Rize Çamlıhemşin'de, Mayıs ayında Kaçkar Dağı zirvesine tırmanan ekipte yer alan 41 yaşındaki Mustafa Okan İnceer, dönüş yolunda kayalıklarından iniş yaparken düşüp, yaşamını yitirdi. Sepin İnceer eşinin ardı ardına yapılan hatalar ve ihmaller sonucu yaşamını yitirdiğine inanıyor. Sepin İnceer'in eşi Okan İnceer'in ardından verdiği ölüm ilanında şu şözler bulunuyor: 'O güzel gözlerinde Allah’ı gördüm. Kalbinde, ilahi aşkı buldum. Sana hiç doyamadım, çünkü sana doyulmaz. Okan’ım, canım, aşkım, bebeğim, sevgilim, her şeyim, seni her şeyden çok seviyorum, biliyorsun. Yolun açık olsun...' Sepin İnceer 16 yıllık aşkına eşi benzeri görülmemiş şekilde veda etti. "Eşini asla morga sokturmuyan Sepin İnceer Rize’den teslim alıp, sabaha kadar onunla konuşuyor, başında bekliyor, kendi elleriyle Zincirlikuyu Gasilhanesi’nde yıkıyor, sonra eve getiriyor, bir gece boyunca çiceklerle süslü yataklarında Okan’la birlikte yatıyor, 41 yıl boyunca Okan’ın hayatına giren, onu seven insanlar o odaya gelip Okan’a, Okan’ı anlatıyorlar."
Sepin İnceer eşini kaybettikten sonra yaşadıklarını ve çok özel vedasını Hürriyet'ten Ayşe Arman'a şu cümlelerle anlattı:
"Ne denir, nasıl denir bilmiyorum. Başın sağ olsun, Allah sabır versin. Hiçbir şey çektiğin acıya merhem olmaz. Ne oldu size? - Kocam Okan, Kaçkarlar’da sadece dağ yürüyüşünden ibaret bir tura katıldı. Yani öyle olduğu söylenen bir tura. Rehber liderliğinde... Dağcı değildi, hayatında ikinci kez böyle bir şeye katılıyordu. Ve orada düştü, boynu kırıldı, öldü. Artık iki çocuğumun babası yok.
O an kötü davrandığım herkesten özür dilerim
Delirmemek için n’apıyorsun? - Beni artık hiçbir şey delirtemez! Ben Okan’ımı Rize’de bir cami avlusunda buldum. Öyle koymuşlar bebeğimi, yapayalnız, onu öyle gördüm ya... Böğürdüm acıdan. Bu acıyla nasıl yaşanıyor? - Aslında yaşanmıyor. Yaşamaya çalışıyorum. Tek yolu da yüzleşmek! İlk bir ay paso küfrettim. Hayatım boyunca ağır küfür asla etmedim ben. Okan’ı koymuşlar ceset torbasına, biraz ileride de bir kalabalık vardı, ben onları dağcılar sandım, beni görmemek için kaçtıklarından haberim yoktu, döndüm o insanlara bağırdım. Meğer onlar otopsi yapmaya gelen görevliler, kaymakam yardımcısı, imam filanmış. İstemeden kötü şeyler söyledim. O anda orada kötü davrandığım herkesten özür dilerim. Bana öyle “Çocukların için dik dur!”larla, “Çok hırpaladın kendini”lerle gelen kimseyi dinlemedim. Bana sonsuz destek kız arkadaşlarım var. Hepsinden devamlı, “Sen ne dersen o!”yu duyuyordum. Acı bana ne yaptırdıysa onu yaptım, hâlâ da öyle yapıyorum. Okan’ın ölümü nasıl gerçekleşmiş? - Ticari bir dağcılık faaliyeti için iki rehberin olduğu bir grupla Kaçkarlar’a gitti. Orada ardı ardına yapılan hatalar ve ihmaller sonucunda inişte düştü. Kafasını çarptı, boynu kırıldı ve öldü. O öpmeye kıyamadığım bedeni, 300 metre sürüklendi bir de.
Sen nasıl bir ruh halindeydin? - Mayısın başında içimde çok acayip bir yas duygusu hissetmeye başlamıştım. Bir hafta hüngür hüngür ağladım. Hatta Okan’a “Dünyanın bütün yasını kalbimde hissediyorum!” demiştim. Birimiz iyi olmadığında sarılarak yatma alışkanlığımız vardı bizim, uzun bir süre sarılmıştık birbirimize. Yasla alakalı kitaplar ısmarlamıştım. Okan pazar günü öldü. Ben cumartesi gecesi ölenler için yapılabilecek bir ritüeli okuyordum. Birkaç gün sonra o ritüeli kocama yaparken buldum kendimi.
Bu işte ihmal var diyorsun yani. - Kesinlikle! İstasyonun yeterince sabitlenmediğini düşünüyorum. Ayrıca neden ip ve stop descender çıkıyor ortaya? Neden kuzey rotası kullanılıyor? Biliyor musun, usta dağcıların bile gözü açılıyor “Kuzey rotası” dediğimde. Bu insanlara tırmanış öncesi iple iniş eğitimleri olup olmadığı soruldu mu? Okan asla böylesine ahmakça bir işe girmezdi. Nerede kaldı rehberin rehberliği? Zaten ben Rize’ye gittiğimde, Sahil Camii avlusunda ne rehber vardı ne ekip. Okan’ın iki lise arkadaşı dışında kimse yoktu. Ya siz nasıl insanlarsınız, ticari bir faaliyette rehberlik yapıyorsunuz, bir adam ölüyor ama jandarmaya ifade verdikten sonra herkes arazi oluyor. Ben 45 kilo, 1.50 metre boyunda bir kadınım, benden mi korktular?
Rize’ye gidince peki? - Avludaki insanlara kükredikten sonra aşağıda beyaz floresan ışıklı yerde gördüm onu. Bir daha da başka kimseyi görmedim, kilitlendim ona. Sarısını hiç unutmayacağım o ceset torbasına bebeğimi koymuşlar. Başında kimse yok. Koştum. Sarıldım. Her yerini öptüm. Onu her şeyden çok sevdiğimi, deliler gibi sevdiğimi anlatıyordum. Ve devamlı teşekkür ediyordum. Otopsi yerlerine baktım. Çıplak bedenini kendi üzerimdekilerle örttüm. Ben orada delirmediysem bir daha delirmem! Okan’ın bedenini öyle gördüysem, şu hayatta her şeyi görebilirim. Bedenine yeni doğmuş bir bebeğe yapacağım gibi yumuşak davranılmasını istiyordum. Işıkları söndürdüm. Mum yaktım. “O tozlu şeye asla Okan’ı sokmam!” diyerek tabutu sildirdim. Bence çektiğim acının büyüklüğünü yüreklerinde hissettikleri için ne diyorsam yapıyorlardı. O gece nerede kaldınız? - Rize’de cami avlusunda sabahladık. İmam sabah 8’de geliyormuş. Onu sabah yıkamamız ve öğlen uçağıyla İstanbul’a götürmemiz gerekirmiş. O zamana kadar da morga koymamız doğru olurmuş. Hemen itiraz ettim. Okan bir saniye bile benden ayrılmayacak, asla morga girmeyecekti! “Erken uçakla gideceğiz ve İstanbul’da yıkanacak!” dedim. Uçağa bindiğimizde tabutundan defalarca öperek ayrıldım, kavuşunca yine tabutu defalarca öptüm. Senin aklında o sırada ne var? - Okan’ı eve götürmek var. O bedenden bir saniye bile ayrılamıyordum. Tabii İstanbul’da mezarlığa girince çıkmanın bu kadar meşakkatli olacağını bilememişim. Gasilhaneye gittik. Yıkadıktan sonra ille de mezarlıktaki morga konması yönünde yine birtakım sesler yükselmeye başladı. “Mümkün değil, eve götüremezsiniz!” dediler. Ben de “Okan’ı morga sokmanız için beni öldürmeniz gerekiyor!” dedim. Sonunda onları eve götürmeye ikna ettim. “Yıkamaya da ben gireceğim!” dediğimde deliliğimi anladıkları için olay çıkmadı. İnsanın ölmüş kocasını yıkaması nasıl bir deneyim? Bu kadar güçlü müsün, korkmadın mı? - Hayır, korkmadım. Ama bu benim gücüm değil. Okan’la yaşadığımız şeyin gücü. Okan’ın ve benim...
O gece kadınlar anlattı, erkekler ağladı
Ve sonra eve getirip yatağınıza yatırdın... - Evet. Çünkü bir saniye bile bırakamıyordum. 'Bırakmak' için sanırım bırakmamam gerekiyordu. Arkadaşlarım yatağımızı çiçeklerle süslemişti, Okan’ı yatırdık. Onunla nasıl vedalaştın? - Yanına çok sevdiği şeyleri, kahve çekirdeği, ikimiz için manası olan objeleri koydum. Ben de yanına uzandım. Sabaha kadar sarılarak öperek Okan’la yattım. Aklımda, sabaha kadar Okan’ın doğumundan ölümüne hayatını anlatarak onu onurlandırmak vardı. Yakınlarımız, dostlarımız odaya giriyor, Okan’ın hayatını anlatıyorlardı. Öylece saatler geçti.
Doğru mu anlıyorum; 41 yıl boyunca hayatında yer etmiş insanlar, o gece Okan’a, Okan’ı mı anlattı? - Evet. Annesi doğumuyla başladı. Oradan ölümüne kadar geldik. Pek çok sevdiği insan geldi, vedalaştı onunla. Düşününce, Almodovar filmi gibiydi. Ben yatakta Okan’a sarılmışım. Bir sürü insan bizim yatak odasında. Bir de beden için klima açık, insanlar mayıs sonu paltolarla, hırkalarla... Kadınlar konuştu, anlattı, erkekler ağladı. Ne güzel bir insan olduğunu konuştuk. Sabaha karşı Okan’ın hiçbir yere bırakamadığım bedenini toprağa bırakmaya hazır olduğumu hissettim. O çok çok çok sevdiğim bedeninden, artık kendi ölümüme kadar ayrılmaya hazırdım.
Çocuklar babalarını yatakta çiçekler içinde yatar görünce ne yaptı? - Kızım babasının ayaklarına dokundu, bedeniyle vedalaştı. Oğlum da... Kızım babasının artık canlanmayacağını başta anlayamadı. “Babamı oturtalım, kollarını, bacaklarını oynatalım, canlansın!” diyordu. Ona babasının bir elbise çıkarır gibi bedenini çıkardığını anlattım. O zaman anladı.
Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz