Orhan Miroğlu: Yaramı unutmayan Başbakan'a müteşekkirim

Orhan Miroğlu: Yaramı unutmayan Başbakan'a müteşekkirim

Beş Eylül: Bir isyanın yıldönümüBeş Eylül 1983, Diyarbakır cezaevinin tarihinde unutulmaz bir gündür.

Beş No’lu diyorlardı bu cezaevine. Beş No’lu Bellek desek belki daha doğru olur.

Eylül 1983’e gelinceye kadar, bu cezaevinde ölümle sonuçlanan direnişler hiç eksik olmadı.

1981 yılının mart ayında başlayan direnişte Ali Erek hayatını kaybetti.

Öldüğü gün tam olarak bilinmiyor. 10 Nisan 1981’de ölüm orucunu bıraktıktan sonra İstiklal Marşı’nı ve Andımızı okumayı reddettiği için bir hücreye atıldı. Bir süre sonra bulunduğu hücreden hiç ses gelmeyince öldüğü anlaşıldı.

1981 martında 14 kişinin başlattığı ölüm orucu da başarılı olamadı.

Yine de 1982 yılında, cezaevindeki zulme karşı, direnişler devam etti.

Mazlum Doğan 21 Mart 1982’de kaldığı koğuşta kendini astı.

33. koğuşta kalan Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin, Eşref Anyık, cezaevindeki işkenceleri protesto etmek amacıyla hayatlarını feda ettiler ve üzerlerine neft dökerek bedenlerini ateşe verdiler. Aralarında kurtulan olmadı.

Bunu temmuz ayında gerçekleşen ölüm orucu izledi.

Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek hayatlarını kaybettiler.

14 temmuzda başlayan ölüm orucu ilk olarak 7 eylülde Kemal Pir’in, en son da 17 Eylül 1982’de Ali Çiçek’in hayatını kaybetmesiyle sona erdi.

Bu eylemlerde ölenler, PKK’nin liderleri ve kadrolarıydı.

1983 eylül ayına gelinceye kadar, cezaevinde bu direnişlerden sonra önemli bir şey gelişmedi. Tutuklular arasında bu döneme teslimiyet dönemi deniyordu. Direnişler, ölümler sonuç vermemiş, cezaevi düzenini değiştirmeye yetmemişti. Ama bu direnişler ve ölümler kuşkusuz geride önemli bir direniş mirası da bırakmıştı.

Sonra her şey 5 Eylül 1983’te yeniden başladı. Diyarbakır cezaevi o gün büyük bir isyana sahne oldu. Cezaevinin mevcudunun beş bin kişi olduğu tahmin ediliyordu ve bu insanların tümü ortak bir sloganda buluşmuşlardı:

“İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”

O gün, yargılandığım davanın duruşması yapılmış ve cezaevi aracıyla geri dönmüştük.

Esas duruşta aracı terk ettik.. Ellerimizde kelepçe koridorda beklemeye başladık. Cezaevi atılan sloganlarla inliyordu adeta. Konuşmak yasak olduğu için aramızda konuşamıyor, sevincimizi birbirimizle paylaşamıyor ama bu zulmün nihayet bittiğini, bundan sonra insan gibi yaşayacağımızı biliyorduk.

Bir süre bu isyanın gümbürtüsünü dinledik. Sonra ellerimizdeki kelepçeleri çözdüler. Farklı koğuşlarda kaldığımız için her gardiyan kendi koğuşundaki mahkûmu alıyor ve koğuşa götürüyordu. Beni de koğuşumuzun gardiyanı almaya gelmişti. Kaldığım 7. koğuşa doğru yan yana yürümeye başladık. Ben askerî adımla yürüyordum, o ise adi adımla. Adi adım aslında insan gibi yürümenin adıdır. Ama ellerimiz pantolon ceplerine koyarak, şöyle keyifli bir yürüyüş yapmayı unutalı çok olmuştu. Derken kaldığımız koğuşun koridoruna girdiğimizde adını bilmediğimiz ama kod adıyla tanıdığımız gardiyanımız bana döndü ve “Adi adım lan” dedi.. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Adını bilmiyorduk, ama kod adını biliyorduk.

“Kara” kod adıyla tanıdığımız gardiyanımızın emriyle adi adımla, yani insan gibi yürümeyi ilk kez denemiş oldum o gün. Gardiyan emretti ve ben insan gibi yürümeye başladım. Sonra bana şöyle dediğini duydum, üstelik adımla hitap ederek, –bana ilk kez adımla hitap ediliyordu o cezaevinde-“Orhan, bizler emir kuluyuz, emrettiler biz yaptık, bilmeni istiyorum.”

Sonra ikimiz birden sustuk. İki arkadaş gibi yürümeye devam ettik.

Bir gardiyanla ve yan yana, insan gibi yürümenin ne anlama geldiğini, ancak Beş No’lu Cezaevi’ni yaşamış biri anlayabilir.

Sonrasında cezaevinde işkenceler bitti. İsyan başarılı oldu. Direniş kitlesel desteğinden, sonuna kadar hiçbir şey kaybetmedi.

5 Eylül Direnişi’nin 27. yıldönümünde, 3 eylülde, Sayın Başbakan Diyarbakır’da bu cezaevi hakkında hükümetinin ne düşündüğünü açıkladı. Geçmişin bıraktığı acılardan söz etti.

Sevgili Musa Ağabey’i unutmadıklarını söyledi.

Ve bu arada “Orhan Miroğlu’nun yarası”ndan bahsetti. Hiçbir devlet yetkilisi şimdiye kadar bana dönüp yaranı unutmadık demedi. Sayın Başbakan’a müteşekkirim.

Aslında bir halkın yaşadığı acıların sadece çok küçük bir parçası olan benim yaramı unutmamış olduğunu söylemesi Sayın Başbakan’a şunları söylemek için bana cesaret veriyor.

Benim hayatımda iki büyük yara var. Biri Musa Anter’in kanlar içinde vurulup kaldığı Seyrantepe 36. Sokak’ta açılan yaradır.

Bir diğer yaram daha var benim.

Diyarbakır Beş No’lu Cezaevi’nin yarası.

Sayın Başbakan,

Şimdi binlerce insanın bedeninde yer eden bir yaranın yerleştiği ve yaşandığı mekâna bir süre sonra, iş makineleri girecek diyorsunuz. Burayı yıkacağız diyorsunuz. Milli Eğitim Bakanı bu kıymetli arazinin en büyük talibi diyorsunuz.

Burası çok kıymetli evet, ama hafızalarımızda açtığı yaraları unutmayacak ve bu acıların bir daha yaşanmaması için bu mekân bir hafıza müzesine dönüşecekse kıymetli.

Siz geçmişi unutmadığınızı söylüyorsunuz çok haklı olarak. Bize referandum sürecinde Dersim’i, 12 Eylül’ü, 27 Mayıs’ı defalarca hatırlattınız. Yani unutmamayı tavsiye ettiniz.

Peki, Diyarbakır cezaevini unutmamak için ne yapmalı?

Cezaevini yıkmak, insanlara dönüp burada yaşadıklarını unutmayı tavsiye etmek değil midir?

Bakın Ulucanlar Cezaevi’nde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asıldığı darağacı hâlâ saklanıyor.

Bu darağacı şimdi burada açılan müzede yakında insanların ziyaretine açılacak.

Unutmamak budur Sayın Başbakan.

Peki, Mazlum Doğan’ın kendini astığı hücreyi, Ferhat Kurtayların bedenlerini ateşe verdiği koğuşu, gökyüzüne bakmanın yasak olduğu havalandırmaları, üstünde “Türkçe konuş, çok konuş” yazan görüş kabinlerini, Necmettin Büyükkaya’nın işkenceyle öldürüldüğü hamamı, yerle bir etmenin, yıkmanın, Kürt halkına 12 Eylül’ü unutun demekten bir farkı var mı?

Siz bu acıları Diyarbakır’da tanıdığınızı, içinizde hissettiğinizi, unutmadığınızı söylediniz.

Mazlum bir halkın acısına ve yasına ortak olduğunuzu ilan ettiniz.

Sizden kendi adıma istirham ediyorum, Diyarbakır cezaeviyle ilgili aldığınız yıkım kararını yeniden gözden geçirin ve lütfen devletin iş makinelerini burada yaşamaya devam eden hafızamızdan uzak tutun.(Orhan Miroğlu - Taraf - 5 Eylül 2010)