Özgür Duygu Durgun
Mayıs’ın son günlerinden beri, İstanbul’da yaşayan pek pek çoğumuz için bir rutine dönüşen Gezi Parkı ziyaretinin ardından yine bir akşamüstü İstiklal’den aşağıya koyvermiş gidiyoruz.
Park’ın o benzersiz enerjik havasından çıkıp memleketin dört bir yanında süren eylemleri düşününce, ‘peki nolucak bundan sonra’ efkarı basıyor haliyle… Balıkpazarı’nı kesen caddeden geçerken genellikle uğradığımız bir mekan vardır; artık türünün son örneği denilir cinsten güzide bir meyhanedir kendisi.. Eh meyhane de hazır çıkmışken karşımıza, az biraz oturalım diyoruz.
Her masada abartısız aynı muhabbet. Garsonların yüzü iyice düşmüş. İşler fena gidiyor Beyoğlu’nda. Herkes Başbakan’a çok şaşırıyor, kimisi öfkesini açıkça dile getiriyor; kimisi temkinli. Ama insanlar rahatsız, aksini söyleyen birini de göremediğimiz için bu son derece açık.
Beyoğlu’nda son birkaç yıldır olanları konuşuyoruz masada. Bir dönem Asmalımescit’te, Balık Pazarı veya Çiçek Pasajı’na çıkan sokaklarda iğne atsan yere düşmezken şimdi in cin top oynuyor. Gerçi o zamanlar, yani şunun şurasında iki sene önce, o sokaklardan geçerken kalabalıktan, uğultudan nasıl bunaldığımı hatırlıyorum, kıyafetlerime masalardan taşan mezelerin değmemesi için nasıl dikkatle yürümek zorunda kaldığımı da…İşletmecilerin abartılı iştahı sonucu sokakları işgal eden masalar, fahiş fiyatlar, belediyenin işlemeleri, onların biz müşterileri soyup soğana çevirmesi…O kadar çok sorun vardı ki..
Meyhanenin sahiplerinden biri ‘ o biraz da bizim hatamız yüzünden oldu’ diyor. ‘Zamanında sokaklara taştık da taştık, her gelene masa açtık. Sonra da elimizden böyle alıverdiler işte’…deyip Beyoğlu Belediye Başkanını bazı sevgi sözcükleriyle(!) yad ediyor…
Neyse , diyoruz olan oldu artık. Derken bu muhabbete yan masadan birileri katlıyor. İki hanım oturuyorlar , karşılıklı rakı kadehlerini bir indirip bir kaldırıyorlar. Biri orta yaşlı ve hali tavrından belli ki Gezi eylemcisi. Diğeri ise siz deyin 60 ben diyeyim 70 yaşlarında, bembeyaz saçlı, güzelliğini yitirmemiş, hani böyle özenilecek derecede hoş yaşlanmış bir hanım. Yanakları al al olmuş. Hararetle anlattığı şeyi dönüp bizim masala paylaşıyor Gezi konusu açılınca. ‘’ Bak kızım’ diyor. ‘’Öyle korkunç bir şey yaşadım ki geçen gece, anlatmazsam patlayacağım. Ben 67 yıldır İstanbulluyum. Türkgücü caddesinde oturuyorum. Bizim caddede bir tekke vardır çok eski. Bir gün bir baktım yakmışlar o tarihi eseri. Yerine bir şeyler yapacaklar belli. Sonra bir nar ağacımız vardı sokakta. Öyle güzeldi ki bakmaya doyamazsın. Dün bir baktım ki o güzelim ağaç yok! Kesilmiş , kıymışlar ona. Nasıl bir tahribattır bu yapılan, nasıl bir günahtır ben söyleyecek söz bulamıyorum’’. Sonra İstanbul’un kaybolan bahçelerini anlatıyor, şimdi yerine Park Otel yapılan Cennet Bahçesi, 1930’larda Harbiye’deki Belvü Bahçesi….
Gezi’de ‘üç, beş ağacı’ savunan insanlardan konuşuyoruz sonra. Şehir merkezinde kalan bu son yeşil cumhuriyet, 31 Mayıs tarihinde bu yana inanılmaz bir direniş halinde..Her şey çok güzel bir rüya gibi şu sırada…Parkın içinde sanki Olimpos’ta gibi hissediyorsunuz… Peki ya sonra ne olacak? Taksim, Gezi şimdiki komün ruhunu sonsuza dek sürdürebilecek mi?
Kabul edelim, Başbakanın inadının sonu hayırlı görünmüyor. AKM’nin önünde ters dönmüş polis arabasını bir hafta önce orada gördüğümde, 23 yıl önce ilk kez çıktığım bu meydanı fena halde yabancıladığımı düşünüyorum. Sanki benim kişisel tarihimdeki Taksim Meydanı değil orası…
Bir arkadaşım, yerinde bir benzetmeyle ‘ Vay be Küba gibi olmuş burası’ diyor. Bayraklar, örgüt flamaları, her yerde ama her yerde birbirinden yaratıcı esprili sloganlar kadar 70’lerin sol kafasına sıkışmış kalmış devrim pankartları, Che Guevera tişörtleri…
O görüntüyü canlandırdıkça ve şu günlerde önünden geçtiğim her an artık hep şunu düşüneceğim: Gezi ruhu hepimize ideolojik olmasa da siyasetin hayattan asla ayrılamayacağını bir kez daha gösterdi Bu öyle memleket kurtaracak makro bir siyaset de değil üstelik… Bireysel sorumluluklarımız, taleplerimiz ve haklarımızla ilgili bir siyaset. Hepimiz yaşadığımız mahalleden, sokaktan, o sokaktaki ağaçtan başlayarak birbirimizden de sorumluyuz.Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, Atatürkçü, ulusalcı, liberal, neo liberal, ultra liberal, onun bunun askeri, muhafazakar, inançlı, ateist, agnostik, gay, lezbiyen, trans, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Boşnak….ne olursak olalım birbirimize yaşam hakkı tanımak ve saygı göstermekle sorumluyuz…Bu dünyaya insan olarak gelmiş isem bu benin insanlık sorumluluğum …Benim kadar senin de , onun da, ötekinin de…
Başbakan’ın özene bezene seçtiği nefret cümleleri ne kadar ağır olsa da ya da kafası hangi travmatik geçmişten beslense de insan olmanın erdemlerini en azından biz unutmayacağız .Kendisi gün olur, devran döner de bunu anlayacak kıvama gelene kadar bize