Oğuz Güven: Bir tweetten dolayı 3 yıl 1 ay ceza aldığımı ülkenin belki yüzde 70’i bilmiyor

Oğuz Güven: Bir tweetten dolayı 3 yıl 1 ay ceza aldığımı ülkenin belki yüzde 70’i bilmiyor

Trafik kazası sonucu hayatını kaybeden Denizli Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Alper ile ilgili atılan ve 55 saniye sonra kaldırılan tweet nedeniyle hakkında 3 yıl 1 ay 2 gün hapis cezası verilen Cumhuriyet gazetesi internet sitesi Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven, "Benim bir tweetten dolayı üç yıl bir ay ceza aldığımı, 80 milyonluk ülkenin belki 70’i bilmiyor, haberi bile yok" dedi.

Gazetecilikte değişim ve bozulmanın Haldun Simavi'nin mesleği bırakmasıyla başladığını söyleyen Güven, "Bugünkü medya ortamında gazetecilik adı altında ama gazetecilik olmayan bir şey yapılıyor" diyerek tepki gösterdi. "Aklımızla dalga geçiyorlar. En çok üzüldüğüm o. Aptal yerine koyuyorlar hepimizi" diyen Güven, toplumun neler olup bittiğinden haberdar olmadığını ifade etti.

Hakkında verilen hapis cezasına ilişkin olarak da konuşan Güven, "Bu yaşa kadar boyun eğmemişim bu yaştan sonra ben niye boyun eğeyim? Beni haber başlığıyla, haber tweetiyle, retweetiyle yargılayamaz" şeklinde konuştu.

Birgün'den Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtlayan Oğuz Güven'in açıklaması şöyle:

»Basındaki çürüme elbette bir sürecin sonucu. Siz, en önemli basın organlarında kritik görevlerde yer almış bir gazeteci olarak bugüne nasıl gelindiğini hakkında ne anlatırsınız? 

Marmara Üniversitesi Gazetecilikten mezun olduktan sonra mesleğe 1983’te başladım. Hürriyet, Haftasonu, Günaydın, Sabah, Kanal D, Yeni Yüzyıl, Radikal, TV8, Kanal 6, CNN Türk, Star, Haber 24, Hürriyet İnternet, Sözcü ve son olarak Cumhruriyet’te çalıştım, çalışıyorum. Benim ve birçok gazeteci için en önemli deneyim Haldun Simavi dönemindeki Günaydın’dı. O dönem gazeteye iki elbiseyle giderdik. Çünkü sabah bir sel baskını haberine, akşam da bir etkinliğe yetişmek, halkı ilgilendiren her konuda bilgi vermek zorundaydık. Ve bütün bunları çantamızda kocaman makinalarla, tek başımıza yapardık.

Hiçbir muhabir bir habere ya da bir geziye, davet eden kişi ya da kurumun parasıyla gidemezdi. Bunun ne kadar önemli olduğunu şimdi anlıyoruz.

»Siz bunu söyleyince geçen günlerde Başbakan’ın ABD gezisine katılan yandaş gazetecilerin gittikleri Brezilya restoranında et yeme yarışması yaptıkları fotoğraf geldi gözümün önüne…

Evet, bizim dönemimizde gazeteci ekonomik olarak bağımsız olduğu için, gittiği haberi, ondan istendiği şekliyle değil, gerçek şekliyle yazma özgürlüğü olurdu. Bu nedenle de kimseden korkmazdık. Haberin doğru mu kardeşim? Güveniyor musun? Bu kadar, gazetede üstlerinin sana en fazla soracakları buydu.

"Gazetecilikte bozulma Simavi'nin mesleği bırakmasıyla başladı"

»Yani haberin doğruysa korkacağın hiçbir şey yoktu, şimdi ise tam tersi. Haberin doğruysa korkman, en iyi ihtimalle tedirgin olman gerekiyor çünkü bunu senin yanına bırakmayacaklar, bırakmıyorlar da zaten, değil mi?

Öyle. Örneğin, Özal’ın villasının gidip, fotoğrafını çekmiştim. Gazeteye döndüğümde, yayın yönetmeni bana “bu haberin doğru mu?” diye sordu, o kadar. “Doğru ağabey” dedim ve haber basıldı. Yayımlandıktan sonra da kimseden ne baskı ne tehdit gördük. Ama sonradan Haldun Simavi tıkanıp gazeteciliği bıraktıktan sonra her şey değişti tabi. Büyük paralarla büyük transferler yapıldı ve bozulma başladı.

»Gazetecilik ideallerinizle bu dönem yaşadıklarınız, hakkınızda ve birçok gazeteci hakkında bombardıman şeklinde açılan davalar, nasıl ve nerede çakışıyor?

Bir kere gazetecilik dediğin, halkın sesini duyurmaktır, ezilenin sesini duyurmaktır. Benim meslekteki sürecim 35 yıla yaklaşıyor. Ve son bir yıldır, bir yıl bile değil son sekiz aydır adliyeye gittiğim kadar, ömrüm boyunca adliyeye gitmedim, haber yapmanın dışında tabii. Çünkü biz hep doğru haber yaptık. Gazeteci özü gereği zaten muhaliftir, öyle olması gerekiyor. Çünkü hep güzellikleri yazarsan olmaz. Nerede bir aksaklık varsa gazeteci bunu yazmak zorundadır ki düzeltilsin. Bunu kötü niyetle yazmaz. Bozulmanın sıçrama yaptığı bir diğer nokta da, gazetelerin Babıali’den ayrılması oldu. Çünkü Babıali’de gazeteciler arasında hem rekabet hem dayanışma vardı, hem de dürüstlük.

»Bugünkü medya ortamına bakınca ne görüyorsunuz?

Büyük üzüntü duyuyorum. Yani gazetecilik adı altında ama gazetecilik olmayan bir şey yapılıyor. Aklımızla dalga geçiyorlar. En çok üzüldüğüm o. Aptal yerine koyuyorlar hepimizi. Suriye meselesinden örnek verelim, Şam’da namaz kılıyorduk hani? Ama bugün olanları bir zafer gibi sunabiliyorlar. Bırakın yandaşları, merkezde olduğunu iddia eden gazeteler de yapıyor bunu. Peki, bir yalanın ve yanlışın üstü nereye kadar örtülebilir? Hatalıydık dersin, hatalı politika uyguladık dersin, ama hayır; her zaman haklılar ya da her zaman mağdurlar! Bugün geldiğimiz noktada gazeteci gazetecinin kurdu olmuş. Gazeteciler birbirini hedef gösteriyor. Çok acı bir şey! Yani beni tanımaz etmez, beni nasıl hedef gösterir anlayamıyorum. Bırak yandaşları, demokrat liberal geçinenler de aynı şeyi yapıyor. Utanmadan bunu sosyal medya sayfalarında açık açık yapıyorlar. Fikirdir bu ya, fikirdir. Tartışırsın ama kalemi silah olarak göremezsin.

» 55 saniye sonra silinmiş ve haber dilinde aslında basmakalıp bir ifade olan içeriğe sahip bir tweetten dolayı 32 gün tutuklu yargılanmıştınız, şimdi de 3 yıl 1 ay hapis cezası aldınız, bekliyor muydunuz? 

Çok açık söyleyeyim, bu ülkenin ne hale geldiğini, benim bir tweetten dolayı üç yıl bir ay ceza aldığımı, 80 milyonluk ülkenin en iyi ihtimalle yüzde 50’si, belki 60’ı, 70’i bilmiyor, haberi bile yok. Ne olduğundan, neler bittiğinden toplumun haberi yok. Benim gibi adamın FETÖ’yle yan yana gelmesi mümkün mü? Ama iddianamede FETÖ propagandası yaptı diyor benim için. Peki, tweette FETÖ yazarken nasıl FETÖ propagandası yapmış olabilirim? Bunu yapan da bir gazeteci!

»O “gazeteci”nin sizi hedef göstermesi ile hakkınızda açılan dava, Cumhuriyet’e yapılan operasyon sürecinde, işin bahanesi oldu tabii.

Tabii ki, bu senenin başından beri açılan davalardan belliydi. Hatta şu örnekten başlamak anlamlı olacaktır sanırım: 35 yıllık meslek hayatımda, karşı karşıya kaldığım ilk dava, Recep Tayyip Erdoğan dönemindedir. Onun belediye başkanı olduğu dönemde, metronun ray ihaleleri gibi birçok konuda yaptığımız haberler nedeniyle. Son dönemde ise bir gün emniyetteyiz, bir gün savcılıkta. Devamlı ifade veriyoruz. Neden biliyor musun? Şu başlıklardan dolayı: “AKP’li başkan yardımcısı tehdit etti”. Ya adam silahla çekmiş, bunun için soruşturma başlatılmış, ne başlık atsaydık? Bir diğer başlık: “Erzincan Cem Evinde yangın çıktı”. Bu haber için de soruşturma açıyor, peki neden? Yangın çıkmadı mı deseydik? Bir diğer başlık: “Uğur Kaymaz’ı öldüren polis darbe girişiminde öldürüldü”. Bunun için savcı beni çağırıyor ve diyor ki, Uğur Kaymaz PKK’lı imiş, ben nasıl onu öldüren polisi darbe günü öldüğünü yazarmışım, ne demek istiyormuşum? Ben de savcıya Uğur Kaymaz’ın 12 yaşında bir çocuk olduğunu, babasının yanında öldürüldüğünü söyledim ama haberi yok ki! Bunlarla uğraşmaktan, arkadaşlarımıza desteğe gitmekten, biz gazetede iş yapamaz olduk.

»Amaç da bu değil mi zaten…

Bu yaşa kadar boyun eğmemişim bu yaştan sonra ben niye boyun eğeyim? Beni haber başlığıyla, haber tweetiyle, retweetiyle yargılayamazsın. Geçmişten bir şey bulabiliyor musun? Bulamıyorsun. Bu yüzden suç yaratıyorsun, bunun tek amacı susturmak, “Sen sus ve çekil git!” diyorlar.

»Yani muhalif bir gazeteci bugün iktidarın gözünde bir “teröristten” çok daha tehlikeli değil mi? Tabii terörist olarak tanımlanan her ne ise, zira T.C’de en hızlı değişen tanım teröristin tanımı…

Elbette, muhalif gazeteciyi sürekli olarak terör örgütü propagandası ile suçluyorlar. Ben askerde bile silah almayı reddettim elime, o kadar uzağım silaha. Benim işim gazetecilik, röportaj hiçbir şekilde suç olamaz, kaldı ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı var. Ama bana röportajı yayınladın diye ceza veriyorlar. Aldığım cezaya bakın: Devlet silahları bırakın çağrısı yapıyor, Kandil’deki adam da cevap veriyor, bırakmayacağım diyor, şimdi bu cevabı yazmayacak mısın? İnsanların bilmek hakkı. Burada 50 bine yakın insan kaybettik ya! Ve biz, çözüm süreci olduğunda destek olduk, yeter ki insanlar ölmesin, analar ağlamasın, tek isteğimiz buydu. Kan dökülmesin artık bu gençler ölmesin, yeter ki barış olsun istiyoruz. Ama barış istemenin de suç olduğu bir ülke haline geldik.. Bunu dillendirmek, bunu yazmak terör örgütü propagandası sayılıyor, bu çok acı bir şey.

»Avrupa, Türkiye’de olan biteni yakında takip ediyor. Oradaki gazetecilerden nasıl tepkiler alıyorsun?

Anlamakta çok zorlanıyorlar. Türkiye’de diğer her şey gibi gazeteciler üstündeki baskıyı da, bırakın sosyal demokratını, Avrupa’nın en ırkçısı bile anlamıyor. Bir haberin suç olabileceğini, bir fikrin suç olabileceğini anlayamıyor.

»Türkiye basınında, halkın nabzını en çıplak şekliyle tutan ve hala mesleğe devam eden birkaç gazeteciden birisiniz. Size göre Türkiye, son 15 yılda en çok neyi kaybettik?

Adalet duygusu o kadar çok zedelendi ki insanlar sindi. Benim bu cezayı aldığımı gören adam korkuyor. Sosyal medyada bir paylaşım yaptığımda eskiden yüzlerce kişi paylaşırdı, şimdi paylaşmaktan korkuyorlar. Biz muhalif gazetecilere verilen cezalar, dünya tarihine kara bir leke olarak geçecek kararlar. İstersen beni hapislerde çürüt, eline ne geçecek, sen bu lekeyi temizleyemezsin ki.

Bugün nasıl olsa kimsenin sesi çıkmıyor, yazmıyor diye vur abalıya. Ama bunu tarih yazacak. Vicdan kaybedildi. Aktrolleri dışlıyorum zaten onlar küfür ve hakaretten başka bir şey bilmiyorlar ama haksızlık karşısında eskiden bir ses çıkardı ve bu, hükümete geri adım attırırdı. Ama baskılar arttıkça, işte fikirlere terörist muamelesi yapılınca insanlar ses çıkarmaya korkuyor. İnsanları işten atıyorsun, kardeşim Fetöcü tamam, o zaman 15 Temmuz darbesinin hesabını sor, darbeciler belli! Ama sen ne yapıyorsun? Demokratları, solcuları işinden ediyorsun, hakkını isteyene içeri atıyorsun. Normal bir ortamda Nuriye Gülmen’in tekrar tutuklanması mümkün olur muydu! Baştan beri tutuklanması mümkün olmazdı. Bu vicdansızlığı anlamak mümkün değil ki.

»Bu vicdansızlık sizi yıldırıyor mu?

Ben çok duygusal bir adamım. Film sahnesinde bir kediyi görsem ağlarım. Bir kızım var, torunum var ama biz de susarsak ne olacak? Yoksa ben de güneyde keyif sürmeyi bilirim. Ben denizci bir adamım, denize açılırım. Ama 12 Eylül öncesinde yetişmiş insanlarız ve bu ülkenin güzel olması için, demokratik bir ülke olması için, özgür olması için binlerce arkadaşımızı yanımızda kaybetmiş insanlarız. Nasıl vazgeçeyim mücadeleden?