Orhan Miroğlu: Değer miydi 50 bin kişinin ölmesine?

Orhan Miroğlu: Değer miydi 50 bin kişinin ölmesine?

T24 - Kürt aydını ve Taraf gazetesi yazarı Orhan Miroğlu, bir Kürt arkadaşının “Yahu değer miydi 50 bin kişinin ölmesine, 3 bin köyün haritadan silinmesine, sırf Kürtçe konuşacağız diye!” sorması üzerine, “Vallahi ben de bu soruyu kendi kendime soruyorum” dediğini söyledi.Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır'ın "‘Değer miydi 50 bin kişinin ölmesine?’" başlığıyla yayımlanan (31 Ocak 2012) yazısı şöyle: Orhan Miroğlu: Öcalan, Avrupa'da kalsaydı silahlar gömülürdü‘Değer miydi 50 bin kişinin ölmesine?’“Bu soruyu kendi kendime soruyorum” diyor Orhan Miroğlu ve yanıtını şöyle veriyor: “Herhalde değmezdi... Bu haklar demokratik mücadele yoluyla da savunulabilir ve elde edilebilirdi...”

“Silahları Gömmek” (Everest Yayınları) kitabıyla, PKK ve Kürt sorunlarının çözümü konusunda özgün yaklaşımlar geliştiren Taraf gazetesi yazarı Orhan Miroğlu ile söyleşimizin bu bölümünde ağırlıklı olarak PKK ve Öcalan’ın, Miroğlu gibi bağımsız Kürt aydın ve siyasetçilerle ilişkisini ele aldık:

-Bir zamanlar aynı partilerde birlikte çalıştığınız arkadaşlarla aranızda ciddi görüş farklılığı var. Bu kişisel ilişkilere de yansıyor mu?

Yansıyor ve kişisel ilişkiler bitti. Bu anlamda partide olduğum zamanlar parti içinde hiç sorun yaşamadım. Partiden sorunlu bir şekilde de ayrılmadım. Ama son iki yılda İmralı’da Öcalan’a yönelik ve AK Parti’ye karşı takındığım tutum bakımından benim duruşum çok farklılaştı. Referandumda ‘Evet’ dememse bardağı taşıran damla oldu. Ergenekon sürecinde Ergenekoncuların Kürt hareketine ilgisiz kalmadığını yazdım. Bu yazılarımdan sonra PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu bana “milletvekili olsaydı böyle mi düşünürdü?” diye cevap yazdı. Ben de Karasu’ya cevaben bir yazı daha yazdım. Bu şekilde de ipler koptu. Bu normal esasında, ama burada normal olmayan şu: O partinin kitlesiyle bizim gibi düşünenlerin temas etmemesi, bizim fikirlerimizin o kitle içerisinde herhangi bir tartışmaya sebep olmaması için büyük çaba harcıyorlar.

-Ablukaya mı alıyorlar?

Evet, değişik fikirlere karşı öyle yapıyorlar. Van’dan çok sevdiğim partili bir arkadaşım bana “Hem Taraf gazetesi hem de sizin yazılarınızı okumak yasak” diye mail atmıştı. Benim Uludere ile ilgili “Özür ve Kibir” başlıklı yazımı okumuş . Devlet ve hükümet adına özür dilenmesi gerekir demiştim. Bu yazıdan sonra yine mail attı ve “artık o yasağı deliyorum ve Taraf almaya başladım” dedi.

-Kürt hareketinde AKP’ye karşı şaşırtıcı ölçüde alerjik bir durum gözledim. Buna karşılık CHP’ye bir ilgi var... Sizse AKP’ye hayli farklı bakıyorsunuz, onu Kürtler’in ve Kürt sorununun önemli bir parçası, önde gelen bir aktörü olarak görüyorsunuz.

‘AK Parti başardı’AK Parti’yi sadece bölgede aldığı oy itibariyle değil, Kürtler’le devlet arasında, Cumhuriyet’ten bu yana kurulan siyasi ilişkiler bağlamında değerlendiriyorum. Dolayısıyla AK Parti’nin Güneydoğu’daki siyasi başarısının, 1999’da merkez sağ ve sol partilerin tabela partisi haline geldiği bir döneme tekabül ettiğine işaret ediyorum. Bu çok önemli bir şey. Bugün AK Parti’yi çıkarın, Türk siyasi hayatı bakımından, Doğu ve Güneydoğu’da ya da Kürt toplumu içerisinde, tutunabileceğiniz hiçbir şey kalmaz. Oysa ben bundan yana değilim. Sol gelenekten gelen biri olarak, sosyal demokrat bir partinin Kürt toplumunda böyle bir başarısı olsun isterdim. Ama bunu AK Parti başardı. AK Parti’nin Kemalizmle hesaplaşan bir parti olarak Doğu ve Güneydoğu’da güçlenmesi söz konusu. Dolayısıyla CHP’nin böyle bir şansının olamadığını söylüyorum. Kemalist paradigmaları kabul eden, Dersim’le yüzleşmeyi bile bin dereden su getirip erteleyen, AK Parti’nin tekeline bırakan bir CHP’den elbetteki umutlu olmak için bir sebep yok.

- PKK’nın AKP’ye karşı tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

PKK’nın AK Parti’ye karşı tutumu, bir iktidar çatışması tutumudur. Her iki parti arasındaki iktidar rekabeti, Ak Parti’yi çözüm için, BDP’li Kürtler’in gözünde, muhatap aktör olmaktan çıkardı. Hâlâ aynı durum söz konusu. Zaman zaman belki haksız kelimelerle ifade etmiş olabilirim ama Kürt hareketinin sol grupların kuşatması altına girdiğini düşünüyorum. Bu kuşatma, Kürt hareketinin kendisini, Türkiye’de rakipsiz olan bir partiye karşı, hem kendi bölgesinde, hem Türkiye ölçüsünde bir iktidar alternatifi olarak görmesine yol açtı. Hata burada. Dolayısıyla 2007’den 2011’e kadar, o 4 yıllık süre, normal olarak geçseydi ve normalde her iki parti de bu işin çözümünde temel aktörler olduklarına dair güçlü bir inancı koruyabilselerdi, bugün yaşadığımız olmazdı. Bu rekabetin olması doğal. Ama PKK’nın şunu isteme hakkı yok: “Kürt toplumunu ben tek başıma yönetirim!”

- Çok ilginç. Çünkü Kürt hareketi öteden beri, devletin kendilerini muhatap almamasından yakınır, halbuki siz şimdi Kürt hareketinin, devleti kontrol eden AKP’yi muhatap almamakta inat ettiğini söylüyorsunuz.

‘1999’da siyaset yoktu’Aynen öyle. 1999’un tersi bir durum var. 99’da Öcalan’ın bu meseleyi çözmeye dair samimiyetinden hiç kuşku duymuyordum. Üstelik İmralı’daki işleyişe rağmen, böyle bir irade koydu ortaya. Yazdıklarına, savunduklarına baktığınız zaman, bu fikrin yüzde 100 doğru olduğunu görüyorsunuz. Ama Öcalan’ın karşısında çözüm isteyen bir devlet yoktu, siyaset zaten yoktu.

- Şimdi var mı çözüm isteyen devlet?

Tabii. Ordu ve bürokrasi içinde bazı gruplar hâlâ savaş istiyor olabilirler. Ama ben Kürt savaşını Türkiye’de ordunun ağırlıklı kesimi dahil artık kimsenin istemediğini düşünüyorum. Kürt savaşının devam etmesini isteyen birileri her zaman olacaktır... Ama koşullar çok değişti, siyaset kör topal da olsa, bu alana egemen olmak için ciddi bir çaba içinde. Yani Kürt savaşına bu devletin, Türkiye’nin daha doğrusu, ihtiyacı kalmadı diye düşünüyorum. Savaşı sürdürmek, onu zayıflatıyor. Üstelik askeri vesayet bir yanıyla zaten, artık aşı nma sürecinde. Bugüne kadar Kürt savaşı üzerinden korundu, ama sona gelindi artık ve bunun geriye dönüşü yok.

- Kürt hareketi içinde silahı benimsemeyen Kemal Burkay, Şerafettin Elçi gibi bazı isimlerin Kürtlerin statüsü konusundaki talepleri PKK’nın çok ötesinde. Onların federasyon önermesi, PKK’nın demokratik özeklik dediği şeyin epey ilerisinde değil mi?

Geçenlerde İstiklal Caddesi’nde, bir Kürt arkadaşla merhabalaştık. Anlattığına göre BDP’ye oy vermiş. Bana “Yahu değer miydi 50 bin kişinin ölmesine, 3 bin köyün haritadan silinmesine, sırf Kürtçe konuşacağız diye!” sordu.. Yüzüne bakakaldım ve “Vallahi ben de bu soruyu kendi kendime soruyorum” dedim.

- Peki değer miydi?

Herhalde değmezdi... Bu haklar demokratik mücadele yoluyla da savunulabilir ve elde edilebilirdi...

PKK en iyi bildiği şeyi, yani susturmayı, tehdit etmeyi terk etmiyor bir türlü...

‘Beni bakan bile yaptılar AK Parti’den!’- Siz, Kemal Burkay, Şivan Perver, hükümetle de görüşüyorsunuz bildiğim kadarıyla...

Yanlış biliyorsunuz. Benim hükümetle şu ana kadar hiç bir görüşmem olmadı. Açılım sürecinde, yazarlarla yapılan toplantıya bir defa katıldım. Özel bir görüşmem olmadı. Şu ana kadar herhangi bir bakanla görüşmüş değilim. Bir tek istisnayla.Musa Anter cinayeti konusunda Sayın Beşir Atalay’la bir kez görüştüm ve onunla kanaatlerimi paylaştım, soruşturma ve failler konusunda endişelerimi paylaştım. Kürt meselesiyle ilgili görüşme ise bu olmadı. Görüşememek benden kaynaklanan bir şey değil. İsteyen herkesle görüşürüm..

Ama böyle bir imaj var..

Böyle bir imaj yaratılıyor. Benim Mardin’den AK Parti milletvekili adayı olacağım söyleniyordu. Beni bakan bile yaptılar AK Parti’den. Oysa ben zaten 2008’de DTP’nin kapatılma davası nedeniyle beş yıl siyasi yasak almış biriyim. AKP istese bile beni aday gösteremez. Ancak bağımsız vekil olabilirim.

‘Kürt aydınları PKK’yı tasfiye edemez ki!’Şivan Perver, Rojin gibi bağımsız Kürt şahsiyetler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu değerli dostlarımızın siyasi bir kimlikleri yok. Sanat alanında etkili isimler. İnsanlar onların türkülerini dinlemek isterler, coşkularını hissetmek isterler. Fikirleri ve şarkıları susturmanın manası yok ve bu çok yanlış, çok yaralayıcı. Kemal Burkay, politik bir isim mesela. Fakat Kemal Bey’in Türkiye’ye gelmesinden sonra öyle bir hava yaratıldı ki, sanki 50-60 yıllık siyasetçi değil de, sadece Sezen Aksu’nun söylediği şarkıyı yazmış bir şair gibi lanse edildi. Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi’nin kurucusu, arkasından Kürdistan Sosyalist Partisi’nin genel sekreteri olmasına rağmen kimse ona bu soruları sormadı. Kemal Bey’in Türkiye’ye gelişinde bazı sıkıntılar oldu ama bunlar AK Parti’yle ilişkisi olduğunu göstermez. Sonra, olsa ne olur? O her şeyden önce, Kürt meselesi söz konusu olduğunda, federasyonu savunan sosyalist bir insan. Sonuçta Kemal Bey’in içinde politika yapmayı düşündüğü HAK-PAR seçimde koşulsuz BDP’yi destekledi. Şerafettin Elçin’in milletvekilliği talebi karşılandı, HAK-PAR’ın Milletvekili talebi oldu, kabul edilmedi ama yine de desteğini verdi.

PKK kimi aydınlara ve sanatçılara neden bu kadar karşı?

PKK’nın korkuları büyük. Bir çeşit paranoya... Yani bizim gibi insanlara olan yakalaşımında endişeler ve korkular öne geçiyor. En çok, tasfiye edilmekten korkuyorlar. Devlet bizi tasfiye ediyor korkusunun yanına, bizim gibi insanlardan korkmaları da ekleniyor. Oysa Kürt aydınlarının bugün için ne kimseyi tasfiye etmeye ne de yeni bir şey kurmaya fazla imkanları yok. PKK en iyi bildiği şeyi, yani susturmayı, tehdit etmeyi terk etmiyor bir türlü...

‘Kürtler henüz hikayenin sonuna gelmedi’Kürtler ve Kürt siyasetinin geçmişle yüzleşmeye hazır olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye’de bugün kozmik odalara giriliyor, çeşitli davalar sürüyor. Bunlar Türkiye tarihi için devasa şeyler ama bu türden gelişmelerin Kürt hareketi söz konusu olduğunda da yaşanacağını sanmıyorum çünkü Kürt halkı için henüz hikayenin sonuna gelmiş değiliz. Bir PKK tarihi yavaş yavaş oluşuyor. Mesela Murat Karayılan son kitabında “Bizde kötü adamlar vardı kötü işler yaptılar” diyor. Hayır, bu kötü adam işi değil, bir sistem meselesidir. Kolektif işlerdir bunlar. PKK’da da böyle devletin bazı kurumlarında da. Bireylerin tabii ki sorumluluğu var ama bu sorunu onlar tek başlarına yaratmadı. Öte yandan PKK’ya sadece kriminal bir örgüt olarak bakmak bir tür psikolojik harptir. Çünkü bu harekete katılan insanların herbirinin bir hikayesi var. Bu hikaye ulusal taleplerden besleniyor. Ulusal taleplerin merkezinde bugün PKK değil TKSP (Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi) ya da KİP (Kürdistan İşçi Partisi) de olabilirdi. Bu sonucu çok değiştirmezdi. Devletin, başından beri istihbari anlamda ilişki kurmadığı bir Kürt hareketi yoktur. Ama bu işin maliyeti PKK’da çok yüksektir. Zamanında Dr. Şivan’ın (Sait Kırmızıtoprak) arkadaşlarıyla beraber Kuzey Irak’da infaz edilme hadisesinde bile MİT’in ve devletin rolü olduğuna inanıyorum ve bunu kitap ta da ima diyorum. Kürt toplumunda bir doğum olacaktı. Bana sor asanız Öcalan mı yoksa Şivan mı diye, benim gönlüm bu doğumu Dr. Şivan’ın yaptırmasından yanaydı.