Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, başkanlık sistemi tartışmalarına ilişkin olarak, "Zaten başkanlık sistemi gibi bir şey yaşıyoruz artık. Cumhurbaşkanı 'Can Dündar’dan hesabını sorarım' diyor, hâkimler gereğini yapıyor" dedi. "Bürokrasi, hukuk sistemi Cumhurbaşkanı’ndan fazlasıyla korkuyor" diyen Pamuk, "Sesini çıkaran yok. Bundan başka ne isteniyor, farkında değilim açıkçası" ifadesini kullandı.
"Ekonomik büyüme otoriterliği gizliyor" diyen Pamuk, "Otoriterlik ekonomik büyümeye de mani olacak ve yavaş yavaş değişecek" yorumu yaptı.
Hürriyet'ten Çınar Oskay'ın sorularını yanıtlayan (31 0cak 2016) Orham Pamuk'un açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Ben de İran’a gittim ve kültürün zenginliğine hayran kaldım. Yine de kendime sordum: İranlılar bunun yararını ne kadar görüyor?
Bu çok ilginç bir konu. Gelenek, babanın oğlunu öldürmesini değerli buluyor ve vazgeçilmez kılıyorsa o gelenekten de kopmak lazım.
Bizim bilinçaltımızı oluşturan böyle efsanelerimiz var mı?
Bu konudaki metnimiz hiç şüphesiz Dede Korkut’tur. Dede Korkut’un Freud’cu karşılaştırmalarla incelenmesini çok isterdim.
Kitabın Türkiye’nin otoriterleşmesiyle ilgisi var mı?
Bu tür şeyler hep tesadüf olur. Gittikçe otoriterleşen bir toplumdayız. Ne yazık ki buna seçmen de onay vermiş. Belki o karamsarlık etkili olmuştur. Ama bir yıldır yazıyorum, seçimden 2-3 ay önceydi. Otoriterlik ve bireylik bizim için bitmez konulardır.
Biraz Türkiye’yi konuşalım... Nasıl görüyorsunuz?
Kötü görüyorum, üzülüyorum da. İktidar partisi milletvekili olsaydım üniversite hocalarına bu kadar yüklenilmesinden rahatsız olurdum. Evet, metnin kusurları, eksiklikleri var ama artık imzalanmış. “Ben sana bunu soracağım” diye bir toplum olmaz ki. Bu kadar göstere göstere öğretim üyelerini ezmek, hırpalamak, aşağılamak, “Vatan haini” demek kabul edilebilir değil. Can Dündar’ın hapse tıkılması var. Ne diyebilirim ki?
Amerikan internet sitesi Daily Beast’te “Nobel laneti Orhan Pamuk’u öldürdü mü?” başlıklı bir yazı vardı. “Artık nostalji ve aşk romanları yazıyor, nasıl olsa nobeli var” demiş eleştirmen.
Independent da “En iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazdı” dedi. Bak, kitabın arkasında var. Bunlara cevap vermek istemiyorum. Belki dünyada en çok siyasi röportaj yapan, en talihsiz yazarım. Türk olduğum için bana sürekli siyaset soruyorlar.
Ülkenin en önemli aydınlarından birisiniz. Çevrenizde hapse girenler, işsiz kalanlar, hatta saldırıya uğrayanlar oluyor. “Ben de bir şey yapmalıyım” gibi bir suçluluk duygusu hissediyor musunuz?
Bazen romana kaptırırsın, birileri işten atılır, hapse girer, sen hiçbir şey yapmıyorsundur. Öyle suçluluk duyduğum dönemler oluyor. Ama inan, buna vakit kalmıyor. Durmadan mail geliyor, “İmza verir misin” deniliyor; biri telefon ediyor, “Orhan Bey bilmem kim hapse girdi, bana yardım eder misin” diye soruyor. Unutmama imkân yok.
Nasıl karşılık veriyorsunuz bunlara?
Bazısına “Evet” diyorum, bazısına “Daha dün yaptım” diyorum. İki sakınca var. Birincisi, mevcut otoriter, kötücül kampanyalara hedef olmak. Ölçüsünü tutturmak, ucuz saldırgan laf etmemek gerekiyor. İkincisi, her ağzımı açtığımda siyaset konuşan bir adam konumuna düşmek... Norveç’te bir akşam Paul Auster ile buluştuk. “Ne güzel, sen Amerika’dasın. Bana durmadan siyaset soruyorlar” dedim. O da “Bana da Körfez Savaşı’nı, Bush’u soruyorlar” demişti. Yazarlıkta kaçınılmaz bir durum. Ama mesela akademisyenlere gösterilen kaba, duyarsız şeyleri içime sindiremiyorum. Sen o kadar kötü davranırsan insanlar başka ülkelere gider. Öğretim üyesi yetiştirmek kolay mı?
Demokrasi ilkeleri üzerinden yapılan eleştiriler hâlâ anlamlı mı? Çok kafaya takılıyor mu bunlar sizce?
Beni o korkutuyor. Ama şunu da unutmayalım, kasım sonuçlarını öğrendiğim zaman bana benzeyen herkes gibi hayal kırıklığına kapıldım. Ama ilk defa mı? Çocukluğumda da Demirel vardı. İlk hayal kırıklığı yaşayan liberal, solcu ya da özgürlükçü ben miyim? Hayatımız böyle geçti! Ama bu sefer ölçüsü kaçtı.
Neden?
Yalnız Türkiye’de değil Rusya’da, Hindistan’da, diğer Asya ülkelerinde de seçmen için özgürlükler, hoşgörü, ekonomik büyümeden sonra gelen değerler. İnsanı kahreden gerçek bu. Ekonomik büyüme otoriterliği gizliyor. Putin onu da yapmadan sırf otoriterlik reklamıyla kazanıyor.
Bu nasıl değişir?
Otoriterlik ekonomik büyümeye de mani olacak ve yavaş yavaş değişecek.
Batılı ülkeler tarihte bu tür gidişatlar sonrası ciddi trajediler yaşadı. Ancak sonrasında ders alabildi.
Evet, öyle olmasını istemiyorum. Kendi gazetelerinde bile eleştiriye tahammül edemiyorsun. Yanlış yaptığında seni kim uyaracak? Yanlışlar, sonunda ekonomiyi, büyümeyi, şunu bunu zehirlemeye başlayınca nereden çıkış bulunacak? Kasım seçiminde seçmen biraz da anarşiden korktu. “Şimdi boş ver özgürlükleri. Ekonomiyi koruyan otoriter ‘babamız’ olsun, ne olursa olsun” dedi. İç açıcı bir sonuç değil. Gazetecilere baskı var mı? Fikirlerini rahatça yazabiliyor musun? Özgür müyüz? Seçmenimiz ne yazık ki böyle bakmıyor. Asya ülkeleri de böyle. Bu beni korkutuyor çünkü artık sadece Batı değil başka kültürler de dünyayı belirliyor. Onlar için özgürlükçülük en önemli değer değil.
Sadece Asya değil ki, Amerika’da Trump gibi nefret söylemiyle yükselen biri ortaya çıktı. Avrupa’nın Türkiye ile ilişkilerinde demokrasi değerlerinin altını çizme hassasiyeti ortadan kalktı.
IŞİD ve göçmen krizi Avrupa’nın elini kolunu bağladı, bütün değerleri unuttular. Bize bir dönem Suudi Arabistan’a baktıkları gibi bakıyorlar. Bizim istediklerimizi yapıyorsa içeride ne yaparsa yapsın! Göçmenleri filtrele, IŞİD’le savaşımızda yanımızda yer al. Biz de insan haklarını ihlal etmeni, gazetecileri içeri atmanı görmemeye çalışırız!
Şimdi gündem başkanlık. Buna nasıl bakıyorsunuz?
Zaten başkanlık sistemi gibi bir şey yaşıyoruz artık. Cumhurbaşkanı “Can Dündar’dan hesabını sorarım” diyor, hâkimler gereğini yapıyor. Bürokrasi, hukuk sistemi Cumhurbaşkanı’ndan fazlasıyla korkuyor. Sesini çıkaran yok. Bundan başka ne isteniyor, farkında değilim açıkçası.
Tüm bunlar olurken ülkedeki kültürel atmosferi nasıl görüyorsunuz?
15 yıllık ekonomik gelişim, bireyliğini önemseyen insanlar yarattı. İstediğin kadar kültürü, sanatı yasakla, onlar dertlerini ifade eder. En büyük sorun düşünce özgürlüğü. Özellikle gazetecilerin, politik yorumcuların özgürlüğü... Stalin Rusya’sı, 70’lerin Rusya’sı gibi sanatçının özgürlüğüne saldırı yok. Ama politik yorumcunun üzerine çok büyük bir saldırı var. Hükümetin çatıştığı yerler gazeteler. Roman yazarken kendimi kısıtlanmış hissetmiyorum. Ama her gün köşe yazısı yazdığım zaman baskı gelecektir.
Romanınızın Silivri Cezaevi’nde bitmesinin sembolik bir anlamı var mı?
Kahramanın İstanbul yakınlarında bir hapishaneye gitmesi gerekiyordu. Biraz araştırınca herkesin oraya gittiğini anladım. Muhalif gazeteciler, eski askerler, Kürtler, adi suçlular... Silivri’nin hayatımızda yeri var, durmadan Silivri’den bahsediyoruz. Eskiden FİTAŞ Sineması açılır, “Avrupa’nın ve Balkanlar’ın en büyük sineması” denirdi. Şimdi Avrupa’nın en büyük hapishanesini açmakla övünüyoruz.
Söyleşinin tamamı için tıklayın