Siyasal partilerin 1 Kasım seçim yarışının start çizgisinin hangi kulvarından koşacağı aşağı yukarı belli olmuş gibi. Örneğin CHP –nasıl olacağı bahsini geçiştirerek– “memleketin huzura, barışa, istikrara duyduğu ihtiyacı” karşılayacak parti kulvarında koşmayı seçtiğini Recep Tayyip Erdoğan’la –dolayısı ile AKP ile– hiçbir polemiğe girmeyeceğini peşinen bildirerek ilan etti. Ülkenin her biri yakıcı hale gelmiş sorunları hakkında yusyuvarlak sözler ederek umduğu sonucu alıp alamayacağını göreceğiz.
AKP ise, yakın geçmişte Numan Kurtulmuş’un Has Partisi’ni koynuna almakla gösterdiği “beceri”nin bir benzerini BBP ve SP üzerinde de gösterir ise –ki öyle gözüküyor– Sûnni muhafazakârlığın tamamının yer aldığı kulvardan, Tuğrul Türkeş gibi hamlelerin de yardımıyla Türkçü muhafazakârlığın kulvarına da geçerek, MHP’yi daha dar bir şeritte koşmaya mecbur ederek, avantaj sağlamanın peşinde.
AKP’nin bütün rakiplerine karşı uyguladığı kulvar daraltma stratejisinin esas hedefi, zaten bilindiği üzere HDP. PKK’ya karşı yeniden başlatılan harekatın asıl amacının PKK’yı geriletmek veya yıldırmak değil, HDP’nin Kürt seçmenlerini bezdirmek, Türk seçmenlerini sindirmek, bu partinin yükseliş trendini kırmak olduğu, açıklama gerektirmeyecek kadar ortada. Ve şimdiden besbellidir ki; AKP ve Saray iktidarı, HDP’ye karşı 7 Haziran seçim kampanyasının başından beri uyguladığı bu stratejiyi –7 Haziran’da ters tepmesine rağmen– bu defa daha da sertleştirerek, daha da gözünü karartarak uygulayacak ve sonuçta 1 Kasım seçim kampanyası belki de tarihimizin –linç ve kitlesel çatışma, provokasyon dahil– “vahim olay” sayısı ve kan, can bedeli en ağır kampanyası olacaktır.
Bu muhtemel bilançoyu daha da ağırlaştıracak olan faktör, MHP’nin de AKP’nin Türk milliyetçiliği kulvarından parsa toplama hesabına “milliyetçi refleks”leri daha sık ve şeditleştirerek cevap vermeye yönelmesidir. Türkiye’nin Kürt/Türk fay hattının geçtiği Iğdır, Kars, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Malatya, Adıyaman, Gaziantep gibi illerinde Adana, Mersin, Antalya, İzmir, Kocaeli, İstanbul gibi büyük Kürt topluluklarının yaşadığı Batı Türkiye vilayetlerinde milliyetçi kışkırtmalara açık “barut fıçıları” ile oynanma ihtimali tüm ürperticiliği ile önümüzdedir. Bu seçim kampanyası dönemini fiili bir sıkıyönetim, askeri-polisiye bir kuşatma kıskacında geçireceği belli olan Kürt nüfus yoğun illerdeki bunaltıcı ortam ve havanın nelere gebe olabileceğini düşünmek bile istemeyebiliriz.
Bu son derece karamsarlık verici tablo karşısında, büyük bir endişeyle sorulacak “ne yapmalı” sorusuna alışıldık türden bir cevap vermek, son analizde cevap verememekle eşdeğerdedir.
Çünkü durum bir diğer ifadeyle şöyle özetlenebilir. “Ne yapmalı” sorusunun özneleri olan mevcut siyasal partilerden ikisi –AKP ve MHP– girdikleri milliyetçilik rekabetinin her ikisi açısından da kritik önemi nedeniyle (AKP’nin “eksiği”ni Türk milliyetçi oylarla kapatmaktan başka çaresi yoktur; MHP AKP’nin hamleleriyle oy kaybederse, barajın altına düşme tehlikesiyle yüz yüze kalır) ülkenin genel tablosunun kararmasına aldırmayacaktır. CHP ise giderek kararacak bu tablonun ortasında bir “huzur, güven, barış, sağduyu” adası gibi görünmenin rantına “yatırım” yapmanın gereği olarak, kılını kıpırdatmayacaktır. HDP ise parti, örgüt olarak PKK’ya halen hâkim eğilim, MHP ve AKP’nin oluşturduğu zımni “milliyetçiler ittifakı”nın çifte kıskacı ile kuşatıldığından, AKP iktidarının “devlet”i seferber ederek başlattığı HDP’yi kriminalize etme oyunları ile bunaltılacağından ötürü, asla 7 Haziran seçim kampanyası döneminde olduğu kadar rahat hareket serbestliğine sahip olmayacaktır.
O halde, bu durumda, “ne yapmalı” sorusunun öznesi, “yapıcı rolü oynayacak” faktörü –mevcut– partiler olmaz, olamaz. Yeni bir “özne” devreye girmelidir. Ve bu özne eğer daha “dün” yapılmış olan 7 Haziran seçiminin yegâne “ışıltılı”, “umut canlandırıcı” sonucu olan HDP’nin oy oranını, aynı ışıltı ve umut boyutunu daha da yükseltmiş olarak kendini gösterirse...
1 Kasım seçimlerine ulaşabilecek süreç ne denli vahim bir bilanço sergilemiş olursa olsun; Türkiye toplumu burada aldığı ağır yaralara rağmen, kendisini sağaltacak, geleceğini karartan bulutları aralayıp püskürtecek yolu ve enerjiyi bulmuş olacaktır. Gerisi de mutlaka gelecektir.
Bu “özne”, bunu gerçekleştirebilecek güç; kendiliğinden inisiyatif alarak, 1 Kasım seçimleri kampanya döneminde barışın, kardeşliğin, hakkaniyet duygusunun aktif mesajlarını her yol, araç ve usulle topluma ulaştıran bir hareket ile doğabilir. Bu hareketin asli unsuru bireyleri ve küçük toplulukları ile bu ülkenin Türk yurttaşlarını, sağladıkları oylarla HDP’yi –bu kez oy bileşimi ile de– “Türkiye partisi” haline getirebilecek toplumsal seferberliktir. Türkiye Türkleri, kendi kimliklerinin tapusuna sahipmişçesine davranan, konuşan AKP-MHP yetkilerinin, ülkeyi fiili bir “bölünme” durumuna sokmaktan bile çekinmeyişleri, bu ölümcül tehlikeye karşı bütün Anadolu-Trakya halkının yoksul çocuklarının kanını daha fazla akıtma tehdidinden başka bir yol göremeyen gaddarlık sınırındaki tavır alışlarına “artık yeter” diyeceklerdir böylece. Kendi tarihsel –toplumsal miraslarının tüm olumlu– insani değer ve edinimleri adına harekete geçmenin vazgeçilemez sorumluluğunu –mevcut durumda– ancak ve sadece bu yolla yerine getirebilirler. HDP’yi –bu ilk etapta– 7 Haziran’da aldığı Kürt oyları kadar bir “Türk oyu” ile donatmayı başaracak bir “Türk inisiyatifi”, sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun “makûs talihi”nin de artık geride bırakılacağının en anlamlı işaret fişeği olacaktır.
Bu görevi birilerinden almayı beklemiyor; bireyler, birliktelikler olarak iliklerimizde hissediyorsak; karamsarlık yüklü bulutlar da dağılıyor ve mutlaka dağılacak demektir.
*Bu yaz Birikim dergisinde yayımlanmıştır