Poğaçacı Remzi Gelik'in hikayesinden etkilenip sarsıldığını söyleyen Pamuk, Türkiye’deki siyasi duruma ilişkin de yorum yaptı: Düşünce özgürlüğünün hiç kalmadığı Türkiye’de insanın öfkelenmemesine imkan yok!
Orhan Pamuk'un BBC One için 2018 yılında hazırladığı "Orhan Pamuk: A Strange Mind" belgeselinde yer alan ve “merhaba poğaçacı” olarak gündeme gelen poğaça satıcısı Remzi Gelik vefat etti.
Poğaçacı Remzi Bey'in hikayesinin sosyal medyada ses getirmesinden sonra Independent Türkçe'den Maaz İbrahimoğlu, Nobel ödüllü yazar Pamuk'a ve Gelik'i sordu.
Haberden etkilenip, sarsıldığını ifade eden Pamuk, Remzi Gelik'in hayatını ise "Kafamda Bir Tuhaflık" isimli romanının kahramanı bozacı Mevlüt Karataş'a benzettiğini söyledi.
Gelik'in poğaçalarının lezzetli olduğunu ve poğaçalarını "hakiki bir iştahla yediğini" ifade eden Pamuk, Gelik'in ölümüne üzüldüğünü belirtti ve kendisine rahmet diledi.
İndependent Türkçe'de yayımlanan söyleşi şöyle:
Belgeselde poğaçacı ile karşılaştığınızda "merhaba poğaçacı" ifadesini kullandınız ve bu ifade sosyal medyada viral oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Size yönelik eleştirilere ne diyorsunuz?
O kadar eleştiri yapılacak artık! O kadar mizah, şaka zekanın hakkıdır. Bana bir hakaret yok, tehdit yok, sevimli bir eleştiri gibi gördüm hepsini.
Yalnız şunu hatırlatmak isterim: "Kafamda Bir Tuhaflık" adlı romanımı yazabilmek için o rahmetli poğaçacı gibi -çoğu yoğurtçu- kırka yakın sokak satıcısı ile tanışıp röportajlar yaptım.
Bazı satıcıların -özellikle emekli eski yaşlı satıcıların evlerine gidip sohbetler yaptım! O konuşmaların hepsini kaydettim. Birgün o konuşmaları da yayımlayacağım.
O romanı yazmak altı yılımı aldı. Bir konuya altı yıl emek vermek, bir konuyu sevmek nedir, yazan, araştıran bilir.
Bazıları sizin halktan biri gibi görünmeye çalıştığınızı ama bu üslubun halkın dilinden farklı olduğunu söyledi.
Bir romancıyım. Konuşmaların, "diyalogların" sahiciliği, inandırıcılığı benim için çok çok önemlidir.
Bu yüzden bir romanı yazarken konuşma sahnelerini yakınlarıma yüksek sesle okurum. Hakiki mi, inandırıcı mı söylesinler diye.
Bu konuda iddialı olduğum için simitçiye "simitçi" mi denecek -"hey oğlum" mu denecek,"amca" mı denecek- bütün bu konuları düşünmeyi de severim.
Bu konularda "viral olanlar" kadar iddialıyım. Tartışmaya girmeyelim, gülümseyelim yalnızca…
Bu konunun "viral" olması da hoşuma gitti. İnsanlar diyalogun hakikiliğine değer veriyor diye.
Bütün o sahne on kere önceden ayarlanmış bir sahneydi. Filme çekilmesinden belli değil mi? Üstelik İngiliz TV’si BBC için, poğaça nedir bilmeyen insanlar için film yapıyoruz.
Sokakta öylesine denk geldiğiniz bir insanın hikayesinin bu şekilde çıkması sizde nasıl bir etki yapıyor?
Muazzam bir etki yapıyor. Sarsılıyorum, içime işliyor. Romanları işte bu yüzden yazdığımı coşkuyla düşünüyorum. (Tabii ki tek neden bu değil!)
Rahmetli poğaçacı Remzi Gelik’in hikayesi gerçekten "Kafamda Bir Tuhaflık’ın" başkahramanı Mevlüt Karataş’ın (Bozacı Mevlüt) hikayesine çok benziyor.
Ayrıca "poğaçacı"nın viral olmasından sonra Remzi Gelik’i arayıp, bu çok ilginç haberi yaptığınız için sizi ve Independent Türkçe’yi tebrik ederim.
İki yıl önce BBC için bu filmi yaparken konumuz biraz da "Kafamda Bir Tuhaflık" olduğu için sokaklarda satıcı, özellikle yiyecek satan satıcı arayarak çekim yapıyorduk.
Rahmetli Remzi Bey ile Zeyrek’te karşılaştık. Arabasını iterek poğaça satıyordu!
Ona ne yaptığımızı anlattık. O da durumu anlayarak çektiğimiz filme tatlılıkla katıldı. Prova bile yaptık... Hepimiz memnunduk.
Çekim uzun sürüyordu… Ve daha da sürecekti. Bu yüzden iki poğaça aldım. Birini çekim sırasında, kameralar karşısında; ama hakiki bir iştahla yedim.
İkincisini ise günün ilerleyen saatlerinde -çekimler süreceği için- yemek için ayrı sardırıp yanıma aldım.
Bu ayrıntıları size anlatmak da hoşuma gidiyor.
Kafamda Bir Tuhaflık isimli kitabınızda Mevlüt Karataş isimli bir bozacının hikayesini anlattınız.
Anlattığınız bozacı Mevlüt Karataş’ın hikayesi poğaçacı Remzi Gelik’in hayatına benziyor. Kitapta Mevlüt, Rayiha isimli kadını kaçırıyordu. O da Anadolu'dan İstanbul'a geliyordu.
Poğaçacı Remzi Gelik ise 2 kadını kaçırıyor ve 3 evlilik yapıyor. Mevlüt de iki evlilik yapıyor. O da İstanbul'da yerleşiyor. Ne diyorsunuz?
Ben bu ayrıntıları ve benzerlikleri sizin Independent Türkçe haberinizde okuyunca çok etkilendim. Ama zaten bildigim bir hikâyeydi sanki…
Benzerlikleri bir tesadüf olarak görmedim. Bu benzerliklerden de aşırı etkilendim ve duygulandım. Ama ne kadar tesadüf diye soralım kendimize...
İstanbul’a göç edenlerin önemli bir kısmı ilk başlarda Mevlüt Karataş gibi, rahmetli Remzi Gelik gibi sokak satıcılığı yapıyor. Evlenmek, başlık parasını denkleştirmek zor olduğu için…
Pek çok aşık, tıpkı kahramanlarımız gibi "birlikte kaçmak" ya da "kız kaçırmak" zorunda kalıyor. Bunlar toplumsal gerçekler aslında, tesadüfler değil.
Poğaçacı kardeşimiz Remzi Gelik’in yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Onunla karşılaşıp filmimizin bir kısmında onu gördüğümüz için teselli oluyoruz.
Vefat etmiş olduğunu öğrenmek beni üzdü, ama filmden de anlaşılacağı gibi zaten iki yıl önce yüzü bembeyazdı.
Bir sözünüzün, bir ifadenizin sizden izinsiz alıntılanmasını, sonra da viral olmasını nasıl karşılıyorsunuz?
Akşam yediden sonra bilgisayarın başına geçip, sağa sola biraz hakaret edip "ayar vermek" isteyen insanları anlıyorum aslında...
Hele düşünce özgürlüğünün hiç kalmadığı Türkiye’de insanın öfkelenmemesine imkan yok! Ama öfkeliler hiç bilmedikleri, anlamadıkları konularda sert söz söylemeyi daha çok seviyorlar.
Böylece bilmedikleri konularda yalanlara çok daha kolay kanıyorlar! Bir şeylere kızabilmek için kanmak da istiyorlar!
Bunlar da toplumsal medyanın bütün dünyada bilinen cilveleri... Bazı kuramcılar dünyada sağ popülizmin yükselişini de bununla açıklıyorlar...
Poğaçacı konusunda "viral olan" heyecanlı kardeşlerimizin neredeyse hepsi, altı yıl Kafamda Bir Tuhaflık diye bir sokak satıcısını anlatan 500 sayfalık bir roman yazdığımı bilmiyorlar.
Tıpkı "hiçbir kitabını okumadım, okumayacağım" diye yemin edip, arkasından eleştirenler gibi.
Burada bize özgü bir sorun daha var: Demokrasilerde akşamları öfkeliler, bilgisayarlarına oturup ağızlarına geleni yazıp hükümeti eleştirince kimse onlara dava açmıyor ve kimse sözlerinden dolayı onları hapse atmıyor.
Türkiye öyle değil. Sıkıysa aynı sertlikte hükümeti, "yukarısını" eleştir!
Türkiye gibi düşünce özgürlüğü olmayan ülkelerde hükümet ve iktidar eleştirilemediği için öfke okları başka yerlere gidiyor.
Rahmetli poğaçacı Remzi Gelik’i bize bu konularda da düşünme ve konuşma fırsatı verdiği için de hayırla anıyorum ve ilginiz ve incelikli ve duyarlı haberiniz için teşekkür ediyorum size.