Habertürk yazarı siyaset bilimci Soli Özel, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü resmi olarak İsrail'in başkenti olarak tanıma kararına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "Diplomatik ilişkileri kesebiliriz’" sözlerini hatırlatan Özel, “One minute' döneminde değiliz. Burada İsrail’in yaptığı bir şey yok; onlar sadece seviniyor. Birine kızacaksanız Amerika’ya kızmanız gerekiyor" diye konuştu.
İsraille ilişkinin kesilmesini, "Kime yararı olur bilmiyorum" diye yorumlayan Özel, "Türkiye’nin oradaki önemli işlevlerinden biri, Gazze gibi açık hava hapishanesi konumundaki bir yere hastane kurabilmesi, iş imkânı yaratacak birtakım sanayi tesisleri oluşturabilmesiydi. 'Ben İsrail’le ilişkileri kesiyorum' dediğiniz zaman bütün bunlardan feragat etmeniz gerekecek. Filistinlilere katkı yapamayacak hale geleceksiniz" ifadesini kullandı.
HaberTürk'te Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan Özel'in açıklaması şöyle:
Bu haftaki yazınızda, “Trump’ın ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararına aklını yitirmemiş tüm siyasi liderler bir tavır alma gereği duydu” demişsiniz. Trump’ın Kudüs kararı neden akıl dışı?
Aklı başında liderlerden kastım, bunun yol açacağı sonuçla ilgili kaygılar taşıyanlar. Trump’ın kendisinin yaptığı işin sonuçlarıyla ilgili çok da büyük bir kaygı taşıdığını açıkçası sanmıyorum. Bir bakıma, yanan ateşin üzerine benzin attı. Aslında bu adımla bambaşka bir bağlam yaratmış olduğunu, o bağlam içinde daha olumlu gelişmeler yaşanabileceğini düşünenler de var. Fakat ben bunun iyi niyetle atılmış bir adım olduğu sonucuna varamıyorum.
Trump “İsrail’in başkenti Kudüs’tür, biz bundan Batı Kudüs’ü anlıyoruz. Zaten ileride iki devletli çözüme varıldığında Kudüs’ün uluslararası statüsü diye bir şey olmayacak. Biz Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyoruz. Bunun gereği olarak da büyükelçiliğimizi oraya taşıyoruz’’ demiş olsaydı bir problem olmayacaktı. Çünkü iki devletli çözüm şartları olgunlaşsaydı, Doğu Kudüs de Filistin’in başkenti olacaktı. Ama Trump bunları demedi. Gerçi sağcı İsraillilerin istediği gibi “Bölünmez, tek Kudüs’ü tanıyoruz” da demedi. Bir muğlaklık söz konusu.
İlk kez iki devletli çözümden yana çıktı, “Sonunda tarafların anlaşacağı sınırlara biz karışmayız” da dedi. Eğer buna ek olarak “Çözüm gerçekleştiğinde Doğu Kudüs’te de elçilik açacağız” demiş olsaydı iyimser yorumlara katılmak mümkün olabilirdi. Trump’ın damadıyla Suudların veliaht prensi kanka. Bunun da bir parçası olarak, Suud prensi babası yaşındaki Mahmud Abbas’ı çağırıp “Biz senin önüne bir plan koyacağız, sakın bunu imzalamamak gibi bir şeyi aklından geçirme’’ diye bir ultimatom verdi. O planın ne olduğunu henüz bilmiyoruz ama eğer o plan gerçekten Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olmayacağı gibi bir planı önümüze koyacaksa, bunu zaten herhangi bir Filistinlinin -bir nebze kendine saygısı varsa- kabul etmesi mümkün değildir. Filistinliler herhangi bir şeyi kaybederlerse dünyanın geride kalanına söyleyecek pek bir şey kalmıyor.
Trump, bir bakıma da öyle bir iş yaptı ki herkesin zaten “Bir derdimiz var ama başka işler daha önemlidir” diye arka plana atmış olduğu Filistin meselesinin üzerine projektörleri döndürüverdi. O kadar radikal bir iş yaptı ki konuyu uzun zamandan beri ilk kez daha ciddi bir şekilde tartışmaya başlayacağız. Ama Filistinlilerin kendileri o kadar zayıf, Arap devletleri bu konuda o kadar pısırık iken, stratejik olarak asıl dertleri İran olarak tanımlanmışken, bu radikal değişikliğin de bir yerlere götüreceğini sanmıyorum.
“Trump’ın bu adımı dolaylı yoldan iyi bir sonuç doğurdu çünkü artık Kudüs konusunda ciddi bir adım atılmasını mecbur kılacak bir ortam yarattı” mı diyorsunuz yani?
Hiçbir şey mecburiyet yaratmaz. Sadece kendimizi aldatmamızı engelleyecek bir ortam yarattı. “Barış sürecine büyük bir darbe vuruldu” deniliyor. Ortada barış da yok, süreç de yok. Dolayısıyla, aslında durumun fiktif olduğunu herkese ilan etmiş oldu. “Damadı, büyük dehâ Jared Kushner öyle bir barış planı sunacak ki bu olayın aslında İsraillileri zapturapt altına almak için gerekli bir plan olduğunu anlarsınız” diyenler var. Eğer öyle bir şey olursa ben yanıldığımı memnuniyetle kabul ederim ama olacağına pek ihtimal vermiyorum. Çünkü Amerika’da bu kararın ardından kimlerin göbek attığına baktığım zaman, yapılan yorumları iyimserlikle karşılayamıyorum.
Bu ABD’nin devlet politikası mı, yoksa Trump’ın şahsi kararı mı?
Trump’ın göreve gelir gelmez “Bana ne? İsterlerse tek devlet olsunlar, isterlerse iki devlet olsunlar. Onlar aralarında hangi konuda anlaşıyorlarsa benim için o iyidir” dedi. Bunu iyimser açıdan da ele alabilirsiniz, kötümser açıdan da. “Kimler bayram etti?” derseniz, bir kere etrafındaki Evanjelistler, Amerikan Hıristiyan sağı çok mutlu oldu çünkü onların kıyamet anlayışında Kudüs’ün Yahudilerin elinde olması gerekiyor. Mesih’in dönüşü buna göre hızlanacak, Mesih döndüğü zaman da zaten herkes Hıristiyan olacak diye inanıyorlar. Bir de Trump’ın para aldığı Sheldon Adelson var. Adelson, Las Vegas’ta çok para kazanmış milyarder bir Amerikalı ve Bibi Netanyahu’nun da başfinansçısı. Netanyahu’nun başfinansçısı olan bir adam Trump’ın da en büyük finansal destekçilerinden biriyse, oradan barışa gidecek radikal bir adım atılması çok zor.
“Netanyahu’nun içeride işleri zorlaşmışken bu ancak ona kısa vadeli bir can simidi olur” deniliyor. Trump’ın bu adımı, hem kendisi hem Netanyahu için iç politikada rahatlama adımı mıydı?
Evet, verilmiş olan kararda iç politika gerekçelerinin gayet önemli bir payı var. Trump, Rusya’dan bunalmış bir vaziyetteydi, bir kere kendisini ondan kurtarıyor. ABD Savunma Bakanı Mattis daha bu karar açıklanmadan, geçen seneki bir konuşmasında, Filistin meselesindeki ABD politikasının kendi askerlerini sıkıntıya soktuğunu söylemişti. Dolayısıyla, Amerikan askerleri açısından Kudüs’teki çözümsüzlüğün nasıl bir sıkıntı yarattığına şüpheleri yok. Netanyahu da epey zor durumda, hapse girme ihtimali var. Onu da bir şeylerden kurtarıyor olacak.
Peki, ABD’nin uzun vadeli İsrail-Filistin politikasında bir değişikliğe neden olur mu?
Aslında bunun sembolik önemi şu an pratik öneminin ötesine geçiyor çünkü bu açıklamayı yaptıktan sonra kararın 6 ay ertelenmesi için imza attı. “Gidin, arazi bakın” diye de direktiflerini verdi. Aslına bakarsanız, ABD’deki her başkan, bir şekilde Filistin-İsrail meselesini çözmeye soyunuyor. Kimisi daha ciddi bir şekilde, kimisi de daha az ciddi yapıyor. Obama geldiği zaman bu gündemindeydi. İkinci Dışişleri Bakanı olan John Kerry neredeyse bütün sermayesini bunu düzeltmeye harcadı, fakat Beyaz Saray’dan destek alamadı. İsraillilerin beğenmeyip, “İsrail düşmanı” diye niteledikleri Obama’nın döneminde de İsrail’e o güne kadar yapılmamış büyük askeri yardımlar yapıldı. Trump kampanya sırasında, “Büyükelçiliğimizi Kudüs’e taşıyacağım” diye söz verdi. Kendi avukatını İsrail’e büyükelçi olarak atadı. Bu büyükelçinin de aşırı sağ partilerle yakın ilişkisi olduğu biliniyor. Trump’ın etrafındakilerin ideolojik çerçevesine baktığınız zaman, buradan, Filistinlilerin haklarını gözeten, onların bağımsızlık haklarına saygı gösteren bir görüş açısı çıkarmak mümkün değil. Bu kararı Kongre 1995’te almıştı. Amerikan Kongresi iş uluslararası ilişkiler meselesine geldiğinde dünyanın en sorumsuz kurumlarından biridir...
Tarihi boyutunu da konuşalım. ABD Kongresi 1995’te o karar nasıl bir ortamda almıştı ve neden sonraki ABD başkanlarının hiçbiri bu kararı uygulamadı?
1995’te o karar alındığında Oslo süreci henüz devam ediyordu. Kongre’de “Mademki İsrail’in başkenti Kudüs’tür, biz de tanıyalım” diye bir hareket başlatılmıştı. O günün koşullarında da bunu geçirmekte bir beis görmediler. Kongre, “Bu kararı çıkarıp ensemizdeki AIPAC ateşinden kendimizi kurtarırız. Nasıl olsa yönetimler de bunu uygulamaz, bu riyakârlıkla devam ederiz” diye düşünmüş de olabilir. Başkan’a kararın uygulanmasını erteleme yetkisi verdiler. Trump da Haziran ayında önüne ilk geldiğinde bunu erteledi.
“Bu adım artık ABD arabuluculuğuyla iki devletli çözümün mümkün olamayacağı anlamına geliyor” diyebiliriz yani... Barış ihtimali artık bitti mi?
1967’de savaş çıktı, İsrail Batı Şeria’yı ve Gazze’yi işgal etti. Ayrıca Sina Yarımadası’nı ve Golan Tepeleri’ni de aldı. Doğu Kudüs’ü hemen ilhak etti, ardından da hemen ufak ufak yerleşim bölgeleri inşasına başladı. İlk yerleşim bölgeleri hakikaten stratejik gerekçelerle yapılmış bölgelerdi. 10 yıl sonra, 1977’de, sağcı Menahem Begin’in iktidara gelmesinin ardından yerleşim birimleri inşaatı patladı. Amerikan yönetimleri de yerleşim birimleri inşaatlarını meşru bulmadıklarını her zaman kayda geçirdiler. Reagan, bunların meşru olmadığını söylemedi, yani Amerika’nın tavrı değişti. 1973’teki savaşın ardından Amerika araya girerek Mısır, İsrail ve Suriye arasında ateşkes anlaşmaları imzaladı. Mısır’la yapılan Sina 2 Anlaşması’nın ekinde, gizli kalması kaydıyla, “ABD’nin Filistin kuruluş örgütüyle FKÖ İsrail’i tanıyana kadar konuşmayacağı” maddesi vardı. Hatta 1977’de Carter’ın Birleşmiş Milletler’deki temsilcisi, Filistin’in o zamanki Birleşmiş Milletler temsilcisiyle konuştuğu için istifa etmek zorunda kalmıştı. Bütün bunlara baktığınız zaman, “ABD gerçekten adil ya da hakkaniyetle davranabilecek bir arabulucu mudur?” sorusunu istediğiniz gibi sorabilirsiniz. Ama bunu düşündürtecek zamanlar da oldu. Körfez Savaşı’nda Irak Kuveyt’i işgal etti. “Çık” dediklerinde, “Çıkmam, benim çıkmamı istiyorsanız İsrail de Filistin’deki işgal ettiği topraklardan çekilsin” dendi. “Bunların arasında bir bağ yok” dediler, ancak savaş bittikten sonra Bush yönetimi İsrail’i zorla Madrid’teki Barış Konferansı’na getirtti. Getirtebilmek için kullandığı en büyük baskı unsurlarından birisi de İsrail’e verilecek olan 10 milyar dolarlık bir yardımı askıya almaları ve bunların yerleşim bölgeleri için kullanılmamasını istemeleriydi. Tabii o arada da yerleşimci sayısı 113 bini bulmuştu. Ardından Oslo geldi, işler rahatladı. Fakat bu yerleşim bölgeleri inşaatı da hiç durmadan devam etti. Bugün 600 bine varan sayıda insan var. O nüfusun büyük çoğunluğu üç yerleşim bölgesinde toplanmış. “Bunlar işgal altındaki toprakların yaklaşık yüzde 3’ünde oturuyorlar. Dolayısıyla mantıklı bir barış anlaşmasında, o yüzde 3’ün karşılığında Filistinlilere de bir yüzde 3 verilir, onların dışındaki yerleşim bölgeleri de iptal edilir” deniyordu. Fakat o kadar büyük bir hızla yerleşim bölgesi inşa ediliyor, Doğu Kudüs o kadar büyük bir hızla kolonize ediliyor ki artık hakikaten fiziki olarak bunun nasıl mümkün olacağını bilemiyorum. Pek çok insan zaten mümkün olamayacağını da söyledi. Biz hâlâ iki devletli bir çözümden bahsediyorsak, onun alternatifi olarak başka bir çözümün mantıklı olmamasından dolayıdır. Doğu Kudüs’teki Filistinliler, İsrail’in orayı ilhak etmesini meşrulaştırır diye İsrail vatandaşlığı almayı reddettiler. “Biz vatandaşlığı kabul ediyoruz” dedikleri takdirde İsrail onlara vatandaşlık verebilecek mi? Madem ilhak ettin, orada yaşayanlar da senin vatandaşın olacak demektir. Oyun oynamak isterseniz bunun için bir alan var ama şu anda barış veya süreç olmadığından, Filistinliler de müthiş zayıf olduklarından bir yere varılabileceğini sanmıyorum.
İsrail toplumu ne diyor Trump’ın bu adımına?
İsrail toplumunun kompozisyonu artık değişiyor. Toplumdaki sağcı duygular daha güçlü, sağ siyaset zaten yıllardan beri iktidarda. Dışarıdan bakıldığı zaman öyle gözükmüyor fakat İsrailliler Filistinlilerin yapılan anlaşmalara aykırı davrandıklarını düşünüyor. En son 2008 yılında, radikal sağ bir zihniyetten gelen Ehud Olmert bir barış önerisi yaptı, Mahmud Abbas bunu reddetti. İsrailliler bunu, “Bu adamlar bizimle barış yoluna gitmek değil, bizi gömmek istiyor’ diye görüyor. Şu anda çoğu barış istemesine rağmen, “Bu barışın yapılabileceği bir partnere sahip değiliz’’ diyerek aslında kulak arkası ediyor. Hiç kimse zayıf bir Filistin yönetimiyle barışı desteklemiyor. Kimsenin ciddi ciddi bu işin çözülmesi için uğraştığı da yok. En son John Kerry uğraştı ama o da bir sonuç alamadı. İsrail’de sesini duyurmaya çalışan, daha makul bir liberal ya da sol düşünce var fakat bunların sesi giderek daha az çıkıyor.
Ya Arap kamuoyu? Bu olaya tepki gösterecek bir Arap kamuoyu kaldı mı?
Paramparça olmuş durumdalar. Büyük Arap ayaklanmaları sırasında gördüğümüz türden yayılacak bir isyan dalgasıyla karşılaşabilmemiz bana zor geliyor. Ama aynı zamanda duygusal boyutu bu kadar yüksek ve yoğun bir hamle karşısında bile hiçbir şey yapamayan bir Arap dünyasındaki hiçbir rejimin kendi toplumu nezdinde meşruiyetini muhafaza etmesi mümkün değildir. Zaten çok ciddi bir meşruiyet sorunu olan devletlerin bu derdini daha da derinleştirecek hareketler bunlar.
Bütün Batı ve İslam ülkeleri tepki gösteriyor. Bu sürecin somut bir yaptırıma, hatta savaşa neden olma ihtimali var mı?
İsrail’le hangi devlet savaşacak. Olsa olsa Hamas İsrail’e birkaç füze atabilir. İran en fazla Hizbullah’ı teşvik edebilir ama Hizbullah bir şey attığı takdirde İsrail Lübnan’ı yok edeceğini söyledi. Savaşabilecek devlet yok. Ne Mısır’ın ne Ürdün’ün ne Suriye’nin İsrail’le savaşabilecek hali var. Avrupa’nın da eli kolu bağlı, bir kere sırtında İkinci Dünya Savaşı kamburu var. İlişkileri koparacakları kadar vahim bir mesele olarak görmeyecekler ama endişelerini belirtecekler. Aslında radikal unsurların eylemlerinden dolayı onlar korkmalı. İsrail’e yönelik, tavsamaya başlayan bir boykot hareketi vardı. Bunu güçlendirebilir.
Türkiye’nin verdiği tepkiyi nasıl karşılıyorsunuz?
Türkiye, İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke olmasına rağmen Filistin meselesi her zaman çok hassas bir mesele olarak görüldü. AK Parti öncesinde de bu ilişkiyi belirli bir dengede tutmak için çok gayret sarf edildi.
Buradan ikinci bir “One minute!’’ dönemine girilir mi?
Kadim Yunan filozofu Heraklitos, “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz’’ diyor. “One minute” döneminde değiliz. Burada İsrail’in yaptığı bir şey yok; onlar sadece seviniyor. Birine kızacaksanız Amerika’ya kızmanız gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı, “Diplomatik ilişkileri kesebiliriz’’ dedi. Bunun kime ne yararı olur, bilmiyorum. Türkiye’nin oradaki önemli işlevlerinden biri, Gazze gibi açık hava hapishanesi konumundaki bir yere hastane kurabilmesi, iş imkânı yaratacak birtakım sanayi tesisleri oluşturabilmesiydi. “Ben İsrail’le ilişkileri kesiyorum’’ dediğiniz zaman bütün bunlardan feragat etmeniz gerekecek. Filistinlilere katkı yapamayacak hale geleceksiniz.
“One minute” döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan Arap kamuoyunda sembolik bir lider konumuna gelmişti. Erdoğan’a yine böyle bir misyon yüklenir mi?
2009-2010 konjonktürü çok farklıydı. Araya Arap Baharı girdi ve ardından Suriye felaketi yaşandı. İsrail üzerinden benzer türde bir imajı yeniden elde etmek, bana o kadar da kolay gelmiyor.
“Fransa’yla bu konuda işbirliği yapılmalı” diye yazmışsınız.
Avrupa’da iyi kötü diplomasi yapmaya çalışan bir Fransa var. Bizim rahatlıkla konuşabildiğimiz tek aktör de Fransa... Eğer Türkiye illa oyunun içinde olmak istiyorsa bunu sadece Arap ülkeleriyle işbirliği içinde yapması söz konusu olmayacaktır. Türkiye, Batı ve Arap ülkeleri arasında bir köprü vazifesi görebilir.
Katar ve Suudi Arabistan gibi anlaşmazlıklar varken İslam dünyası bu konuda beraber hareket edebilecek mi?
Toplu halde savaş açamayacaklarına göre ne yapacaklar? Eldeki güç en fazla diplomatik güçtür. İslam Konferansı Örgütü, Birleşmiş Milletler’i zorlamaya çalışır, sert birtakım beyanlarda bulunur. Unutmayın, Haşimi Hanedanı’nın Kudüs’teki kutsal yerler konusunda belirleyici bir konumu var. Ürdün’ün nüfusunun yüzde 60’ı Filistin kökenli, bunun ateşini en çok hissedecek ülkelerden biri. Ellerinden geleni yapacaklar ama savaş gibi bir opsiyonları yok. Hamas ya da bütün İslam dünyasındaki cihatçı örgütler bunun acısını bir şekilde ya İsrail’in içinde ya da İsrail’e yakın diye gördükleri Arap ülkelerinde, Avrupa’da, becerebilirlerse Amerika’da çıkarmaya çalışacaklardır. Dolayısıyla, Kudüs meselesinin radikal örgütlere can suyu olabileceğine dair bir şüphem yok.
Hamas “Uyarıyoruz, böyle bir karar Kudüs’e saldırı anlamı taşır, tehlikelidir’’ dedi. Bu adım karşısında HAMAS ne yapar?
Onlar da zor durumda, savaş yapacak bir halleri olduğunu sanmıyorum. Ama böyle bir karar karşısında da armut toplamaları beklenemez. Onların da üstünde müthiş bir cihat baskısı var fakat İsrail’e yönelik herhangi bir füze saldırısı yaptıkları takdirde Gazze’nin başına neler gelebileceğini 2014’te gördüler. Kısacası sıkıştılar. Bu da belki İsrail içinde bireysel terör eylemlerine girişmek isteyecekleri anlamına gelebilir. Çok zor bir durumda olduklarını söyleyebiliriz. Ayrıca İsrail ile Hamas’ın arkadan konuştuklarını da herkes biliyor.
Arap ve İslam dünyasını İran’a karşı birleştirme derdinde olan Suudi Arabistan arada mı kalmış oldu? Kınama açıklamasını samimi buluyor musunuz?
Suudi Arabistan’dan gelen bir şeyi ne ölçüde samimi bulabilirseniz, onu da o ölçüde samimi buluyorum! Tabii çok kötü ofsaytta kaldılar. Filistin meselesini kimse artık pek de dikkate almıyordu. Bir de bölgede İran’a konsantre olduklarını düşünürlerken şak diye Kudüs meselesi çıktı. Suudi Arabistan, açıktan olmasa bile, arka planda İsrail ile müthiş bir uyum içerisinde hareket ediyordu; “İsrailliler gidip Hizbullah’ı bir pataklasalar da biz de rahatlasak’’ diye beklentileri vardı. Şimdi bir anda bunun altındaki zemin çekilmiş oldu. “Ben İslam’ın iki kutsal şehrinin koruyucusuyum’’ sıfatıyla kendini tanımlamış bir kralın böyle bir olay karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranması mümkün değildir ama İran’a karşı bir cephe oluşturmaya başlayan Suudların bütün hesapları bozuldu. Somut olarak İran, “İslam dünyasında Amerika’ya ve İsrail’e kafa tutacak ben varım’’ diyor. Bir de tabii onun yanında Türkiye var.
Peki, bu süreç İran-Türkiye yakınlaşmasını artırır mı?
Şu anda ikisi de aynı pozisyondalar. Kimsenin “Amerika’nın Kudüs’te temsilcilik açması çok da önemli değil’’ diyecek hali yok ama bölgeyle alakalı olarak sesi en gür çıkan ülkelerin ikisi de Arap olmayan ülkeler olacak.
Röportajın tamamını okumak için tıklayın.