücadelenin gerçekleştirilmesi
İnovasyon kapasitesinin artırılması konularında
somut çalışmalarla yola devam edeceğiz, hükümet yetkilileri ve kamu kurumlarımız ile sürekli işbirliği içinde daha müreffeh bir Türkiye için çalışacağız. Ekonomi yönetiminden aldığımız olumlu perspektif ve kapsayıcı tutum bizleri umutlandırdı. Tüm bu sürecin olumlu sonuçlanmasında Türk girişimcisinin ve TÜSİAD’ın somut katkılar yapabileceğine inancımız tamdır.”