Hasan Bülent Kahraman (Sabah, 11 Haziran 2012)
Kesinlikle desteklediğim Kürt konusundaki girişimi CHP kendi kararıyla mı başlattı? Ya da şöyle söyleyeyim, CHP uzun, köklü, derin bir iç tartışmasının, dönüşüm arayışının bir uzantısı, sonucu, kararı olarak mı ortaya çıktı bu konuda?
Tek bir emare yok öyle olduğunu gösteren. İçine kapalı, kendisiyle uğraşan, ideolojik dönüşümde mütereddit bir parti var karşımızda. O halde nasıl oluyor böyle bir gelişme ve bu hamle bundan sonrası için ne söylüyor?
Herkesi kızdırmak pahasına ben düşündüklerimi söyleyeyim... Birincisi, ordunun yeni pozisyonu. AK Parti ordunun 28 Şubat dediğimiz ama 1997'den çok önce başlamış "sürekli (daha doğrusu 'süreğen' yani kesintisiz) darbe" anlayışını geriletti. Daha bir iki gün önce çok önemli bir olay cereyan etti. Adıyaman'daki üniversitenin mezuniyet töreninde Garnizon Komutanı Albay bölüm birincisi (kendisini kutlarım) başörtülü genç mezuna, elini sıkıp ödülünü verdi.
Bu, ordudaki değişimin daha ileri kanıt istemeyen önemli göstergesi. O değişim CHP'yi etkiliyor. Eğer ordudaki radikal kanat daha da geriletilir ve ordu büsbütün demokratik çizgiye taşınırsa CHP'deki açılımın daha ileri gideceği kesindir. (Bu hazin bir durumdur ama ne yapalım ki böyle...) Uzun sözün kısası, yeni durumun ilk değişkeni CHP değil ordudur. Ordu eski mevziini terk ediyor CHP de yenileniyor. Ordu dönüştükçe CHP de dönüşecek! Nitekim şu yukarıda verdiğim örneğin başka düzeydeki tezahürünü Fehmi Koru üstadımız geçenlerde CHP için yazmış ve partinin eski "irtica" söylemini terk ettiğini belirtmişti. Bendenizin verdiği örnekle bu saptama zannediyorum tamamlayıcıdır ve görüşümü kanıtlamaktadır.
***
Tüm bunları tayin eden ana unsur ABD'nin ve Avrupa sermayesinin tutumudur. Şöyle söyleyeyim: Türkiye daha 80'lerde 2-3 bin dolarlık bir ülkeydi. Özal'ın maksadı 5 bin dolara çıkarmaktı kişi başı geliri. Öyle bir ülke içine dönük, dışına kapalıdır. Kendi meseleleriyle boğuşur ve onlara asla çözüm bulmaz. Öylece hâkim, diktatoryal yapı sürecektir. (İçine kapalı her rejim diktatoryaldir.) Ama bir ülke şimdi olduğu gibi 10-15 bin dolar mertebesine geldiğinde ve 50 bin doları hedef aldığında uluslararası sermayedir söz sahibi olan. O sermaye ülkede rahatsızlık, huzursuzluk olmasını istemez. Tanzimat'ın önünde bile bu tür belirleyiciler yok mu?
Özal, 1980'lerde ülkeyi uluslararası kapitale açarken Kürt sorununun çözümü için de azami gayret sarf ediyordu. İkisinin birbirini dışlayıcı olduğunu biliyordu. Daha sonra 1990'larda konunun çözümsüzlüğe terk edilip iç savaşa dönüşmesinin ardında ülkeyi içine kapalı durumda hâkim ideoloji ve bürokratik yapıyla yönetmek isteyenlerin etkisi olduğunu düşünmek gerekir. O ulusalcı kanadın demokrasiye karşı olduğu kadar AB'ye ve kapitalizme karşı olması boşuna mıydı?
Şimdi olaylar veçhe değiştirdi. Türkiye harıl harıl sermaye ve doğrudan yatırım çekiyor. Ülkenin sorunlarını çözmesi ve istikrara kavuşması gerek. Türkiye'den önce sermaye talep ediyor bunu. "Akımın" sürmesi bu şarta bağlı. Davos'un Türkiye'de yapılması bunu gösteriyor. Bu şartlarda ülkenin demokratikleşmesi, sorunların çözülmesi, CHP gibi partilerin darbeci / ulusalcı mevkilerini terk etmesi zorunlu. Hatta öncelikli koşul. CHP'nin hamlesine siz bu açıdan bakın ben çarşamba günü devam edeyim.