"Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi." Charles Dickens |
Avrupa ve Batı’daki büyük şehirlerde sivil hayatı hedef alan terör saldırıları, son birkaç yıldır devam eden ‘yükselişlerini’ 2016’da ve 2017’nin ilk günlerinde de sürdürdü. Komşusu Suriye’deki çatışmanın etkilerini en çok hisseden ülkelerden biri olan ve aynı zamanda da ‘çözüm sürecinin rafa kaldırılmasının’ ardından PKK ve TAK gibi Kürt grupların da saldırılarını artırdığı Türkiye’de, son bir yılda 20’den fazla terör saldırısı meydana gelirken, 350’den fazla kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi yaralandı.
İnsanların ‘güvenlik’ duygusunu erozyona uğratan terör, Türkiye’de aralarında otobüs durağı, sanat merkezi, emniyet güçlerinin kullandığı binalar ve turistik bölgelerin de yer aldığı birçok farklı noktayı hedef aldı. İnsan olmanın doğasında bulunan, ‘dünyayı belli bir düzene sahip, aynı zamanda da kontrol ve tahmin edilebilir olarak görme’ isteğini yerle bir eden saldırıların bir kısmı da binlerce öğrencinin eğitim aldığı üniversitelerin yakınlarında ya da öğrencilerin her gün kullandığı bölgelerde yaşandı.
Ankara Kızılay’daki otobüs duraklarında Mart 2016’da meydana gelen patlamada 10’dan fazla öğrenci hayatını kaybetti. Saldırı esnasında birlikte olan sevgililer Nurettin Can Çalkınsın ile Zeynep Başak Gülsoy yan yana defnedilirken, ODTÜ öğrencisi Ozancan Akkuş’un 10 Ekim 2015’teki Ankara Garı katliamında yitirdiği arkadaşı Ali Deniz’le birlikte çekilen fotoğrafı Türkiye’deki ‘erken ölümler belleği’nin en iç acıtan bölümlerinden birini oluşturdu.
Sınavlarının bitmesinin ardından arkadaşlarıyla birlikte gezmek için İstanbul’a gelen tıp fakültesi öğrencisi Berkay Akbaş ve Koç Üniversitesi’nde işletme okuyan Görkem Yazıcı aralık ayında İstanbul Beşiktaş’taki Vodafone Arena’ya yapılan saldırının kurbanları olurken; Kemerburgaz Üniversitesi’nde okuyan Iraklı öğrenci Jalal Abbas ise yeni yılı kutlamak için gittiği Reina’da hayatını kaybetti.
Haziran 2016’da Vezneciler’de polis otobüsüne yapılan bombalı araçlı saldırının ardından İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt ve Laleli kampüslerinde, Beşiktaş’taki saldırıdan sonra ise İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Kampüsü’nde eğitime kısa süreli ara verildi. Zarar gören binalarda yapılan tadilatın ardından eğitime yeniden başlanırken, kendilerini ‘savaşın’ içinde bulan ve çevrelerinde yaşanan barbarlığa anlam vermeye çalışan üniversite öğrencilerinin büyük bir kısmı için devam etmek ‘uyum sağlamayı’, en azından bunun için çabalamayı da beraberinde getirdi.
“Atları vurdular Yekpare ne idiyse dağıldı beden Kaçmanın ve susmanın örgütlendiği İçine daha içine geçerek iç içe büyüyen İçiçe saklananları vurdular, yazık” Fatih Mutlu/Koşarken Vurulmuştur |
Saldırılar sonrasında olabildiğince dışarı çıkmaktan kaçındıklarını belirten öğrencilerin büyük bir kısmı toplu taşıma aracı kullandıklarında ya da kalabalık yerlerde bulunduklarında etraflarına kaygıyla baktıklarını ve çevredekilerden birinin ‘saldırgan’ olması ihtimaline karşı tetikte olduklarını ifade ediyor. 19 yaşındaki ODTÜ öğrencisi Aleyna Coşkun, yaşanan saldırının ardından Kızılay’daki dil kursuna gitmeyi bıraktığını söylerken, MEF Üniversitesi’nde okuyan 20 yaşındaki Buse Bey ise ‘dışarı çıkmak zorunda kaldığında’ nasıl davrandığını şöyle anlatıyor:
“Her an kötü bir şey olmasını bekliyorum, genel olarak tedirginim. Dışarıdaki insanlara karşı tedbirliyim, insanların fiziksel görünüşlerine ya da davranışlarına bağlı olarak bazen önyargılı davrandığımı bile düşünüyorum.”
“Öfke, zamanla yerini çaresizliğe ve korkuya bıraktı”
“Sınav dönemi normalde okula daha erken gidip çalışırken bu sene sınava çok az bir süre okula gidip işim biter bitmez eve dönüyorum” diyen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Ece Deniz Ercan, kampüse yakın olması sebebiyle Vezneciler’deki saldırının kendisini daha fazla etkilediğini söylüyor. Saldırıların ‘maalesef’ zamanla günlük yaşamın bir parçası haline geldiğini ifade eden 21 yaşındaki Ercan, ‘başlangıçta duyduğu öfkenin zamanla yerini çaresizliğe ve korkuya bıraktığını’ aktarırken; öfke, çaresizlik ve bıkkınlık terörün öğrencilere hissettirdikleri arasında ön plana çıkıyor.
Saldırıların ardından öğrencilerin neredeyse hepsi ‘öfke’ duyduklarını ifade ederken, zaman zaman ‘hiçbir şey yapılmadığı’ iddiasıyla bu öfke yetkililere ve güvenlik görevlilerine yöneliyor. Terör saldırılarından şimdiye kadar doğrudan etkilenmeyen Eskişehir’de yaşayan ve 10 Ekim 2015’te, Ankara Garı’nda meydana gelen patlamanın erkek arkadaşının yanıbaşında yaşandığını kaydeden Anadolu Üniversitesi öğrencisi 21 yaşındaki Pınar Akın, “Bu olaylar yüzünden bıkkınlık, çaresizlik hissediyorum. Büyük çaplı olaylarda ise intikam duygusu oluşuyor” diyor ve ekliyor:
“Özellikle hükümet ve güvenlik güçlerine karşı öfke duyuyorum. Rutin hale gelen saldırılara karşı hiçbir şey yapılmamasına sinir oluyorum. Her gün bir saldırı haberi alıyoruz. Alışıyoruz artık; eskiden olsa büyük olay olacak şeyler için artık hiçbir şey yapılmıyor çünkü devamı gelecek, biliyoruz.”
Öfke, bıkkınlık ve çaresizlik sıklıkla dile getirilse de; ‘intikam’, öğrenciler arasında tartışmaya açık bir konu. Öğrencilerin bir kısmı intikam duygusuyla aralarına mesafe koymaya çalışırken, bazı noktalarda ise ‘intikam’ isteği öfkenin hemen ardından geliyor. Marmara Üniversitesi’nde okuyan 20 yaşındaki Kaan Tokyol, saldırıların ardından sadece ‘öfke ve intikam’ duygusu hissettiğini belirterek şöyle devam ediyor:
“Kendimi endişeli ve üzgün hissediyorum, nice şehitler veriyoruz, nice kanlar akıyor. Diri gönderilen Mehmetlerin tabutlarını karşılıyoruz. Yine de günlük rutinim hiç bozulmadı aynı şekilde devam ediyorum; geçtiğim caddelerden geçiyorum, kalabalık yerlerde hâlâ geziyorum. Terör günlük yaşamımın bir parçası haline gelmedi ve ben buna alışmayı da düşünmüyorum. Gereksiz ölümlere neden alışayım ki?“
“Bütün iyilik ve kahramanlıklar yeniden yükselecek, sonra yeniden kesilecek ve yükselecek. Şeytani şeyler kazandığı için değil, -hiçbir zaman kazanamayacaklar, ama aynı zamanda da ölmeyecekleri için.” John Steinbeck/A Life in Letters |
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği okuyan Tokyol, terör saldırılarının günlük yaşamını etkilemediğini söylese de, kalabalık yerlere gitmekten, dışarı çıkmaktan kaçındığını kaydeden öğrenciler çoğunlukta. Gençlerin ‘güvenlik önlemleri’ kapsamında evlere çekilmeleri, gündelik alışkanlıklarını da şekillendiriyor.
Çalışan bir öğrenci olan 25 yaşındaki Altay Mehmet, “Bir sene önce işe gelirken Tünel’den İstiklal Caddesi’nin başına kadar yürürdüm. Şimdi ise mümkün olduğu kadar caddeye çıkmamaya çalışıyorum. Çıkmıyorum da. Ara sokaklardan yürüyerek gideceğim yere ulaşmaya çalışıyorum” ifadeleriyle Cihangir’deki işyerine ulaşma rutininde meydana gelen değişiklikleri anlatıyor. İstanbul Üniversitesi’nde okuyan Altay, saldırılar sonrasında ‘akıl sağlığını korumak’ için kitaplara sarıldığını söylerken, 18 yaşındaki İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi Selin Bilen ise İstanbul’daki ilk senesinde edindiği ‘deneyimleri’ şöyle özetliyor:
“Kalabalık yerlerden yürümektense, daha tenha yerlerden yürümek zorunda kalıyorum, bu yüzden de çoğu zaman yolumu uzatıyorum. AVM’lere gitmektense internet üzerinden alışveriş yapıyorum.
Son yaşanan Reina saldırısı beni oldukça etkiledi. Zira söz konusu saldırı görüş farklılığı ve dini temele dayanıyor ve bu durum beni oldukça korkutuyor. Genellikle İstanbul’da kalmak yerine ailemin bulunduğu Çanakkale gibi küçük bir şehire gitmek beni daha güvenli hissettiriyor.“
Yaşananların kendisini rahatsız ve tedirgin hissettirdiğini ifade eden Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi 21 yaşındaki Yasir Çalışkan, saldırıların hayatına etkileri konusunda, “Saldırıların düzenli bir hâl aldığını düşünüyorum. Okuldan sonra dışarıda çok takılmıyorum artık, internetten dizi izleme hobim oldu” bilgisini verirken; üniversite için farklı şehirlere giden öğrenciler de aileleriyle daha fazla vakit geçirmeye çalıştıklarını ifade ediyor.
“Ailenizi öpebilir ve arkadaşlarınıza elveda diyebilir ve aranıza binlerce kilometre koyabilirsiniz; ama aynı zamanda onları beraberinizde taşırsınız, kalbinizde, beyninizde, midenizde. Çünkü sadece siz bu dünyada yaşamıyorsunuz, dünya da sizin içinizde yaşıyor.” Frederick Buechner
|
“Son günlerde ailemle, sevdiğim insanlarla az vakit geçirdiğimi fark ettim ve nedenlerini sorgulamaya başladım” diyen MEF öğrencisi Bey’i destekleyen 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Berk Nursal da İzmir’deki saldırının ardından olay yerine yakınlığı sebebiyle kendisini daha ‘çaresiz’ hissettiğini belirterek şunları söylüyor:
“İzmir’de yaşanan saldırı, yaşadığım ve düzenli hale gelmiş terör saldırılarına daha önce hedef olmadığı için kendimce güvenli gördüğüm şehirde olması sebebiyle endişe çaresizlik vb. duygularımı artırdı. Güvende hissetmiyorum, sevdiklerime kendime bir şey olabileceği endişesini taşıyorum Psikolojim üzerinde etkileri olduğunu düşünüyorum..
Geçen gün, İzmir’in merkezi ve kalabalık bir yeri olan Alsancak’a gitmem gerekiyordu fakat ailem ve arkadaşlarım gitmemem için ısrar ettiler. Bugünlerde ailemle, arkadaşlarımla daha fazla vakit geçirmeye çalışıyorum; zaman zaman dışarı çıkmaktan kaçınıyorum.”
Türkiye’deki üniversite öğrencilerinin hissettikleri, Kasım 2015’te Paris’te meydana gelen saldırıların ardından ‘terörün sadece gazetede okudukları bir şey olmadığını, gerçeğe dönüşerek hemen kapılarının dışında gerçekleştiğini anlayan’ ve ‘Bataclan jenerasyonu’ olarak adlandırılan Fransız gençliğinin hissettikleriyle çoğu noktada paralellik gösteriyor. Yaşam alanları ve tarzları hedef alınan öğrenciler içten içe kendilerine haksızlık yapıldığını düşünerek ‘Neden biz?’ sorusunu sorarken; ‘genç, eğlenmeyi seven, dışa açık’ kelimeleri hem kurbanları, hem de saldırıların ardından hayatları yeniden şekillenen yeni jenerasyonu anlatıyor.
Avrupa ülkelerinde meydana gelen terör saldırıları toplumdaki ‘bir arada durma ihtiyacını’ artırırken; Ankara Garı’nda hayatını kaybedenler anısına gerçekleştirilen saygı duruşunun ıslıklandığı ve tekbir sesleriyle bölündüğü ülkemizdeki ‘birlikte yas bile tutamama’ bölünmüşlüğü Türkiye’deki öğrencileri, “Her şeye rağmen yaşamaya ve yaşadığını göstermeye devam” diyen Fransız yaşıtlarından ayırıyor.
Terör saldırılarının Türkiye halkı üzerinde yarattığı psikolojik etkileri Medyascope.tv’ye değerlendirirken, “Avrupa’da terör eylemleri toplumsal dokuya tamamen yabancı olarak görülüp mahkûm edilebiliyor. Türkiye’de ise durum bu değil. Bazı kesimler, diğerlerini toplumun organik bir parçası olarak görmek yerine, gerekirse ve mümkünse itlaf edilmesi gereken düşmanlar olarak görüyor. ‘Birlik-beraberlik’ laflarının altı boş kalıyor” ifadelerini kullanan Bilgi Üniversitesi akademisyeni ve T24 yazarı Dr. Murat Paker’in de dikkat çektiği ‘bölünmüşlük’, başta gençler olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin ‘teröre cevap verebilme’ refleksini kısıtlıyor. Günlük hayatlarına belli adaptasyonlarla da olsa devam edebilmenin ‘huzursuzluğunu’ yaşayan öğrenciler için hayatta kalmak hem bir mücadeleye, hem de karşı koyamamanın sebep olduğu bir suçluluk duygusuna dönüşüyor.
“Saldırılara alıştım desem bu beni zalim ve duygusuz yapar mı bilmiyorum ama gerçekten artık epey uyuştum” diyen 22 yaşındaki İTÜ öğrencisi Göknil Özer, ‘kimsenin alışmaması gereken bir duruma direnmeye devam ettiği sürece zarar görenin yine kendisi olacağına inandığı’ için bir savunma mekanizması geliştirdiğini söylüyor. Mühendislik öğrencisi Özer’in geleceğe dair ‘önlemleri’ ise terörün etkilerinin sadece bugünü değil, önümüzdeki yılları da etkileyeceğini gözler önüne seriyor:
“Saldırıların ardından günlük hayatımda mutlaka değişiklikler olsa da, eskiden sık sık gittiğim yerlerin çoğuna artık çekinerek ve çok nadir gitmenin dışında önlemlerimin daha çok ileriye yönelik olduğunu söyleyebilirim. Daha çok çalışıyorum ve okuyorum, bir fark yaratıp dolaylı olarak farklı bir yerde yaşama hakkı elde edebilmek için…
Onun dışında şu ana yönelik pek önlemim yok, zaten ne yapabilirim ki, ancak kendimi yıpratırım. Ölüm fikrine kendimi çok güzel hazırladım ve bu sayede her an huzurluyum.”