Oktay Akbal Cumhuriyet gazetesi
Bir süre “Evet Hayır”ı yazamadım. Rahatsızlık diyeceğim. Yaşlılık diyeceksiniz, doğru, ama yeterli değil. Kendimi tanıyamıyorum, ben gitmişim o kalmış. Yaşantım boyunca bu ikinci kişiliği yanımda buldum. Elli yıl, az zaman mı? Yeniden başlamak. Biraz komik gelmiyor mu? Bozuk yazı makineleriyle niye uğraşıyorsun?
Ama herkesin bir görevi vardır. Yaşamasına yardımcı. Benimki zaman zaman yiter gider. Beni bambaşka yollara iter. Makine güzel işliyor işte. Hani bu yüzden mi yazıları kestim. Genç bir arkadaş, “Acelen ne, biraz ara ver, dinlen” diyor eksik olmasın.
Birey olarak içinde yaşadığım ortam hiç de iyi değil. Gazete manşetlerinde her sabah ürkütücü konularla karşılaşıyorsun. İçinden kolayca çıkılmaz sorunlar. Bunları kim çözecek, kim? Bizler mi? Yoksa sizler, okurlar mı? Her biriniz gazeteyi yıllardır okuyorsunuz. Belki daha yıllarca... Bir geleneği var, bir geçmişi var, bir de geleceği var. Bakıyorum genç kalemler eskileri aratmıyor.
Mevsimler değişti. Göz açılıp kapanana kadar güneş bir kenara çekilir oldu. Yağmur hemen onun yerini almaya koştu. Kentlerin her biri boyunun ölçüsünü aldı. Kimi taşkınlarla, kimi sellerle boğuştu. Önemli olan insanoğlunun bu doğa değişikliğinin altında ezilmemesi...
Pencereden bakıyorum. İlhan’ın çoktandır kapalı kalan penceresinden değil, evin denize doğru bakan küçük aralığından. Bir türlü denizi olduğu gibi görebilecek bir evim, bir balkonum olmadı. Olanlar da kısa sürede kaçtı. Beni bu geçkin yaşımda doğanın oyunlarıyla bıraktı. Bir türlü iç açıcı bir yazı, bir haber göremiyorum. Neler neler var diyorlar ama ben birini bile göremiyorum.
İşte kasım da gitti. Hiç sevmediğim aralık artık yok. Ocak, derken şubat, mart, sonra sevgili nisan. Nice üzüntüleri bir yana atıp birazcık sevinsem mi?
Bir aşk, hem de bir ömür boyu süren, sürecek, destanlara konu olacak bir aşktı özlediğim ve kavuştuğum. O bir insan, ama benim yaşamamın nedeni, varlığıyla mutlu olduğum, eşim, sevgilim, yaşantımın en güzel, en zengin biricik varlığı...