T24 -
Topkapı Müzesi Başkanı Prof. İlber Ortaylı, hayatını kaybeden ve bugün düzenlenen törenlerle uğurlanan Prof. Dr. İhsan Doğramacı'nın pek çok önemli işin yanında hatalar da yaptığını ifade ediyor.Topkapı Müzesi Başkanı Prof. İlber Ortaylı, YÖK'ün kurucu başkanı Prof. İhsan Doğramacı'nın halkla ilişkiler mefhumunu Türkiye'den daha iyi becerdiğini ifade ederek, beyin göçüyle İngiltere ve ABD'ye giden gençleri Türkiye'ye geri getirdiğini vurguluyor.Kurulan YÖK'le pek çok kişinin huzurunun kaçtığını ifade eden Ortaylı, Doğramacı'nın Bilkent'i kurduktan sonra da dağılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nden Türkiye'ye pek çok iyi müzisyeni getirdiğini yazıyor.Topkapı Müzesi Başkanı Prof. İlber Ortaylı'nın, Prof. Dr. İhsan İlhan Doğramacı'nın vefatı sonrası Milliyet gazetesinde kaleme aldığı "Önemli işler yapan kişiler, önemli hatalar da yapar" (28 Şubat 2010) başlıklı yazısı şöyle: Önemli işler yapan kişiler, önemli hatalar da yapar
Hocabey lakabıyla bilinen Prof. Dr. İhsan Doğramacı kadar dinamik bir kişilik, çok az ülkenin eğitim camiasında görülebilir.3 Nisan 1915’te Osmanlı’nın Musul vilayetinin Erbil şehrinde, belediye başkanı Doğramacızade Ali Paşa’nın oğlu olarak dünyaya geldi. Bugün için tasavvur etmek güç ama o günlerde bir dramı yaşayan nesildendi. İmparatorluğun çocuğu olarak doğdu, birkaç sene sonra yabancı bir işgal altındaki şehirde, bambaşka bir devletin uyruğunu taşıyordu. Kendi şehrinde aldığı ilkokul eğitimi hiç şüphesiz ki onun yazılı Türkçesinin iyice yerleşmesine yardım etmiştir.
Beyin göçü ile giden gençleri geri getirdiArdından Beyrut’ta Amerikan Koleji’nde ve nihayet İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okudu. Beyrut Koleji kuvvetli bir Amerikan eğitim kurumuydu. Beyrut’un kozmopolit ortamında Fransızcası da gelişti. Ama Arap dünyasının kültür merkezlerinden birinde mükemmel edebi bir Arapça edindi. Doğramacı’nın sık sık Arap politikacıların ve münevverlerin Arapçasını dahi düzelttiği görülürdü.Yabancı bayrak altında kalan cemaatlerin üyesi bütün gençler gibi eğitime dört elle sarıldığı açıktır ve bu eğitimin de tıp ve mühendislik gibi pratik hizmete yönelik olması lazımdır. İstanbul’dan sonra Ankara Numune Hastanesi’ne geldi ve ardından Amerika’da mesleğine devam etti. Bir dönem Ankara’nın bütün politikacılarının, büyükelçilerin ve üniversite mensuplarının çocuklarına o baktı. İleride kuracağı tıp fakültesinin geniş çevrelerde destek görmesi, onun geniş bir çevre edinmesinden ileri gelir. İyi hekimdi ve takdir topladı.Bizim çocukluğumuzda bir barakada kurduğu Hacettepe Çocuk Hastanesi en makbul tıp kurumu haline dönüştü. Kısa zamanda buradan, Ankara Üniversitesi’ne bağlı ikinci bir tıp fakültesi çıktı. Birkaç yıl sonra ise bu defa “Aynı üniversitede ikinci tıp fakültesi olmaz” dendi. Hacettepe Üniversitesi bu gerekçeyle bağımsız olarak kuruldu.Bu arada yeni üniversiteyi meydana getirecek bütün bölümler -sosyoloji ve İngiliz filolojisine varıncaya dek- Tıp Fakültesi’nin içinde teşekkül etmişti. Rakip kuruluşlardakiler bu becerikliliği (!) tenkit ediyorlardı ama Türkiye’nin yoğun beyin göçü ile ABD’ye ve İngiltere’ye kaptırdığı genç yetenekli tıp bilginleri de tek tek onun tarafından ellerinden tutulup Hacettepe’ye getiriliyorlardı.İnsanlar haksızlığa uğrayarak veya dışlanarak yurtdışına çıkmıştı; bazıları da maddi sıkıntı çektikleri için yurtdışını seçmişlerdi. Laboratuvar istiyorlardı, kütüphane istiyorlardı. Bir vakıf kurdu, üniversite mensuplarına devlet maaşını aşan ödemelerde bulundu. Kütüphane kurdu, imkan bahşetti. İltifatını kimseden esirgemedi. Hacettepe Üniversitesi’ni kurduktan sonra tıp dışında başka bölümlerdekine de aynı imkânı verdi.Hiç şüphesiz ki üniversitenin işleyişi, kürsüler arası ilişkiler ve idare ile öğretim üyesi arasındaki yetki bağları yanı başındaki Ankara Üniversitesi’nden de İstanbul’dan da çok farklıydı. Gözü o ikisinde değil, yeni kurulan Ortadoğu Üniversitesi’ndeydi. Oradaki işleyiş ona daha cazip geldi ama şurası bir gerçek ODTÜ parlak bir mühendisliğin üniversitesiydi, Hacettepe ise bölge çapında parlayan bir Tıp Fakültesi ortaya çıkardı.
Halkla ilişkiler işini Türkiye’den iyi becerirdiBaşka üniversitelerde de iyi hocalar ve asistanlar vardı. Ama mensuplarının “Hocabey” dedikleri Doğramacı şeker ve yağı birleştirmesini biliyordu. İlk defa üniversite hocalarını bir araya getiren resepsiyonlar, milletvekillerinin sık sık davet edildiği yemekler, uzlaşma ve tanışma ortamı yarattı; kuruluştaki yasal engelleri de aşmaya yardımcı oldu. Denebilir ki halkla ilişkiler mefhumunu Prof. İhsan Doğramacı o tarihteki bodur Türkiye kapitalizminden daha iyi beceriyordu.Aynı süratle milletlerarası alana el attı; sağlık alanında örgütlenen dünyada Dünya Sağlık Teşkilatı ve UNICEF gibi yerlerde Doğramacı ve başında olduğu Türk heyeti hep birinci sıra locada oturuyordu. Seyahatleri için üniversite ve bakanlık formalitesini beklemezdi, cebinden gider gelir ve hatta gerekli danışmanları da götürürdü. Bakanlardan mutlaka randevu alırdı, bitmeyen bir enerji ile Hacettepe’yi kurdu.İkinci eseri Bilkent’i kurmak için YÖK başkanlığını kullandı derler. Galiba 12 Eylül idaresi üniversitedeki bazı projelerini gerçekleştirmek için İhsan Doğramacı’nın ismine sığınmayı tercih etmiştir. YÖK, Türkiye üniversitelerinde yanlışları ve doğrularıyla hızlı bir kuruluş dönemini temsil eder. Birçok kimsenin huzuru kaçtı. Huzuru kaçıran en önemli unsur da özlük haklarıydı. İnsanlar terfi etmezlerse kızar ve haklarını arar.
Dağılan SSCB’den pek çok iyi müzisyeni getirmiştirHerkes bir anda karşısına geçti. Turgut Özal hükümeti Doğramacı’nın ısrarının aksine rektör seçimi kuralını geri getirdi. Bu artık YÖK Başkanı ile yeni hükümetin arasındaki uzaklaşmanın ilk belirtisiydi. O gün bir resepsiyonda görüştüğümüzde bu tasarruftan şikayet etti ve ayrılacağını söyledi. Ve o gün YÖK başkanlığından istifa etti. Sonraki olaylara bakılırsa bu protestosunda da pek haksız olmadığı görülür. Aslında YÖK, Doğramacı hocayla işleyebilecek bir sistemdi.Uzun bir ömür yaşadı. Bu uzun ömrü boyunca hafıza ve düşünce melekeleri sağlam kaldı. Yeryüzünün en ilginç insanları ve kurumlarıyla temas kurdu, istediklerini yaptırdı. Geride Türkiye’de eğitime yön veren önemli bir kurum Hacettepe Üniversitesi ve ilk vakıf üniversitesi olan Bilkent var.Bilkent’in özelliği az öğrenci, çok sayıda hoca, laboratuarın âlâsı ve Amerikan usulü açık rafla hizmet veren merkezi kütüphane... Bilkent Üniversitesi kütüphanesi ile sadece bu memlekette değil civar ülkelerde de tanınır oldu. Ve asıl önemlisi Bilkent Müzik Okulu, konser salonu ve orkestrası. Doğramacı akademik müziği bu memlekette yerleştirmek için en ısrarlı adamları atmıştır; dağılan Sovyetler Birliği’nin yersiz, işsiz kalan birçok iyi müzisyenini buraya celbetmiştir.Önemli işler yapanların önemli de hataları olur ama herhalde pek az kavmin eğitim tarihinde bu kadar dinamik ve kurucu bir kişiliğe rastlanır.