Onları kim temsil edecek?

Onları kim temsil edecek?

Ekin Kadir Selçuk  [email protected]   Seçimler yaklaşırken yeni ikbal kapılarının bir adım gerisinde memlekete hizmet aşkıyla yanıp tutuşan adaylar, sandıkta neden tercih edilmeleri gerektiklerini anlatıyorlar biz dünyalılara.. Bizim sesimize talipler, meclis koridorlarında namımızı yürütecekler. Rousseau’nun temsil edilemez diye hüküm verdiği iradelerimizin gölgesi olacaklar; Tanrı’nın gölgesi hükümdarlar çağını çoktan ardımızda bıraktığımızdan kelli. Pekiyi yalnızca bu coğrafyada yaşayan bireylerin mi iradelerini yansıtmakla mükellef vekil adayları? Dağımıza, ormanlarımıza, kuşlarımıza, böceklerimize kim hesap verecek? Farkındayım, vekillerin şahı “her şey insan için” diye buyurduğundan beri ormanların, akarsuların bir kıymeti kalmadı artık kimse için. Ya sokakta tekmelenerek hizaya getirilen, tecavüzlerle ruhları ve bedenleri örselenen, en iyi ihtimalle beş karışlık hapishanelere tıktığımız sokak hayvanlarının haklarını kim savunacak? Modernleştikçe vahşileşen üretim teknikleri yüzünden, şu dünyadaki üç günlük ömürlerini insanların sofra hazlarını tatmin etmek için en olmadık işkencelerle geçiren kümes hayvanlarının, büyükbaşların seslerini biz insan denen “üstün tür”e tercüme edecek bir Allah’ın kulu yok mu? Yoksa siz de onların inlemelerinin insanoğlunun o çok önemli sorunları yanında bir kıymet-i harbiye’si olmadığına inananlardan mısınız? Hayvan hakları meselesi; romantik yalnız kadınların zararsız hobilerinden işte… Bu algıdaki cinsiyetçiliği geçtim; oysa mesela bir insanın ayaklarıyla üstünde tepindiği Yamuk kedinin aksak bedeninden fışkıran kan hiç de romantik değildi. Teşbihte hata olmaz derler; Kürtlerin bir eylemi daha gaz bombalarıyla, tazyikli sularla, hasılı devletin ceberut otoritesiyle sona ererken, ortaya çıkıveren bir kadın, halkın vekili, o şiddeti emredenlerden birine tokadı yapıştırıvermişti. O zaman muhtemelen Kürtler sahipsiz olmadıklarını daha iyi anlamışlardı. Ya bu ülkede nefes alıp veren hayvanlara sahip çıkacak, işini savsaklayan belediyelerle, katliamcı şirketlerle, kampüslerindeki canlılara umarsız üniversite yöneticileriyle, daha da önemlisi insanların önyargılarla didişmeye gönüllü, kendini bu amaca vakfedecek bir vekil adayı yok mu? Amblemlerin ve bayrakların kirlettiği meydanlarda büyük kalabalıklara konuşan afili liderleri ve onların adaylarını geçtim. Onların bize vaat ettiği yegane ufuk, bayraklar eşliğinde daha çok kan, daha çok ölüm. Lakin ezilenlerin yanında olmayı “amentü” belleyen solun, kapitalizmin günahlarından bahsederken onun canlılar içerisindeki en büyük kurbanı olan hayvanlardan, onların haklarından bahsetmemesini anlamak kolay değil. Stalin fotoğraflarından, orak-çekiç figürlerinden hayvanların haklarına gelmek için epeyce uzun bir yol var galiba. Pekiyi, muktedirlerin buyurduğu gibi duygusal boşluklarımızın esiri olmayalım ve konuya “soğukkanlı” bir biçimde ve aklımızla yaklaşalım.  Hayvanları sevmek zorunda değiliz; fakat gerçek apaçık meydanda duruyor: Tüm canlılar acıda eşitlenir ve acı, onu kim çekerse çeksin, acıdır. Ya da modernliğin “kadınsı” olarak aşağıladığı duygusallığımıza dönelim geri: Onları dinlemeye çalışalım. O zaman fark ederiz ki hayvanları öldürmememiz, onlara işkence etmememiz gerekiyor, çünkü onlar bunu istemiyor.  Her halükarda hayvanlar ve hakları ahlaki ve politik bir mesele olarak tartışılmayı hak ediyor. 1792’de feminist Mary Wollstonecraft kadınların hakları üzerine bir metin kaleme alınca filozof Thomas Taylor ‘madem eşitlik kadınların hakkı kedilerin, köpeklerin ve atların niye olmasın’ diye aklınca bu fikirle dalga geçmişti. Bugün kadın haklarının geldiği noktaya baktığımızda filozof Taylor’ın görüşleri asıl dalga geçilmeyi hak ediyor.   Kibirli insanoğlunun kendi türünü üstün gören, hayvanları ve onların sorunlarını aşağılayan önyargıları da yüzyıllar sonra asıl dalga geçilecek fikirler olacak. Ne mutlu, bunu şimdiden fark edebilen ve meclisin hiyerarşik koridorlarında hayvanların da  sesi olmaya talip olanlara! Henüz yoksa böyle bir ses, mücadele şimdilik yalnızca sokakta, barınaklarda devam edecek demektir.   Zaten hayat da önce sokakta kazanılmıyor mu!