Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, Genelkurmay Başkanlığı'nın 10 Kasım'da kuvvet komutanları ile halkı bir araya getireceği etkinliğiyle ilgili olarak "Kırmızı çizginin bu kadar aşılmasına gerçekten isyan eden ama maalesef ülkenin kaderini değiştirmeye artık gücü yetmeyen öfkeli ve üzgün bir kalabalık, yarın Anıtkabir’e akın edecek" dedi. "Bu arada Genelkurmay Başkanı da halkı, 'Ordu millet el ele' başlığıyla Anıtkabir’e çağırdı" diyen Söğüt, "Ordu millet, diyelim ki gerçekten el ele. Ama belli mi şu anda bu ülkede kimin eli kimin cebinde?" ifadesini kullandı.
Mine Söğüt'ün "Ordu millet el ele; kimin eli kimin cebinde?" başlığıyla yayımlanan (9 Kasım 2016) yazısı şöyle:
12 Eylül’den daha karanlık günler yaşıyoruz, diyor herkes... 12 Mart’tan daha kötü günler... 27 Mayıs sonrasından daha tehlikeli, daha şaibeli günler... Geçmişimizde yaşanan tüm korkunç günlerden daha korkunç günler... Bu günler... Yaşadığımız ve öldüğümüz; Tutuklandığımız ve hapislere atıldığımız; Tehdit edildiğimiz ve korkutulduğumuz; Saçma sapan ithamlarla ve yalan dolan haberlerle boğuştuğumuz; Ve hâlâ akılla, mantıkla, hukukla işin içinden çıkmaya çalıştığımız... Bu günler... O eski korkunç günlerin eseri; hatta şaheseri. Askeri darbeler bu ülkede sol ve alternatif politikaları yıllar içinde sistematik bir şekilde soykırıma uğrattılar. Her darbenin ardından o ideolojiler kendi kendilerini neredeyse güle oynaya imha etmeye soyundular. Bu arada “Ordu millet el ele” diye bir slogan ortaya çıkardılar. Orduya elini veren kolunu alamadı; O askeri darbelerin ardından sözde Atatürk ilke ve devrimlerini koruyanlar, rejimi karşıdevrimcilere her seferinde gümüş tepsiyle sundular. İktidarı bugün bulunduğu “her şeye muktedir” noktaya getiren ve muhalefeti en kifayetsiz haliyle derin kuyulara merdivensiz indiren ülke tarihi, kendi çatal dilini, yarattığı ve tescillediği bu karışıklık üzerine kurdu. Şu anda bu ülke mantıksızlık üzerine kurgulanmış dev bir bilmecenin içinde devrelerini yaka yaka can çekişiyor. Kim darbeci, kim kahraman... Kim suçlu, kim masum... Kim adil, kim hukuksuz... Kim kimi öldürmeye çalışıyor... Kim kimi neden savunuyor... Kim aslında ne yapmak istiyor... Artık hiç ama hiç anlaşılmıyor. Ortada hayali bir kırmızı çizgi... Sanırsınız ki karşı taraf onu aştığı anda kıyamet kopacak. Karşı taraf o kırmızı çizgiyi defalarca aşıyor; ama kıyamet falan kopmuyor. Çünkü bu ülkenin kırmızı çizgisi kırmızı değil; hiç de olmadı. Ne bugüne zemin hazırlayan o korkunç askeri darbeler sürecinde, ne de o sürecin sonunda varılan bu son noktada. Bu ülke tek atımlık fişeğini (o da biraz şuursuzca) Kurtuluş Savaşı’nda kullanan ve sonrasında başına gelenleri ve gelecekleri sanki bir kurtuluş savaşı hiç vermemiş; benzersiz bir liderin üstün zekâsıyla kendi varlığı bilenmemiş gibi tevekkülle seyredenlerin ülkesi. Kırmızı çizgisi falan yok. Hatta çizgisi yok. Tahammülü sınırsız. Kazandığı her şeyi göz göre göre kaybedecek kadar sinik. Bu ülke şu anda, sokaktaki insanından Meclis’teki vekiline kadar herkesin tevekkülü kültür bellediği bir geleneğe sahip çıkma telaşında. Tarihten hep yanlış ders alıyor. 12 Eylül’ü, 12 Mart’ı, 27 Mayıs’ı hatta hatta 28 Şubat’ı bile doğru okuyamıyor; Üstüne 15 Temmuz’u hiç anlamıyor. Başına gelenlere hâlâ öküzün trene baktığı gibi bakıyor. Kırmızı çizginin üzerinde iştahla otluyor. Yarın 10 Kasım. Kırmızı çizginin bu kadar aşılmasına gerçekten isyan eden ama maalesef ülkenin kaderini değiştirmeye artık gücü yetmeyen öfkeli ve üzgün bir kalabalık, yarın Anıtkabir’e akın edecek. Bu arada Genelkurmay Başkanı da halkı, “Ordu millet el ele” başlığıyla Anıtkabir’e çağırdı. Ordu millet, diyelim ki gerçekten el ele... Ama belli mi şu anda bu ülkede kimin eli kimin cebinde?