"OHAL ruhunun her saniyeye nüfuz ettiği Cumhuriyet davasında, 'hayatın olağan akışı' kavramının yeri yok"

"OHAL ruhunun her saniyeye nüfuz ettiği Cumhuriyet davasında, 'hayatın olağan akışı' kavramının yeri yok"

Cumhuriyet gazetesi yazarı Çiğdem Toker, "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla beşi tutuklu yargılanan Cumhuriyet yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davaya ilişkin olarak, “OHAL rejiminden olsa gerek, Cumhuriyet davasına dair önem taşıyan hiçbir gelişme ve unsur hayatın olağan akışına uygun seyretmiyor” ifadesini kullandı.

Çiğdem Toker’in “Hayatın olağan akışı” başlıklı yazısı şöyle:

Hukuktaki “hayatın olağan akışı” kavramını bilirsiniz. Derslerde, yargılamalarda, mahkeme kararlarında sıklıkla başvurulur. 

Hayatın olağan akışı, gelişmeleri, davranışları yorumlamada kullanılan bir kriter. Fakat -OHAL rejiminden olsa gerek- Cumhuriyet davasına dair önem taşıyan hiçbir gelişme ve unsur hayatın olağan akışına uygun seyretmiyor.  İlk duruşması basında sansürün kaldırılış yıldönümü 24 Temmuz’da, önümüzdeki duruşması da gözaltıların birinci yılı olan 31 Ekim olarak belirlenen Cumhuriyet davasından söz ediyorum. 

Cumhuriyet yazar ve yöneticilerini FETÖ’cülükten suçlayan savcının bir FETÖ sanığı olduğunun anlaşıldığı davadan.

Çağlayan Adliyesi’nde sekiz saat süren üçüncü duruşmada, bomboş iddianamenin belkemiğini oluşturan tanıklardan biri, “Türkiye’nin en iyi köşe yazarı” olduğunu rahatlıkla söyleyebildi mesela. Arkadaşlarımızı salonda abartılı jestlerle bağıra çağıra FETÖ’cülükle itham eden “Türkiye’nin en iyi köşe yazarı” Gülen’e dalkavukluk ölçüsünde övgüler yağdırdığı yazısı önüne çıkarılınca “baskı altında mecbur kaldığını” da söyleyebildi. Aynı tutumu Gülen’den ödül aldığı ortaya çıkınca da sürdürebildi.  Tanıklardan yaşı kemale ermiş ve insanın “insan gerçekten iyi yaşlanmayıbilmeli” dedirten diğerinin, bütün bu sürece temel oluşturan imzasız şikâyet dilekçesinin sahibi olduğu -kendisi reddetmesine karşın- el yazısı karşılaştırmalarıyla anlatılarak ortaya çıkarıldı. 

Bundan da kendisinden çok salondakiler esef duyabildi mesela. 

Daha duruşma sürüyor, karar henüz açıklanmamışken, iktidar gazeteleri arkadaşlarımızın tutukluluğunun devamına karar verildiği haberini yayımlayabildi. Neyse ki onların, gerek yöntem gerekse cesaret bakımından Cemaat medyasından tevarüs ettikleri bu davranışlarının, hayatın olağan akışına uygun bulmamız beklenmedi. 

332 gün süren tutukluluğun, -sırf bu rakamın kendisi dehşet vericiyken- hukuksuzluğunu tane tane, “insan sevgisi”nden söz ederek akademik ve mesleki birikiminden etkileyici örneklerle açıklayan Köksal Bayraktar’ın saygıyla sunduğu bir metnin fotokopi örneği sertçe reddedilebildi. 

Bu sert tutuma itiraz ederek meslektaşıyla dayanışma gösteren kıdemli bir savunma avukatının duruşmadan çıkarılması gündeme gelebildi.

OHAL ruhunun her saniyeye nüfuz ettiği bu davada, “hayatın olağan akışı” kavramının yeri yok. 

Tam da bu nedenle değerli meslektaşımız Kadri Gürsel’in tahliyesinde yine kendisinin ifadesiyle “Sevinecek bir durum yok” 

Tabii ki 330 gün süren tutukluluk 331. güne dönerken verilen tahliye kararının, Gürsel’in kişisel/sevdikleriyle ilgili; bizlerinse mesleki ve dostluk dünyasında anlamlı bir karşılığı var. 

Ama bu kadar. 

Savcılık da mahkeme de 11 ay süren tutuklulukta hâlâ delillerin toplana- mamış olmasının, -Bayraktar’ın dediği gibi- sorumluluğunu taşıyor.