"Ölmek için değil haksızlığı düzeltmek için açlık grevindeyiz!"

"Ölmek için değil haksızlığı düzeltmek için açlık grevindeyiz!"

Kanun hükmünde kararname (KHK) ile ihraç edilen ve akademisyen Nuriye Gülmen ile "İşimizi geri istiyoruz" diyerek 127 gün önce açlık grevine başlayan öğretmen Semih Özakça'nın eşi Esra Özakça, "Semih’in hafızası da gayet yerinde. Çok fazla okuyor. En çok şikâyet ettiği şey, kitap sınırlaması. Bu, Nuriye Hoca için de geçerli" dedi.

Eşi tutuklandıktan sonra açlık grevine başlayan Esra Özakça, "Ölmek için değil haksızlığı düzeltmek için açlık grevindeyiz!" ifadesini kullandı.

Esra Özakça'nın Hürriyet yazarı Ayşe Arman'a yaptığı açıklamalar şöyle:

“Semih ile Nuriye” 127 gündür açlık grevinde... Cezaevi koşulları nasıl?

- Nuriye Hoca ve Semih, cezaevine girdiğinde, onlarla bir heyet görüşmüş ve demişler ki, “Bilinciniz kapandığında biz size müdahale edeceğiz!” Onlar da cezaevinin onlara tayin ettiği doktorları reddetmişler ve demişler ki, “Bizim ilk günden bu yana takip eden doktorlarımız var Ankara Tabipler Odası’ndan, onlar bizi takip etsin!” Ama Adalet Bakanlığı buna izin vermedi.

Peki şimdi durum ne?

- İçeceklerini ya kendileri hazırlıyor ya da koğuş arkadaşları. Tabipler Odası takip edebilmek için sürekli başvuruda bulunuyor, sürekli reddediliyor. Avukatları her gün onları görüyor, hem sağlıklarını kontrol etmek hem de varsa şikâyetleri öğrenmek için. Onların ilettiklerini, biz buradaki doktorlara soruyoruz. Bu, çok sağlıklı bir yöntem değil ama şu an, bir doktor kontrolü söz konusu değil...

Peki onlara, “Şu kadar tuz, şu kadar şeker, şu vitamini almalısınız!” diyen kim...

- Biri yok, kendileri. Bir de öncesinde yaşadıkları 120 günün tecrübesine göre davranıyorlar. Mesela tuzu çok mu aldılar? Diyor ki, “Ödemim oluştu tuzu azaltmalıyım!” Çok da seçenekleri yok. Dediğim gibi, biz belli şikâyetlerini doktorlara aktarıyoruz ama tabii doktorların görmeden karar verebileceği şeyler değil, haliyle onlar da genel tavsiyelerde bulunuyorlar...

Organlarından ne kayıplar verdiler şimdiye kadar?

- Çok ciddi bir kas yıkımı söz konusu. Özellikle Nuriye Hoca’nınki. Semih de boynundan çok şikâyetçi. Ve böbrek ağrısı ikisinde de çok fazla. Büyük ihtimalle böbrekleri durumdan çok etkileniyor. Ama ne boyutta bir yıkım var ve ne aşamada, onu bilemiyoruz. İkisi de tutunarak yürüyor artık...

25 kilo vermek çok ciddi bir şey...

- Evet. Açık görüşte sarılabiliyoruz. Geçen açık görüşümüzde dedi ki Semih bana, “Çok zayıflamışsın kemiklerin sayılıyor”. “Bana diyene bak!” dedim. En zor anımızda bile sevgi doluyuz. Ama şu anda eski resimlerimizden çok farklıyız. Bir de biz çok hayat dolu, yemeyi çok seven bir çifttik, birlikte bir şeyler hazırlamaya, sofra kurmaya bayılırdık. Evvelsi günkü görüşte, yine geçen sene gittiğimiz Marmaris tatilimizi konuştuk. Bir çadır kampa gitmiştik, çok güzeldi, o anlardan söz ettik...

Peki Allah korusun, bilinçleri kapanırsa, cezaevi “Biz size serum vereceğiz!” derse ne olacak...

- Evet, onlar da böyle düşünüyor. Ve yönetmelik de Türkiye’de buna imkân sağlıyor. Bunu reddeden uluslararası anlaşmalar var ama Türkiye böyle bir yönetmelik getirmiş cezaevlerine. Gerçi şu anda böyle bir şey söz konusu değil. Semih’in hafızası da gayet yerinde. Çok fazla okuyor. En çok şikâyet ettiği şey, kitap sınırlaması. Bu, Nuriye Hoca için de geçerli...

Aileler ne sıklıkla ziyaret edebiliyor?

- Biz her pazartesi görebiliyoruz Semih’i.

Dilim varmıyor sormaya ama ne zaman geri dönülmez sınıra geliyor insan?

- Kesin bir şey yok! Kişiden kişiye değişiyor. O kişinin sağlık durumuna, genetik yapısına göre farklılık gösteriyor. Ama artık bizimkiler çok zor bir sürece girdiler...

“Ne var ki! Ölmek istemiyorlarsa, yemek yesinler!” diyenlere cevabınız nedir?

- Aslında zamanla her şeye tepki vermemeyi de öğrendik! Nuriye Hoca ve Semih diyor ki, “Biz ölmek istemiyoruz, biz hakkımızı arıyoruz. Biz talebimizin yerine getirilmesi için bunu yaptık!”

Sizce bu duruma son vermenin yolu ne?

- Bir an önce haklı taleplerin yerine getirilmesi tabii ki! Yerine getirilemeyecek bir şey de yok. İki öğretmen işlerini geri istiyor. Bundan daha sade, daha basit bir şey olabilir mi?

Örgüt üyeliği suçlaması için siz ne diyeceksiniz?

- Bakın, böyle bir suçlama için kanıt göstermeniz gerekiyor. Beni de aynı şeyle suçladılar. Twitter’da eşimi falan paylaşmışım, tabii ki paylaşacağım. Nuriye Hoca ve Semih de aynı şeylerle suçlandılar, bir gazeteciye röportaj vermişler bilmem ne. Ortada somut bir delil yok. Ama Türkiye’nin hali bu. Binlerce insan somut delil olmadan içeride! Biz 250 gün boyunca örgüt adı mı kullanmışız, bir söylem mi söylemişiz, ne demişiz? Sadece “İşimizi geri istiyoruz!” demişiz. Türkiye’de sokakta yürürken bile, örgüt üyesi suçlamasına maruz kalabilirsiniz. Kanun Hükmünde Kararnamelerle herkesi örgüt üyesi ilan ettiler!

Ne hayaller kuruyordunuz geleceğe dair?

- Eskişehir’e tayinimizi bekliyorduk. Çok mutlu bir çiftiz biz, mutlu güzel günler hayal ediyorduk...

Öğretmenliği bırakalım filan...

- Biz bu işe çok emek vererek girdik. İkimiz de varlıklı ailelerin çocuğu değiliz. Bunun bir KPSS hazırlanma süreci oldu, yıllarca çok zor şartlarda işimizi icra ettik. Ben çok severek öğretmenlik yaptım, Semih de öyle. Neden kendi isteğimiz dışında mesleğimizden atıldık, yani bunu hazmetmek gerçekten kolay değil. Ve bir yandan da başka bir iş yapma imkânı yok. Kanun Hükmünde Kararnamelerle atılan insanlar “sosyal ölü” haline getiriliyorlar...

Nasıl yani?

- Şöyle ki, başka yerde iş bulduğunuz zaman bir SGK dökümü veriyorsunuz o yere. Orada yazıyor, “Şu kararnameyle atılmıştır!” diye. Ya buna cesaret edip işveren sizi alıyor, çoğunlukla da almıyor. Bir anda “sosyal ölü”  oluyorsunuz. KHK’larla atılanlar arasında bir sürü intihar vakasından söz ediliyor...