Orta Doğu’da sınırlar neden dikiş tutmaz-II | İran’da sömürünün ve eşitsizliğin nefti tonu: Petrol    

Orta Doğu’da sınırlar neden dikiş tutmaz-II | İran’da sömürünün ve eşitsizliğin nefti tonu: Petrol    

Gül Atmaca

ABD, İran’ın nükleer silah üretmek için uranyum zenginleştirme faaliyetinde bulunduğunu iddia ediyor. Ceza olarak İran ekonomisinin bel kemiğini oluşturan petrol sanayi ve yan ürünlerine ambargoyu devreye sokuyor. Böyle olunca, temel gelir kaynağı petrol satışı olan İran birçok açıdan zarar görüyor. İran’da bugün petrol gelirinin büyük kısmı İslam rejiminin bekçiliğini yapmak üzere kurulmuş olan ancak zamanla dev bir ticari güç haline gelen Devrim Muhafızları’nın elinde toplanıyor. Ayrıca petrolün bir bölümü kayıt dışı ve yasa dışı yollardan satılıyor ve bunun Türkiye’deki yansımalarını da (Rıza Zarrab örneği) düşününce kimleri zengin ettiği ortada. Yani anlayacağınız Batı'nın ticari yaptırımları asıl İran halkını vuruyor.  

TIKLAYIN - Orta Doğu’da sınırlar neden dikiş tutmaz-I

Petrol için “nimet mi lanet mi” derler ya tam da 20.yüzyılın başında kömür yerine petrol kullanılmaya başlanmasıyla emperyalistler Orta Doğu’da sömürü rotasını buna göre belirlemeye başladılar. Aslında, 19.yüzyıla kadar gidersek İran’ın daha o zaman bile dönemin iki emperyalist ülkesi İngiltere ve Rusya’nın çarpışma alanı olduğunu görürüz.

İpek ve Baharat yolu üzerindeki İran, deniz yolunun daha etkin kullanılmasıyla eski stratejik önemini yitirmiş gibi gözükse de İngiltere için Hürmüz Boğazı gibi son derece önemli bir limana sahip olması, Hindistan ve Rusya ile sınır komşuluğu nedeniyle yabana atılmayacak bir yerdeydi. İngiltere’nin 19. yüzyıldaki stratejik çıkarları Hindistan’ı, dolayısıyla Hindistan’a ve diğer sömürgelere giden ulaşım hatlarını korumak ve ticari üstünlüğünü devam ettirmek üzerineydi.

İran Şahı Nasır, sıcak denizlere inmek için tek engel olarak İran’ı gören Rusya’ya karşı İngilizlerin desteğini almak için onlara imtiyazlar vermeye başladı. Örneğin, 1872’de Reuters haber ajansının da kurucusu olan Baron Paul Julius de Reuters’a, demiryolu, karayolu, tramvay yolu, sulama sistemleri kurmak; altın ve gümüş hariç maden işlemek için geniş haklar tanıdı. Şah, bir İngiliz sigara şirketine, İran tütününün üretimi, satışı ve ihracıyla ilgili haklar tanıdı. (Kitlesel protestolar kararın değişmesiyle sonuçlandı ama bu İngilizlerin istediği yüksek tazminatlar yüzünden İran’a pahallıya mal oldu.)

Kömür yerine petrol

İngiltere, 20. yüzyılın başlarında kömürün yerine petrolün geçmesiyle İran’ın ana kaynağı olan petrole göz koydu. İran’ın İngilizlere tütünden çok daha önemli bir madde olan petrolün çıkarılması ve işlenmesi için imtiyazlar vermesi çok daha büyük bir yıkım getirdi. Londralı bir avukat ve işadamı olan William Knox D'Arcy’ya 1901’de İran’ın birçok yerinde petrol çıkarma izni verildi. İngiliz işadamı petrole ulaşmak için epey uğraştı ama1908’de Mescid-i Süleyman’da petrolü bulduğunda da ihya oldu. Burası dünyanın en büyük petrol sahası haline geldi ve bir yıl sonra “Anglo-Persian Oil Company (APOC)” doğdu. Kraliyet Donanmasından Sorumlu Bakan Winston Churchill, savaş gemilerinde kömür yerine petrol kullanmanın daha kârlı olduğuna karar verince, İngiliz Hükümeti APOC’un yüzde 51’lik hissesini aldı.

[APOC, 1935’te “Anglo-Iranian Oil Company (AIOC)”a; 1954’te ise “British Petroleum Company (BP)”ye dönüşecektir.]

Konuya dönersek AIOC’un kârın çok az bir bölümünü İran’a vermesi büyük sıkıntı yaratıyordu. Örneğin, 1947’de petrolden 40 milyon pound elde edilmişken bunun sadece 7 milyon poundu İran’a verilmişti. Üstelik İngiliz yöneticiler lüks içinde yaşarken, İranlı işçiler düşük maaş alıyor, kötü koşullarda yaşıyorlardı. İran’ın petrol gelirindeki payının arttırılması ve işçilerin çalışma ve yaşam koşularının iyileştirilmesi için verilen çabalar ise karşılıksız bırakılmıştı.

İşte böyle bir dönemde, ulusal solcu bir avukat ve siyasetçi olan Muhammed Mussadık, 1951’de Başbakan olunca petrolün millileştirilmesi için adımlar atmaya başladı.

Muhammed Musaddık, 1882’de Tahran’da dünyaya geldi. Annesi, Kaçar Şahı’nın kuzeniydi. Babası ise devlet görevlisiydi. Çocukken “musaddık el saltanat” ünvanını aldı. Avrupalılar bunu kısaltarak Ona “Musaddık” dediler.

İsviçre’de Lozan Üniversitesi’nde hukuk doktorasını tamamladı. 1914'te İran'a döndükten sonra Fars iline vali olarak atandı. Rıza Han'ın (sonradan Rıza Şah Pehlevi olacak) 1921'de düzenlediği darbeyle yönetimde güçlü bir konuma gelmesinden sonra, önce maliye bakanlığı, ardından da kısa süreyle dışişleri bakanlığı görevinde bulundu. 1923'te Ulusal Danışma Meclisi'ne seçildi. Fakat 1925’te Rıza Han'ın kendisini şah ilan etmesine Parlamentoda karşı çıkan dört adamdan birisi oldu. Bu tavrı üzerine bütün görevlerinden uzaklaştırılan Musaddık’ın, “Et suyu çorba sobanın üstüne konmuş, ben bu çorbanın sebzelerinden olmak istemiyorum” dediği söylenir.

Petrolü millileştirme kararlılığı

Musaddık, Rıza Şah Pehlevi'nin 1941'de oğlu Muhammed Rıza Pehlevi lehine tahttan çekilmek zorunda kalmasının ardından, siyasi yaşama dönerek yeniden meclise seçildi (1944). Sovyetler Birliği’ne İran'ın kuzeyinde petrol çıkarma ve arama hakkı tanınmasına karşı başarılı bir muhalefet yürüttü. Ardından İngilizlere ait AIOC’un İran'daki tesislerinin millileştirilmesi çağrısında bulunarak, milliyetçi çevrelerde büyük saygınlık kazandı. Musaddık'ın hazırladığı İran petrollerinin millileştirilmesini öngören yasa tasarısı 1951'de meclisten geçti ve Şah, meclisin bu kararıyla daha da güçlenen Musaddık'ı başbakanlığa getirmek zorunda kaldı.

Musaddık birkaç ay içinde petrol şirketinin İranlılara devredilmesi ve İngiliz çalışanların yurtdışı edilmesi için talimat verdi. O’nun 1951’de İran petrolünü millileştirmesi dünya çapında yankılara neden oldu. İngiltere öfkeliydi. Rıza Şah döneminde şimdiki adı BP olan AIOC’a verilen imtiyazlar, İngiltere’ye, İran’a kolonisiymiş gibi davranma şansı vermişti. Öyle ki 40 yıl boyunca İngiltere buradan büyük kâr sağladı; büyük dünya savaşları sırasında, ülkesinin başlıca gelir kaynağı olan BP, İran hazinesine ancak kırıntılar bırakmıştı. Musaddık’ın İran petrolünü millileştirmesinin ardından başka devletlerin de aynı yolu izlemesinden çekinen İngiltere, İran petrolüne ambargo koydu.

Musaddık Hükümeti, 1951 yılının Haziran ayında, İngilizlerin tezgahladığı, İngiliz Hükümeti ile AIOC’un rüşvet verdiği İranlı siyasetçi, gazeteci ve hatta bazı solcuların da yer aldığı casusluk ağını ortaya çıkardı. İran, İngiliz Konsolosluğu’nu kapattı, İngiltere elçisini geri çağırdı. Musaddık, 1951 yılında New York’a gidip Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran’ın kendi petrolünü millileştirme hakkını savundu. İran Başbakanı, İngiltere’nin İran petrolünden sadece 1950 yılında elde ettiği gelirin bile yüzyılın ilk yarısında İran’a verdiği paydan fazla olduğunu da söyleyerek çok etkili bir konuşma yaptı.

Musaddık, 1952’de Time dergisi tarafından yılın adamı seçildi. Yani yedi ay içinde iki kez dergiye kapak olmuştu!

İranlı lider 1952 yılının Haziran ayında, Lahey’de gidip, Uluslararası Mahkeme’ye, AIOC’un İran’ı nasıl sömürdüğünü ve İngiltere’nin İran’ın içişlerine nasıl karıştığını gösteren 200 sayfalık bir belge sundu.

İngiltere ise İran petrolüne yönelik ambargoyu ağırlaştırdı, İran’ın mal varlığını dondurdu, hatta İran’ı işgal etmekle tehdit etti. Fakat bu girişimler de işe yaramayınca darbeye başvuruldu: Musaddık gitmeliydi.

CIA kontrolünde darbe

İngiltere ve ABD, 1953 yılında Musaddık’ı devirmek için CIA’in kontrolündeki İran istihbaratı SAVAK’ın da yer aldığı AJAX Operasyonu için düğmeye bastı. Operasyonun başına eski ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in yeğeni ve CIA’in Orta Doğu Şefi Kermit Roosevelt getirildi. İlk darbe girişimi başarısız oldu ancak bir kaç gün sora Şah yanlısı asker ve çapulcuları Tahran’ın merkezini, radyo istasyonunu ve Musaddık’ın evini bastı. ABD ve İngiliz istihbaratının en kirli operasyonlarından biri gerçekleştirildi. Musaddık devrildi, Şah iktidarı yeniden güvence altına alındı.

İngilizler BBC’nin Farsça servisini Musaddık karşıtı yayın yapmak için kullandı. BBC, 2011’de yayınlanan “Sinematoğraf” adlı belgeselde darbesinde rol aldığını kabul etmişti.

AIOC, darbenin hemen ardından İran petrollerini beş ABD’li firmayla beraber işletmeye başladı. Musaddık ise göstermelik bir yargılamanın ardından hapse atıldı, “vatan hainliği” suçlamasıyla ceza aldı. Üç yıl boyunca hücre hapsine çarptırıldı. Kalan yıllarını doğum yeri olan Ahmedabad’da ev hapsinde geçirdi. Burada, 5 Mart 1967’de 85 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Musaddık, ev hapsinde olduğu yıllarda meşhur abadan paltosu omzunda, Şah’a şöyle sesleniyordu:

“İyi günler geçer, kötü günler de geçer. Geriye iyi nam ya da kötü nam kalır”

Musaddık, bağımsız ve demokratik bir İran’ın hayalini yaşatıyordu. Ona göre bir ülkenin siyasi bağımsızlığı ekonomik bağımsızlığından geçiyordu. İngilizlerin 150 yıldır devam ettiği müdahale, sömürü düzenini ortadan kaldırmak istedi. Musaddık, bağımsız yargı sistemi, inanç ve siyasi özgürlüğü, adil seçim sistemini savunuyordu. Birçok sosyal reformu hayata geçirmeye çalıştı; kadın-işçi ve çiftçi hakları için uğraştı. Kırsalı geliştirme projeleri ve çiftçiye destek için fonlar oluşturdu. (Sürgün hayatının önemli bir kısmını köyde geçirdiği için kırsal hayata yabancı değildi)

Batılılar Musaddık’ın manevi değerler için ekonomik çıkarları tehlikeyi atmasını da anlamıyorlardı. Oysa Musaddık için petrol, hayat, umut ve özgürlük demekti. Ona göre petrol yabancı güçlerin eline geçeceğine toprak altında kalması daha iyiydi. 

19 Aralık 1953’te askeri mahkemede “vatan haini” olarak yargılanan Musaddık, şunları söylemişti:

“Evet, günahım, daha büyük günahım hatta en büyük günahım bana, aileme kesilen faturaya; hayatımı, onurumu ve mal varlığımı kaybetme riskine rağmen İran petrol sanayisini millileştirmek ve dünyanın en büyük imparatorluğunun hem siyasi hem ekonomik sömürüsünden kurtarmaktı… Allah’ın izni ve halkın isteğiyle uluslararası casusluk ve sömürgeciliğin bu vahşi ve rezil sistemine karşı savaştım… Kaderimin, ileride Orta Doğu’da sömürgeci çıkarların kölelik ve hizmet zincirini kırmakta örnek olacağının çok iyi farkındayım.”

 

Siyasi yaşamı başarıyla sonuçlanmamış, 1953 darbesiyle kelimenin tam anlamıyla yere çakılmıştı ama İranlılar “yenilen” kahramanlara karşı naziklerdi. Çünkü önemli olan düşmesi değil nasıl düştüğü ya da düşürüldüğüydü. Bir başka deyişle, daha yüksek, metafizik bir düzeyde bakınca kötü bir güç tarafından yenilgiye uğratılmak aslında “kahramanlık” tı. İran destanları böyle kahramanlarla doluydu...

Musaddık’ın devrilmesi ve yerine kukla lider Şah’ın getirilmesi Batı’ya uzun vadede büyük zarar verdi çünkü Şah’ın, ABD’lilerin yardımıyla inşa ettiği gemi su almaya başlamış ve Ayetullah Humeyni’nin iktidarına giden yol döşenmeye başlamıştı. Musaddık’ın devrilmesi, ABD’nin Orta Doğu’da “ucuz diktatörler” e destek vermesinin de başlangıcıdır.

İngilizler diğer Doğu halklarına olduğu gibi İranlılara da tepeden bakmışlardı. Yüzyıllar boyu içişlerine karıştıkları gibi öz kaynaklarını sömürmüşlerdi. İran-Irak Savaşı’nda (1980-88) İngiltere’nin savaşı başlatan ve kimyasal silah kullanan Saddam’a destek vermesi İranlıları daha da kızdırıyordu. İran’daki İslam Devrimi’nden sonra da insanlar ABD’ye “Büyük Şeytan” diyorlarsa, İngiltere’ye “küçük şeytan” derler.

Nev’i şahsına münhasır bir kişilik

İngiliz gazeteci Christopher de Bellaigue* Musaddık’ın portesini, devleti demir karyolasında yatarken pijamaları içinde yürüten, gururlu ve inatçı bir kişi olarak çiziyor. Musaddık’a, İranlıların “özgür ve daha mutlu olmak” için kaçırdıkları bir fırsat olarak bakıyor ama “vazgeçilmez” olduğunu sanan tutucu ve inatçı tarafını da işlemekten geri kalmıyor. Bellaigue, 1950’lerde İran’da parti mekanizması olmadığını, politikaya kişilerin yön verdiğini, Musaddık’ın bunlardan en büyüğü olduğunu yazıyor.

Bellaigue, Musaddık’ın alışık olduğumuz bir siyasetçi olmadığını vurguluyor; Hastalık hastası olan Musaddık, olur olmaz yerlerde ağlama krizlerine giriyor, inleyip duruyor, baygınlıklar geçiriyor. (Bu arada, ömrü boyunca hep ölecekmiş gibi davranan Musaddık, yanındaki birçok kişiyi kendisinden önce sonsuzluğa uğurlayıp 84 yaşına kadar yaşamış!) İngiliz Lider Winston Churchill, O’nun “deli” olduğunu düşünüyor ve “kafası karışık Ördek” anlamına gelen; aynı zamanda Musaddık ile ses benzeşmesi olan “Mussy Duck” diyor. Bugün Musaddık’ın fotoğraflarının İran’daki her muhalif gösteride çekmeceden çıkıyor olması O’nun “deli” değil haklı olduğunu gösteriyor.

 

Kaynakça

Christopher de Bellaigue, “Patriot of Persia: Muhammad Mossadegh and a Tragic Anglo-American Coup”, HarperCollins, 2012, NY, London.

Farhad Diba, “Mohammad Mossadegh: A Political Biography”, 1986, London.

www.mohammedmossadegh.com