Rengin Arslan
15 Temmuz'daki darbe girişimi sonrası ilan edilen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 3 ay daha uzatılmasını Türkiye'nin yararına bulduğu olağanüstü hâl (OHAL) sürecinde çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 12 televizyon ve 11 radyonun yayını durduruldu.
Anadolu Ajansı, TÜRKSAT yayını Şubat ayında durdurulan İMC TV'nin de listede bulunduğunu bildirdi. İMC TV, kendilerine gönderilen herhangi bir açıklama olmadığını belirtti.
Yayınları durdurulan televizyonlardan Hayatın Sesi'nin avukatlarından Devrim Avcı, BBC Türkçe'ye yaptığı açıklamada, kendilerine şu ana kadar ulaşmış bir kapatma kararı ve gerekçesi iletilmediğini söyledi.
Avukat Avcı, normal koşullarda bu kararın, kanal kapatılmadan tebliğ edilmesi gerektiğini belirtti.
BBC Türkçe'ye son gelişmeleri değerlendiren Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Türkiye Temsilcisi Özgür Öğret ise 'OHAL'in muhalif basını susturmak için kullanılmadığını iddia eden hükümetin bir kez daha kendisini yalanladığı' görüşünde.
Öğret, "Darbe girişimini başarıyla bertaraf etmekte medyanın yardımını alan iktidarın daha hoşgörülü bir anlayışla devam edeceğine dair beklentilerin boşa çıktığını üzüntüyle izliyoruz" diyor.
Kapatılan ve iki yöneticisi tutuklanan Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma amacıyla "eş yayın yönetmenliği" yapan gazetecilerden biri olan Devrimci İşçi Sendikaları Konferderasyonu (DİSK) Basın-İş'in yöneticilerinden Ayşe Düzkan de gidişattan kaygılı:
"Daha önce mensubiyeti ve faaliyetleri suç olmayan bir kurumun, yapının, örgütün, yasalarda bir değişiklik de olmadan faaliyetlerinin sınırlanması, üyelerinin, çalışanlarının suçlu sayılması bir rejim değişikliğine işaret eder."
Hükümet normal koşullar altında uzun bir hukuki süreç gerektiren bir yayın organını kapatma kararını, OHAL'in getirdiği ve sadece Bakanlar Kurulu'nun onayı ile uygulamaya konabilen KHK'lardan aldığı yetkiyle çok kısa bir sürede uygulamaya koyabiliyor.
Bu yetkiye dayanarak darbe girişiminden sonra aralarında Taraf ve Zaman gibi gazetelerin de yer aldığı 100'den fazla basın yayın kuruluşu kapatılmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet yetkilileri beyanlarında, Türkiye'nin basın özgürlüğü sorunu olmadığını söylüyor.
Hükümet, özellikle darbe girişiminde bulunmakla suçladığı ve Fethullah Gülen Cemaati'ne ve PKK'ya yakın olduklarını düşündükleri yayın organlarının "terör örgütü propagandası" yaptığını, hapse atılanların gazeteci olmadığını vurguluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta Bloomberg televizyonuna verdiği mülakatta, "Türkiye'de 120 gazetecinin tutuklu olduğuna" yönelik bir soruya, "Bu rakamlar doğru değil" yanıtını vermiş ve eklemişti:
"Medya mensuplarının suç işlemez diye bir özelliği var mı? Onlar da suç işliyor. Darbe sistemini yazdığı yazılarla destekliyorsa bu suçtur. Siyasetçi suçta bedel ödüyor, medya mensubu neden ödemesin. Cezayı ben değil yargı veriyor. Silahlı terör örgütlerine destek veren köşe yazarları var, silahlı yakalanan gazeteciler var. Bunlar bedel ödemeyecek mi?"
Türkiye'de basın özgürlüğüne yönelik ihlallerin, tutuklu veya gözaltındaki gazetecilerin listesini tutan sendikalar ve kuruluşlar tutuklu gazetecilerle ilgili olarak farklı veriler veriyor. Ancak verilerine bakılırsa bu rakam en az 87.
"Bazen bir, beşe eşittir! Aslında İstanbul'a Ayşe Düzkan ve Ragıp Duran'ın yargılanacağı davayı takip etmek için gelmiştik. Ancak toplam 15 gazetecinin yargılandığı 4 farklı davayı takip ettik sonunda."
Avrupa Gazeteciler Federasyonu Türkiye gözlemcisi Barry White, iki gazetecinin Özgür Gündem gazetesine destek nedeniyle yargılandıkları davayı izlemek için 10 gün önce geldiği İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde söylemişti bunları.
Darbe girişiminin üzerinden yaklaşık 2,5 ay, Düzkan ile Duran'ın ve diğer gazetecilerin yargılandığı davanın üzerinden ise 10 gün geçti.
Ancak ne öncesinde ne sonrasında gazeteciler için pek az şey değişti.
Gazeteciler neredeyse her gün ifade vermek veya gözaltına alındıkları için veya Can Dündar gibi silahlı saldırı sonucu mağduru oldukları dava nedeniyle adliyelere gidiyorlar. Bir kısım meslektaşları da adliyeye gitmek durumunda kalan meslektaşlarının haberlerini yapmak için onlara katılıyor.
Öyle ki, basın özgürlüğü ihlallerini takip eden, gazetecilerin oluşturduğu Ben Gazeteciyim isimli sosyal medya hesapları, #BasınaBaskıdaBugün etiketiyle her gün paylaşımlarda bulunmaya başladı.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) İstanbul Şubesi Başkanı Uğur Güç, önce darbecileri yargılamak bahanesiyle bütün gazetecilere gözdağı verildiği şimdi ise yayın organlarının kapatılmasıyla bütün muhalif seslerin devre dışı bırakılmak istendiği görüşünde.
Uğur Güç, "Tek ses, tek aygıt olarak devletin güdümündeki kanallar olsun istiyorlar. Bunun adı da maalesef demokrasi olmuyor" diyor.
Redhack isimli bir grup bu hafta, bakanlık düzeyinde e-posta yazışmaları olduğunu iddia ettiği bazı belgeleri sızdırmıştı. Belgelerde Doğan Medya Grubu yöneticilerinden Mehmet Ali Yalçındağ'ın, hükümet yetkililerine veya Cumhurbaşkanı danışmanlarına attığı öne sürülen e-postalar basına yansımıştı.
Yalçındağ, Cumhuriyet gazetesine yaptığı açıklamada, grubunun siyaseten hükümete angaje olduğu izlenimi veren söz konusu e-postaları kendisinin atmadığını ve bilgisayarının hacklendiğini söylemişti.
Uğur Güç ise sendika olarak, uluslararası basın kuruluşları ile birlikte sosyal medyada, tutuklu gazeteciler için kapsamlı bir kampanya düzenleyeceklerini söylüyor. Amaç, tutuklu meslektaşlarına destek vermek ve uluslararası kamuoyunu bilgilendirmek.
Gazeteciler, mesleklerinin gereğini yerine getirmeleri için gerçekleştirdikleri faaliyetlerin hukuk önünde suç veya delil olmaktan çıkartılmasını, gazetecilik faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklanan meslektaşlarının derhal serbest bırakılmalarını istiyor.
DİSK Basın-İŞ'in çağrısıyla düzenlenen ve farklı kurumlardan gelen gazetecilerle yapılan bir forumda dile getirdikleri bu taleplerin ardından, hükümete bir de çağrıları var:
"OHAL'in tanıdığı gazete kapatma, yayın durdurma ve her türlü basına yönelik sansür ve engelleme girişiminden vazgeçilsin."