Ölümüne Boşanmak: Türkiye’de kadına yönelik şiddeti konu alan İngiltere’nin Oscar adayı film

Ölümüne Boşanmak: Türkiye’de kadına yönelik şiddeti konu alan İngiltere’nin Oscar adayı film

"Kollarıma ateş etme, çocuklarıma bakamam."

Bunlar, Arzu Boztaş'ın eşi tarafından defalarca vurulmadan önceki son sözleriydi. Eşi Arzu'yu o kadar fena yaraladı ki, kollarını kaybetti ve iki bacağının da kesilmesi gerekti.

Dying to Divorce (Ölümüne Boşanmak) adlı film, En İyi Uluslararası Uzun Metrajlı Film ve En İyi Belgesel dallarında Oscar'a resmen aday gösterildi. İngiltere'nin Oscar adayı düşük bütçeli belgeselde, Arzu Boztaş'ın hikayesi de anlatılıyor.

Galler'in Powys kentinden yönetmen Chloe Fairweather, Türkiye'de kadın cinayetlerinin artmasını konu alan filmi 5 yılda çekti.

Türkiye'de aile içi şiddete maruz kalan kadınların oranı üçte birden daha fazla. Bu, ekonomik olarak gelişmiş ülkeler arasında en yüksek oran.

Türkiye'deki insan hakları gruplarına göre bu yıl, şimdiye kadar en az 345 kadın öldürüldü.

'Hayatımı mahvetti'

Arzu, altı çocuğunun babası olan eşinden boşanmak için adliyeye gideceği gün ağır yaralandı ve hayatı tamamen değişti.

Eşinin, bir metresi olduğunun ortaya çıkmasından sonra boşanmaması için yalvardığını ancak daha sonra karşılıklı rıza ile boşanmayı kabul ettiğini söylüyor.

Ama o gün eşi bir pompalı tüfekle geldi.

Arzu, ablasının evinde nekahat ederken o gün olanları hatırlıyor:

" 'Yere yat ve bacaklarını uzat. Seni öldürmek için ateş etmeyeceğim, sadece süründüreceğim' dedi."

Kabul etmeyince iki bacağına da ateş etti.

Arzu, "Beni vurmaması için ona yalvarmadım, kollarım için yalvardım" diyor:

"'Kollarıma ateş etme, çocuklarıma bakamayacağım' dedim.''

" 'Tekerlekli sandalyede de olsam çocuklarımın peşinden gidebilirim ama kollarım olmazsa ne yapacağım?' dedim."

Daha sonra kocasının kollarının altından çektiğini ve onlara birer birer ateş ettiğini söylüyor.

Arzu'nun iki bacağı da kesildi ve kollarını kullanamaz hale geldi.

"Hayatımı mahvetti" diyor eşi için Arzu.

Babası Ekrem Cansever, Arzu'yu 14 yaşında evlendirdikten sonra "çok pişman" olduğunu söylüyor.

"Onu genç yaşta evlendirdiğim için kendimi suçlu hissediyorum" diyor ve ekliyor:

"Çocuklarımın hayatını mahvettim. Bunu neden yaptım? Ne olmuş gelenekse?"

Yozgat Cezaevi'nden konuşan eşi Ahmet Boztaş ise "Bu kadar ileri gitmezdim ama gururuma, namusuma hakaret etti" diyor.

Boztaş hükümeti suçluyor:

"Aslında Türkiye'deki yasalar bizi bu duruma getirdi, kadınlar hakları adına yanlış yapmaya teşvik edildi... Sonunda acı çeken erkekler oluyor."

Boztaş, 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Kübra, eşiyle tanışmadan ve evlenmek için Türkiye'ye dönmeden önce Londra'da Bloomberg için çalışan, başarılı bir haber sunucusuydu.

Beyin kanaması geçirdi ve kızlarını doğurduktan iki gün sonra felç kaldı.

Eşi Neptün'ün bir tartışmanın ardından başına dört kez vurduğunu söylüyor. Bu yüzden sezeryan ile doğum yaptı.

Ölümüne Boşanmak, beyin kanamasından 2,5 yıl sonra onun hikayesini anlatıyor. Ailesiyle birlikte yaşıyor, tekerlekli sandalye kullanıyor ve yavaş yavaş yeniden konuşmayı öğreniyor.

Kübra, kızını yaralanması sonrası hiç görmedi. Ailesi, ona haftada üç gün erişim hakkı verildiğini ancak Neptün'ün ailesinin herhangi bir görüşmeye izin vermediğini söylüyor.

Annesi, "Kübra'yı televizyonda bir anne ve çocuk gördüğünde teselli etmek imkansızdır'' diyor ve ekliyor:

"Her zaman onu getireceklerini söylüyorlar ve sonra getirmiyorlar; Kübra'nın kalbi kırık".

Ölümüne Boşanmak, Kübra'nın velayet savaşını ve mahkemede ifadesini vermek için tekrar konuşmayı öğrenme sürecini takip ediyor.

Eşi sonunda saldırı suçundan 15 ay hapis cezasına çarptırıldı.

'Adaletsiz sistem'

Benzer hikayeleri olan birçok kadına destek veren, aile içi şiddet aktivisti ve Kübra'nın avukatı İpek Bozkurt, Türkiye'de adalet sistemini, eleştirdiği için çalışmalarını tutuklanma korkusuyla sürdürüyor. ''Eşlerini, kızlarını ya da hayatlarında eskisinden farklı şeyler yaşamak isteyen kız arkadaşlarını cezalandırmak isteyen katilleri bu ülke koruyor" diyor:

"Bu sistemin ne kadar adaletsiz olduğunu ve ona karşı savaşmak zorunda olduğunuzu görüyorsunuz."

BBC Türkçe'ye konuşan Avukat İpek Bozkurt, filmin yönetmeni Chloe Fairweather'ın yaklaşık 6 yıl önce Özgecan Aslan davasını takip etmek için Türkiye'ye gittiğini söyledi.

Chloe Fairweather, İpek Bozkurt'la, Özgecan Aslan'ın 11 Şubat 2015'te öldürüldüğü Tarsus'ta tanışmış. Fairweather, farklı davaları takip etmek istediği için Bozkurt'a eşlik etmeye devam etmiş.

Bozkurt, ''Bizdeki davaların ne kadar uzun süreceğini bilmiyordu. Filmi çekerken Türkiye'nin gündemi, sistemi, yönetimi değişti. Bunların hepsi filme dahil edildi. Kadın davalarının arka planında Türkiye'nin yakın siyasi tarihine de bakan bir çalışma haline geldi'' diyor ve ekliyor:

''Kadın sorunu, ülkenin durumundan, bireysel silahlanmanın arttırılması gibi kararlardan ya da iktidarın durumundan bağımsız olarak ele alınamaz.''

Uluslararası Af Örgütü'ne göre Türkiye'de yargı sistemi, adil yargılamayı gözardı ediyor ve uluslararası insan hakları hukuku kapsamında korunan eylemleri cezalandırmak için "geniş tanımlı terörle mücadele yasalarını" uyguluyor.

Örgüt; gazeteciler, politikacılar, aktivistler, sosyal medya kullanıcıları ve insan hakları savunucularının, gerçek veya itham edildikleri muhalefet nedeniyle yargı tacizine maruz kaldığına söylüyor.

Türkiye Mart ayında; aile içi şiddeti önlemeyi, kovuşturmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlayan İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmişti.

Muhafazakar kesim, Sözleşme'nin cinsiyet eşitliği ve cinsel yönelim temelinde ayrımcılık yapmama ilkelerinin, aile değerlerini baltaladığını ve eşcinselliği teşvik ettiğini savunuyor.

Filmin yönetmeni Chloe Fairweather ve yapımcısı Sinead Kirwan, ülkenin çalkantılı dönemlerinde, kadınların adalet mücadelesini takip etmek için beş yılı Türkiye'ye gidip gelerek geçirdiler.

15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini, 2017'de ülkenin güçlü ama kutuplaştırıcı Cumhurbaşkanı Erdoğan'a geniş yetkiler veren bir referandum izledi.

'Tam mazlum'

Chloe Fairweather, fon bulma sorunlarının ve belgeseldeki kadınların yaşadığı uzun yargı süreçlerinin, projenin "zor bir yolda" olduğu anlamına geldiğini ve bazen asla tamamlanmayacağından korktuğunu söylüyor. "Hikayenin ortaya çıkması için bir aciliyet hissettim, bu da filmi yapmak için çok fazla momentum sağladı'' diyor:

"Kadınlar çok ilham vericiydi ve hayatlarını değiştiriyor, ilerliyor, inanılmaz zorlukların üstesinden geliyor ve bu zorluklar karşısında daha da güçleniyorlardı."

Chloe Fairweather, filmin 94. Oscar Ödülleri'nde İngiltere'yi iki kategoride temsil etmek üzere seçildiğini duyunca şoke olduğunu söylüyor. Kesinlikle şaşırdıklarını ve "Ne?, Ne?, Ciddi mi?" diye tepki verdiğini söylüyor:

"Bu şekilde bir film yaptığınızda kendinizi biraz aykırı, tam bir mazlum gibi hissediyorsunuz. Bu yüzden şaşırdık ama filmin bu şekilde tanınmasından ve sorunun gerçekten önemli bir konu olarak kabul görmesinden memnunuz.''