Birikim Dergisi'nin kurucuları ve yazarları arasında yer alan Ömer Laçiner, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Alman mevkidaşı Angela Merkel'e yönelik kullandığı "Elinden geleni yapacağını söyledi, elinden gelen oylamaya katılmamak mı? Dürüst değiller. Samimi değiller, aldıkları kararın kıymeti yok" ifadesiyle ilgili olarak, "Merkel'e 'Dürüst değilsin' diyen Bay Erdoğan’ın Kabataş vak’asındaki tavrı nasıl akla gelmez?" dedi.
Ömer Laçiner'in, "Dürüstlük abideleri konuşuyor" başlığıyla yayımlanan (8 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Alman Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nı resmen tanıyan kararına karşı yetkililerimiz, zaten beklendiği üzere, milli refleksimizin malum klişelerini tekrarladılar. Ama bunu yaparken çiçeği burnunda “Başbakan”ımız ile ona bu makamı lûtfeden Bay Erdoğan’ın o klişelere ekledikleri bazı iddialar da vardı ki; bu kuru gürültü arasında kaynayıp gitmemeleri için bilhassa belirtilmeleri gerekiyordu.
Örneğin Bay Binali Yıldırım bu vesileyle bize tarih bilgi ve birikiminin hangi seviyelerde seyrettiğinin birkaç kanıtını sundu. Bunlardan biri İsveç’te talebe olduğu dönemdeki bir anısından türeme. Oradaki hocalarından bir İngiliz buna “dünyada esaret yaşamamış iki millet var, İngilizler ve Türkler” demiş. Irkçılıktan nasiplenmişlere özgü böyle bir cümleyi kuran birine, diyelim Arjantin veya Şili ulusunun Japonya’nın veya İskandinav uluslarının esaret tarihlerini anlatıver hele gibisinden sorular sormak gereksiz elbet. Çünkü bunlar, orta ikiden terk seviyesinde bir dünya tarihi bilgisiyle, çiğ bir milliyetçiliğin harmanıyla doldurulmuş zihinleri nedeniyle araştırma, kanıt gerektirmeksizin böylesi genellemeler yapabilen mahlûklar türüne girerler. Binali bey, bu zatla kafa dengi olmakla yetinmeyip bir de ekleme yapmış bu “tez”e. Buyurmuş ki “Türkler ayrıca hiç kimseyi esir etmemiş yegâne millettir.”
Görülmektedir ki; Bay Binali Yıldırım’ın zekâ, bilgi ve idrak düzeyi, art arda iki cümle arasındaki apaçık uyuşmazlığı bile fark edemeyecek bir yüksekliktedir. Bu “yükseklik” ise malumdur ki klişelerle bezeli kafa konforuna sıkı sıkıya sarılan, bu konforu bozan olguları “yok hükmünde” sayıp vaziyeti kurtardığını sananlara özgüdür. Böyle olduğu içindir ki Bay Binali Yıldırım “sadece İngilizler ve Türkler esir olmamıştır” cümlesine onay verip, hemen ardından da “ayrıca Türkler kimseyi esir etmemiştir” diye eklerken, üç beş kelime önce esaret yaşamış milletler kategorisine soktuğu Yunan, Bulgar, Sırp, Arap, Kürt, Arnavut... gibi milletleri esir eden kimdi sorusunu aklına bile getiremiyor.
Binali Bey’in bir de bütün milletlere bir tavsiyesi var. “Eski defterleri açmayalım” diyor. Bu tavsiyeyi de zinhar kendimizi, kendi yararımızı düşünerek değil; diğer milletlerin zararlı çıkacağını düşünerek yaptığını da belirtmeyi unutmuyor elbette. Çünkü Binali Bey’e göre “eski defterlerin kirliliği” bahsinde biz zaten “en temiz” olan imişiz.
Fıkra bu ya; Osmanlı sadrazamı gayet kaygılı bir yüzle gelmiş konağına. Onu karşılayan haremağası hayrola? diye sormuş. Paşa anlatmış; Avusturya, Venedik, Rus birden saldırdı, ordu tutunamadı geriliyor, Anadolu’da isyan patladı, millet aç ve öfkeli, hazine tamtakır. Haremağası “düşündüğün şeye bak paşa; kolayı var, ordulara ileri der saldırtırsın, iki bölük zaptiyeyle isyanı bastırırsın, vergi salıp hazineyi doldurursun olur biter” deyince Paşa iki elini açıp “Allah’ım” demiş, “şundaki aklı bir geceliğine de olsa bana ver, de; bari bu gece rahat uyuyayım”.
Benden söylemesi, Binali Bey böyle inciler saçmaya devam ederse “Reis”i Erdoğan “benden rol mü çalmaya kalkıyor bu?” diye düşünüp öfkelenebilir. Son kez “Batılılar yaptığımız otoyol ve binaları kıskandıkları için önümüzü kesmeye çalışıyorlar” mealindeki açıklamasıyla kendine ait akla, insafa zarar rekorunu kıran Bay Erdoğan’ın “tek ses” olma takıntısı ortadayken üstelik.
Belki de az önce yaptığımız türden uyarılara hiç gerek yok. Çünkü bu konuda Bay R. T. Erdoğan’ın her biri bir öncekini aşan performansının ucu bucağı yok. Nitekim yine bu “Ermeni Soykırımı’nın resmî kabulü” vesilesiyle Alman Başkanı’na hitaben ettiği sözlerle kendini her durumda haklı görmenin gayet ibretlik bir örneğini vermeyi becerdi.
Bay Erdoğan, Alman şansölyesine açıkça “dürüst değilsin” dedi.
Bayan Merkel’in diplomatik nezakete sığmaz bu ifadeye züccaciye dükkânındaki bir filin marifeti kategorisinde addedip cevap vermediğini düşünenler olabilir. İnandırıcılık değerini sizin takdirinize bırakarak Merkel’in niçin cevap vermediğine dair bambaşka bir tez öne süreceğim:
Angela Merkel, Erdoğan’ın “dürüst değilsin, dürüst olsaydın...” diyen sözlerini duyunca utancından ne yapacağını bilememiş olmalıdır. Çünkü kendisine bu ahlak dersini veren kişi, tertemiz ötesi bir sicile sahip olma haklılığına yaslanarak konuşmaktadır. Nitekim, şöyle bir hatırlarsa; Bay Erdoğan’ın örneğin, Mısır’da Mursi darbeyle devrildiğinde, bütün suçu Batılı devletlere yükleyip, darbecileri milyarlarca dolarla destekleyip alkışlayan Suudi Arabistan ve Katar’ın belirleyici rolünden hiç bahsetmeyenleri şiddetle eleştirdiğini, “Ey Suudi Arabistan ve Katar, ağır suç işlediniz, sorumlusunuz” diye defalarca haykırdığını göz önüne getirecektir.
Bay Erdoğan’ın yönlendirdiği Türkiye dış politikası buna benzer dürüstlük örnekleri ile tıka basadır. Bayan Merkel “ya iç politikada” deyip azıcık da olsa utancını hafifletmeye çabalasa da hüsrana uğrayacaktır. Çünkü burada Bay Erdoğan dürüstlüğünün şahikaları ile karşılaşacaktır.
Mesela Gezi olaylarının ünlü Kabataş vak’asına ilişkin Erdoğan’ın verdiği dürüstlük örneği nasıl akla gelmez? Bu vak’ada bir kadının “Kabataş’ta ‘Geziciler’ tarafından taciz edildim” iddiasını bire –bile değil, sıfıra– bin katarak, olmadık iğrençlikte bir hadise olarak kamuoyuna tantana ile duyurmak isteyenlere karşı Bay Erdoğan’ın “durun bakalım; iddianın gerçeklik derecesini inceleyelim, sözkonusu olan karşıtlarımıza yönelik bir itham olsa da, haksızlık yapmayalım, hele yalana asla başvurmayalım” diye canla başla uğraşıp, vak’a aydınlanana kadar bu konuda asla konuşmadığını nasıl unutabilir ki?
Dolayısıyla Bayan Merkel, kendisine dürüstlük dersi vermeye kalkışanın Erdoğan gibi biri olduğunu duyunca ilkin şaşkınlıktan küçük dilini yutup, sonra da “dürüstlük nerede sen nerede” gibi aşağılayıcı bir ifade takınmamalıdır.