Öldürülen Savaş Buldan'ın kızı Zelal Buldan, “Babam Hakkında”yı anlattı: İçe attıklarımızdan kurtulduk

Öldürülen Savaş Buldan'ın kızı Zelal Buldan, “Babam Hakkında”yı anlattı: İçe attıklarımızdan kurtulduk
Babası Savaş Buldan’ın öldürüldüğü gün doğan Zelal Buldan’ın “Babam Hakkında” isimli belgeseli hem faili meçhul cinayetlerin geride kalanlara neler hissettirdiğini anlatıyor hem de herkese “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” diye sesleniyor.

Zelal Buldan'ın babası Savaş Buldan, 3 Haziran 1995'te yani Zelal'in doğduğu gün öldürüldü. Cinayet, "faili meçhul cinayet" dosyaları arasındaki yerini aldı. Zelal Buldan belgeselini Twitter hesabından tüm kamuoyu ile paylaştı. Belgeseli faili meçhul cinayetlerle yaşamdan kopartılan insanların arkasında kalan insanların neler yaşadığını gösteriyor

Buldan belgeselin çekim sürecine  ilişkin bianet'ten Evrim Kepenek'e konuştu. Söyleşi şu şekilde:
 
Önce sizi tanıyalım?

İstanbul’da doğdum. Ortaokul bitene kadar İstanbul’da okudum. Lise hayatım Ankara’da geçti. Fakat sonra tekrar üniversite için İstanbul’a dönüp sinema ve televizyon okudum.

Son sınıfa geldiğimde mezuniyet projem için bir kısa film veya belgesel çekmem gerekiyordu. Belgesel konumu seçmem için çok uzaklara bakmam gerekmedi, etrafım herkesin bilmesini istediğim yaşam hikâyeleri ile doluydu.

Bu sebeple, küçük bir çocukken tanıştığım ve orada büyüdüm diyebileceğim Cumartesi Anneleri’ne çevirdim kameramı. Mezuniyet projem için Hanım Tosun’un belgeselini çektim ve belgesel dünyasına girmiş oldum.

Benim için bir başlangıçtı. Derdimi ifade ederken en çok rahat ettiğim alandı sinema. Hanım Tosun ile ilgili Özge Gedik ile çektiğimiz belgeselimiz Londra merkezli bir festivalde finale kaldı; bu süreçte bir kişi bile izledikçe mutlu oldum. Çünkü bir kişi daha duyulmasını istediğim bir hikâyeyi öğreniyordu.

“Babamın öldürülmesi ailede pek konuşulmaz”

Babanızla ilgili pek gündeme gelmediniz daha önce, sizi bu belgeseli hazırlamaya iten nedenler nelerdir?

Üniversiteden mezun olunca kendimi biraz daha geliştirmek amacıyla yüksek lisans yapmak istiyordum. Başvurduğum okullardan kabul alınca belgesel üzerine yüksek lisansa başladım.

Yüksek lisansta yine bir belgesel çekmem gerekiyordu. Bu sefer yine çevremdeki hikâyeler arasında gidip gelirken biraz daha yakına yani kendi hayatıma odaklanma düşüncesine yoğunlaştım.

Birinin hikâyesini anlatmayı çok kıymetli bulurdum fakat kamerayı kendime çevirmek konusunda kafamda çok fazla soru işareti vardı.

Babamın ölümü belgeselde bahsettiğim gibi daha önce hiç konuşmadığımız bir konuydu. Zorlanacaktım fakat iyi de gelecekti. Bu sebeple öncelikle otobiyografik belgeseller izleyerek kendi hikâyemi “nasıl tarafsız anlatırım”?”ın arayışına girdim.

Özgün bir iş yapmak istiyordum. Belgeselim için ilk adımlarımı atıp şu anki halinin kısa bir versiyonunu çektim ve bölüm birincisi olarak mezun oldum.

Fakat belgeselim ve konuşulmamışlar henüz bitmemişti ve katarsis anını yaşamış hissetmiyordum. Ve eğitim hayatım sonrası ilk belgeselim olacak olan katarsis belgeselini tamamlamaya karar verdim.

“Annemin kabul edip etmeyeceğinden emin değildim”

Anneniz Pervin Buldan, belgesel kararınızı duyunca nasıl bir tepki verdi?

Annemi arayıp babam hakkında bir belgesel çekmek istediğimi ve bunun için ilk kez babam hakkında konuşacağımızı söyledim.

Kabul edip etmeyeceğinden emin değildim. İlk etapta birbirimize video mektuplar ile içimizi dökeceğimizi, sonrasında aynı konuşmayı birlikte yapacağımızı söyledim. Kabul etti.

“İçe attıklarımızdan kurtulmuştuk”

Belgeselde hem Pervin Buldan’ı hem de sizi ayrı ayrı dinliyor olmak insana başka bir etki yapıyor. Bu görsel anlatım dilini nasıl kurdunuz?

Farklı bir iş yapmak istedim, herkesi kamera karşısına oturtup babam hakkında sorular sormak bana kolaya kaçmak gibi geldi.

Bu yüzden “Bu iç dökme, dertleşme anlarını seyirciye nasıl geçirebilirim" diye düşünmeye başladım. Bunun en doğal yöntemi insanın sorular eşliğinde değil de kendi içinden geldiği gibi anlatmasıydı.

Kameraya bakarak anlatırken bir yandan annem bana seslenecekti ama bir yandan da izleyiciyle konuşuyor gibi olmalıydı. Bu yüzden o konuşurken rahat etmesi için odadan çıktım. “Bana ne söylemek istiyorsan onu söyle, kamerayı benmişim gibi düşün” dedim sadece anneme. Annemin rahat olması için ortamı da hiç değiştirmedim mesela. Kadrajı süsleyecek detaylar koymadım, çünkü orası olabildiğince doğal olmalıydı ki bir belgeselin içerisinde olduğunu unutup içinden geldiği gibi konuşabilsin. Aynı şekilde kendim konuşurken de bunlara dikkat ettim.

Sonrası nasıl geldi?

Önce annem bana seslendi, sonra ben ona. İki aşamada da odada tektik, onun kısmında kamerayı ayarlayıp odadan çıktım. Ne ben onun bana söylediklerini duydum, ne o benim ona söylediklerimi.

Sonrasında annemin kısımlarını dinlediğimde, çok fazla aynı cümleleri kurduğumuzu gördüm. Konuşmadıklarımız, söylemek istediklerimiz hep aynıymış.

Her zaman “Biz annemle gözlerimizle konuşuruz bu konuyu” derim. Yıllarca gözlerimizle konuştuklarımızı dile getirince aynı şeyleri söylemiş olduk.

Bu konuşmayı yüz yüze yapma kısmını gerçekleştiremedik, ama ikimiz de ağladık, arındık, toparlandık ve değiştik. Belgeselin kahramanları değişime uğramışlardı yani ve mükâfatımız da içe attıklarımızdan kurtuluşumuzdu.

Aslında çok daha kısa sürede bitireceğimi düşündüğüm belgeselimin bitmesi 1 yıl sürdü. Bunun sebebi benim için ağır bir konu olmasıydı. Sıkça erteledim. Annemin bana seslendiği kısmı çok merak etmeme rağmen haftalar sonra izledim mesela.

Kendimi yıpratarak bu işi yapmam doğru değildi çünkü, kendimi, bedenimi, ruhumu dinlemeye özen gösterdim. Kurgu yaparken binlerce kez duyduğun cümleler bir zaman sonra yük olmaya başlıyordu çünkü. Benimse hedefim bu yükü azaltmaktı tam tersine.

O yüzden kendimi rahat bırakarak, iyi hissettiğim günlerin gecesinde otururdum bilgisayarın başına. Bazen 20 kadar sonra pes eder, bazen sabaha kadar kurgulardım. Bir diğer zor olan konu ise arşiv taramasıydı. 25 yıldır ertelediğim her şeyi bu sene izledim.

Ne hissettiniz?

Babamın cansız bedeninin fotoğrafını ilk kez küçükken görmüştüm mesela, biraz şans eseri. 20 yıldır bir kere bile tekrar açıp bakmamıştım, cesaretim olmadığından değil. Hep güzel sözlerle duyduğum babamı o halde görmek istemediğimdendi. İkinci kez bu belgeseli yaparken gördüm ve belgeselde de kullandım. Çünkü bazen görmek istemediğin şeyleri başkalarının görmesi gerekiyor.

Bazı şeylerin unutulmaması gerekiyor, sen ne kadar unutmak istesen de. Yine mesela Türkiye’nin en çok izlenen mafya dizisinde babamın, dizinin en sevilen karakterleri tarafından güle oynaya öldürüldüğü bir sahne var. Onu da ilk kez izlemiş oldum arşiv taraması yaparken. Bunların hepsi ufak detaylardı ama zordu ve vakit aldı haliyle.

“Evin içindeki Pervin Buldan’ı yansıttım”

Belgeselde alışık olduğumuz Pervin Buldan yok. Siyasi kimliğinden öte bir Pervin Buldan’la karşılaştım. Sayenizde annenizle yeniden tanıştık. Bunu özellikle mi yaptınız?

Bu ayrıntıya özellikle özendim çünkü alışık olduğumuz Pervin Buldan’ı zaten her zaman izliyoruz. Televizyonda, haberlerde, sosyal medyada…

Ama onun iç dünyasını bilmiyoruz. Bütün siyasetçiler için geçerli bu aslında. Türkiye’de hiçbir siyasetçiyi bu şekilde gördüğümüzü hatırlamıyorum, her gün gördüğümüz bu insanların hiçbirini tanımıyoruz aslında. Ben de annemin görünmeyen tarafını, televizyonda görünen sert mizacının aksine duygusal tarafını da göstermek istedim. Evin içerisindeki Pervin Buldan’ı yansıtmaktı amacım yani.

Babanızın öldürüldüğü gün doğmak sizi nasıl etkiledi?  Bu sizde bir öfkeye neden oldu mu mesela? Faili meçhul cinayetler konusunda da mücadele ediyorsunuz ailece, bu mücadele size nasıl hissettiriyor?

Dünyada sayılı insanın yaşadığı bir şeydir bu diye düşünüyorum, babanın öldürüldüğü gün doğmak. Bu tabii ki benim için zordu fakat annem ve abim için daha zordu diye düşünürüm hep. Alıştıkları bir insanı kaybetmek.

Benim içinse bir “yokluk” duygusu hâkimdi. Hayatımda “baba” kelimesi yoktu, anlamını, hissiyatını bilmiyordum. Babamın öldürüldüğünü küçük bir çocukken öğrendiğim için öfkeyle büyümedim, çünkü farkında değildim hiçbir şeyin ve öfke duymak bir çocuğun kalbine sığabilecek bir duygu değildi.

Sonra büyüdükçe, diğer faili meçhullerin hikâyelerini dinledikçe içimde yaşadım kırgınlığımı, üzüntümü. Babamın katillerinin cezalandırılması benim için çok önemliydi. Ben henüz belgeselin kurgu aşamasındayken babamın katilleri beraat etti.

O gün içimde oluşan boşluk hissini anlatmam pek mümkün değil. Yeni oluşan bir boşluk değildi aslında, olan bir boşluk biraz daha büyümüştü. Ama bizim mücadelemiz hep sürdü ve hayatımız boyunca da sürecek.

“Doğum günümde evimiz çiçek bahçesine dönüyor”

Annenize bir yerde “doğum günümü kutlamayacak mısın?” diyorsunuz, nasıl kutlanıyor doğum günleriniz biraz anlatır mısınız?

Aslında kutlanmıyor. Yani kendi isteğimle bir doğum günü kutlaması yapmıyorum tabii ki, ama çevremdekiler, arkadaşlarım, kuzenlerim hep beni mutlu etmek için ufak sürprizler yaparlar, evim çiçek bahçesine döner her sene, telefonum hiç susmaz.

Kötü hissetmemem için ellerinden geleni yaparlar, bu konuda hepsine çok büyük bir teşekkür borçluyum. Evin içerisi ise sessiz olur genelde. Sabahtan mezarlığa gideriz ailecek. Bir haziran sabahı ne kadar soğuk hissettirebilirse o kadar soğuk hissettirir o sabah bana. Ev metruk gelir gözüme. Mezarlıktan eve birlikte döneriz ama herkes bir odaya çekilir genelde. Akşam bir pasta keseriz ama bir kutlama havası hâkim olmaz tabii.

“Güldüğün zaman başa çıkman kolay oluyor”

Yaşadıklarınız karşısında her şeye rağmen gülümsüyorsunuz ve “ağlamak güçlü insanlara özgüdür” gibi bir söyleminizi duydum belgeselde. Bu gücü nasıl buluyorsunuz?

İnsan doğduğu gün yaşayabileceği en büyük şeyi yaşayınca sonra kolay kolay yıkılmıyor sanırım, ufak tefek şeyleri dert eden biri olmadım mesela hayatım boyunca.

Belgeselin başında da dediğim gibi şakaya vururum genelde her şeyi, karakter meselesidir belki ama hem gülmeyi hem birini güldürebilmeyi çok severim. Gülmek bulaşıcıdır derler ve bizim gülmeye çok ihtiyacımız var. Güldüğün zaman yaşadıklarını unutmuş olmuyorsun, başa çıkman kolaylaşıyor. Güçlü olmak biraz da buradan başlıyor bence, insani duygularını içinde tutmadıkça.

Gülmek kadar doğal bir olay ağlamak da. Kendimizi belli kalıplara sokmaya çalıştıkça yükümüz artıyor ve gücümüz tükeniyor. “Ağlamak güçlü insanlara özgüdür” çok daha yaşamın bana öğrettiği ve tecrübe ede ede öğrendiğim bir mesele bu sebeple.

“Faili meçhuller binlerce babasız kalan çocuk..”

Faili meçhul cinayetlere yönelik tepkiniz nedir?

Belgeselimde de kullandığım, izleyince çok etkilendiğim bir sahne var. Doğduğum gün, babamın öldürüldüğü gün anneme uzatılan bir mikrofon var, o sırada ağlıyorum ve annem “bu çocuğun ağlayışları size her şeyi anlatır” diyor.

Bu sahne bize her şeyi anlatır bence. Binlerce babasız kalan çocuk. Binlerce evladını yitiren anne. Binlerce gözyaşı. İşkenceye uğramış bedenler ve üstü kapatılmış dosyalar.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Biraz teşekkür etmek isterim. Öncelikle bu röportaj için teşekkür ederim. Belgeselimle ilgili gelen yorumların hepsine tek tek teşekkür ederim. İzleyen, izleten herkese teşekkür ederim. Belgeselimi bitirdiğim zaman ilk kez Sırrı Süreyya Önder’e göndermiştim, ondan gelen kıymetli yorumlar bana cesaret oldu, çok fazla teşekkür eden biri olduğum için kendisine teşekkür etmemi yasaklamıştı ama sonuncusu bu olsun. Yani, bir süreliğine son...

Seste, müzikte, altyazında, renkte ve kurguda emeği geçen herkese teşekkür ederim. Benim hep yanımda olan arkadaşlarıma, aileme teşekkür ederim. Mücadele eden, mücadele edenlere ortak olan herkese teşekkür ederim. Kendime de teşekkür ederim, ilk kez bu belgesel ile kendime bir doğum günü hediyesi verdiğim için. Cumartesi Annelerine teşekkür ederim, varlıkları için. Anneme ve abime teşekkür ederim, kabul ettikleri için. Babama teşekkür ederim, hep güzel anlatıldığı için.