Orta Doğu’nun fikir kulüpleri: Tarihi kahvehaneler

Orta Doğu’nun fikir kulüpleri: Tarihi kahvehaneler

*Gül Atmaca

Kahvehanelerin salgın başladıktan sonra bir açılıp bir kapanması sadece buradan ekmek parası kazananları mağdur etmedi, okuma alışkanlığının son derece düşük olduğu ülkemizde, çoğu emeklinin zaman öldürdüğü yerler oldukları için bir nevi sosyal bunalıma da neden oldu. Salgının bir an önce güç kaybetmesi ve özellikle emeklilerin “ev hapsinin” tamamen sona ermesini dileyerek yazıya başlayalım.

Evet, bugün kahvehanelerden bahsedeceğim ama aklınıza öyle duman altı olmuş, her tarafını kesif sigara kokusu sarmış yerler; boş boş oturan ya da iskambil-okey oynayan erkek topluluğu gelmesin. Tersine kadınlı erkekli müşterilerin çayını kahvesini yudumlarken ya da nargilesini içerken kitap-şiir okuduğu, hararetle edebiyat, siyaset ve sanat tartıştığı tarihi mekanlar konumuz.

Ülkemizde 2007’de İçişleri Bakanlığı genelgesiyle kahvehanelere kitaplık kurulması ve günlük gazete alınması zorunlu hale getirildi ama çocuklukta kazanılması gereken okuma alışkanlığı sonradan kolay kolay oluşmadığı için bu da pek işe yaramadı. Oysa kahvehane yerine zaman zaman kullandığımız kıraathanenin de tam da okumakla ilgisi var. Kıraat Arapça, “okumak” anlamına geliyor, kıraathane ise müşterilerinin okumaları için gazete, dergi ve kitap bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmiş kahvehane demek.

Yazının başında çay ve kahvenin yanı sıra nargileden bahsettim, çünkü bugün Orta Doğu’nun bir nevi fikir kulübü işlevi görmüş tarihi kahvehanelerinde tura çıkacağız. Kahve çoğunuzun bildiği gibi ilk olarak Yemen’de üretilmiş. Kahve kelimesi de Arapça kahwa’dan geliyor. Kahvehane tipi yerlerin ilk örneklerine 16. yüzyılın başlarında Mekke, Kahire, Şam’da rastlanıyor. Aynı yüzyılın ortalarında İstanbul’da kahvehaneler ortaya çıkıyor. Yaklaşık bir asır sonra kahvehanelerin Osmanlı dünyasından Avrupa’nın Viyana, Paris, Londra gibi büyük şehirlerine taşındığı biliniyor.

Orta Doğu’nun tarihi kahvehanelerinde İlk durağımız Irak’ın başkenti Bağdat’taki Şabender Kahvesi. Kentin ortasından geçen ve buralara can veren Dicle nehrine yakın tarihi mahallelerden birisindeyiz. Kitapçılar Sokağı El-Mütenebbi’de bulunan Şabender Kahvesi’nin geçmişi de bir asır öncesine dayanıyor. Şabender, ilk 1917’de kahvehane olarak açılmadan önce Tüccar Abdülmecid el-Şabender’in matbaasına ev sahipliği yapmış. El-Mütenebbi zaten eskiden beri matbaaların, kitapçıların olduğu bir sokak. Kitapçılar dışında, kitap tezgahları Osmanlı döneminde idari ofis olan sonrasında ise İngiliz sömürgecileri tarafından kullanılan tarihi binaların önündeki kaldırımlara açılıyor. Nobel Ödüllü Mısırlı yazar Necib Mahfuz’un kitaplarından, 1960’lara ait Newsweek dergilerine, eski Bağdat fotoğraflarından ders kitaplarına nice kitap, dergi ve dokümanı burada bulmak mümkün.

Goethe’ye ilham veren Arap şair

Sokak adını 10.yüzyılda yaşamış olan ve bugün Arap şiirinin en büyüklerinden birisi sayılan el-Mütenebbi’den almış. Şair, daha o yüzyılda merkezi Bahreyn’de komünal bir düzen kuran Karmatilere yakınlığı ile anılıyor. El-Mütenebbi, 18 ve 19.yüzyılın önde gelen Alman düşünürü Goethe’ye ilham veren Arap şairleri arasında da başı çekiyor. (Komünist Karmatileri bir başka yazıda genişçe işleyeceğiz.)

“Kahire yazar, Beyrut basar, Bağdat okur” deyimi de boşuna değil. Irak’ta laik Arap milliyetçisi Baas yönetimi (1968-2003) sırasında Irak’ta okuma yazma oranı bazı Amerikan eyaletlerinden daha yüksekti, Irak’ın resmi eğitim sistemi Arap dünyasının gururuydu. Ama öte yandan, Saddam Hüseyin’in tek adam yönetimi muhaliflere göz açtırmıyordu. İşte, muhalifler bildirilerini yine bu sokakta el atından bastırırlardı. Burası Saddam rejimine karşı entelektüel anlamda direnişi simgelediği; özgür düşüncenin merkezi olduğu için yönetimin nefretini çekiyordu.

El-Mütenebbi Sokağı dekorunda önemli bir yere sahip olan Şabender Kahvesi’ne yakın plan yaparsak kahvehaneyi 1963’te satın alan Muhammed el-Haşhali, iskambil, domino ve diğer oyunları yasaklamış. “Burası kültür insanlarımızın bir araya geleceği bir yer olacak” demiş ve hayalini gerçekleştirmiş. Şabender bir nevi entelektüel bir merkez olarak Bağdat’ın şairlerini, yazarlarını, akademisyenlerini ve de siyasetçilerini kendisine çekmiş. El-Mütenebbi Sokağı’na her cuma filmciler, müzisyenler ve ressamlar akın edermiş.

Şabender, önce matbaa sonra kahvehane olarak Irak’ta monarşinin yıkılışına, Baas rejimin kurulmasına, Saddam’ın tek adam yönetimine, Amerikan işgaline ve ondan sonra başlayan mezhep savaşlarına tanık oldu. Bu dönemeçler ve trajedilerin hepsi kahvede de izler bırakmış. Öyle ki, kahvenin bulunduğu El-Mütenebbi Sokağı, 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında ABD ve İngiltere destekli Birleşmiş Milletler ambargosu yüzünden temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, ilaçlarını dahi alamayan profesörlerin Shakespeare ya da Walt Whitman koleksiyonlarını satmaya geldiği günlere de tanık olmuş.

Amerikan işgali yeni Saddamlar üretti

Hatırlarsınız ABD ve İngiltere öncüğündeki koalisyon güçleri 2003’te ülkede biyolojik silah olduğu yalanıyla Irak’ı işgal etti. Bir zamanlar destek verdikleri Saddam’ı devirmeleri sorunları çözmediği gibi kanlı mezhep savaşlarını başlattı ve köktendinci örgütlerin önünü açtı. Yıllarca süren şiddetten Şabender’in ve kitapçıların bulunduğu tarihi el-Mütenebbi Sokağı de ne yazık ki payını fazlasıyla aldı. 2007’de araçla düzenlenen bombalı bir saldırıda 30 kişi öldü, yaklaşık 100 kişi yaralandı. Ölenler arasında Şabender’in sahibi el-Haşhali’nin de oğulları ve torunu da vardı.

Saldırı üstlenen olmasa da mesaj açıktı: Saddam dönemi bitmiş olsa bile kimse “fikir özgürlüğü” hayaline kapılmamalıydı. Zaten şairler ölüm tehdidi alıyor, gazeteciler kaçırılıyor, profesörler ortadan kayboluyordu. Bu arada çok sayıda Iraklı aydın ülkeyi terk etti. Tek adam yönetiminde vatandaşın rejime olan sadakati sorgulanırken şimdi belli bir mezhebin penceresinden dini kurallara sadakat sorgulanıyordu. Şabender’in bir müdaviminin şu sözleri oldukça çarpıcıydı: “Önceden tek Saddam’dan çekiyorduk ama şimdi bir sürü Saddam var!”

Bu arada, bütün Orta Doğu’da olduğu gibi burada da din kitaplarının artmasının ve görünür olmasının ana nedeni ise siyasi rüzgârın değişmesi. Örneğin, Irak’ta Saddam devrildikten sonra özellikle Şii teolojisi üzerine kitaplarda artış olmuş çünkü onun döneminde bu kitaplar yasaktı.

El-Mütenebbi Sokağı, patlamanın ardından uzun süren bir temizlik ve tamirat döneminin sonunda 18 Aralık 2008’de dönemin Başbakanı Nuri el-Maliki tarafından yeniden açıldı. Şabender Kahvesi ise Irak’ın en mutsuz günlerinde bile her görüş ve inançtan aydınının bir araya geldiği, okuduğu ve tartıştığı yerler olmaya devam ediyor. Kahvehanesi’nin müdavimlerinden birisi “burası gerçek Irak Parlamentosu, gerçek tartışmalar burada yapılır” derken pek haksız sayılmaz.

Bağdat’tan sonra Orta Doğu’da, kahvehane kültürünün ilk çıktığı yerlerden bir başkası olan Mısır’ın, muazzam Nil Nehri’ne rağmen çöl tozunun egemenliğini hissettirdiği kadim başkenti Kahire’deyiz. Kentin merkezinde açıldığı 1908 yılından itibaren Arap aydınlarını, devrimcilerini ve siyasetçileri kendisine çekmeyi başaran Cafè Riche’deyiz. Burası aslında moda tabiriyle bir kafe-restoran. Kafeye ismini, 1915’te burasını devralan Fransız Pierre-Henry Ressignè, Paris’teki ünlü “Cafè Riche”ten esinlenip vermiş. Cafè Riche’in bir sonraki sahibi Yunan asıllı sanatsever Michael Nicoapolits ise Ümmü Gülsüm gibi efsane sanatçılar çıkıp söylesin diye buraya bir sahne eklemiş. Kafeyi, 1962’de ilk kez yabancı değil Mısırlı Abdel Malak ailesi devralmış ve günümüze kadar birkaç kuşaktır işin başındalar.

Mısır’da gösterilerle meşhur Tahrir Meydanı’na yakın Talaat Harb Caddesi’nde bulunan Cafè Riche, tarihi boyunca Nobel ödüllü Necib Mahfuz, Yusuf İdris, Emel Dunkul, Salah Jahin, Yusuf Sibai, Tevfik el-Hekim ve Nil’in şairi Hafız İbrahim gibi birçok yazar ve aydının buluşma yeri olmuş. Necib Mahfuz, Kafenin “Kültür Salonu”nda haftalık forumlar düzenlermiş. Aydınlar burada saatlerce edebiyat, edebiyatta akımlar, siyaset ve ekonomi konuşurlarmış. Mahfuz, kitaplarında Cafè Riche’ye sık sık yer verirken, karakterleri oluşturmasında buraya gelenlerin rol oynadığı da biliniyor.

Kafe ayrıca daha sonra Mısır’a sırayla cumhurbaşkanı olacak Muhammed Necib, Cemal Abdülnasır, Enver Sedat’ın da sık sık geldiği bir yermiş. Genç siyasetçiler buraya hem aydınlarla bir arada olabilmek hem de onlardan siyaset öğrenmek için gelirlermiş. Örneğin, Enver Sedat daha genç bir subayken sık sık geldiği Kafede en sevdiği tavuklu makarnanın ücretini deftere yazdırır, ay sonunda da hesabı kapatırmış. Fakat gelin görün ki aynı Enver Sedat, 1971’de Cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra Cafè Riche’de yapılan siyasi toplantılardan ve kendi politikalarının eleştirilmesinde rahatsız olup Kafeyi bir süre için kapattırmış.  

Kafenin bodrumunda devrim planları

Cafè Riche’in ahşap merdivenlerinden inilerek ulaşılan bodrum katında bir baskı makinesi ve tünel bulunuyor. 1919 yılında İngilizlere karşı başlatılan bağımsızlık hareketinde eylemciler hem gizli toplantılarını burada yapar hem de bildirilerini basarlarmış. O sırada yukarıda çalan piyano ya da müzik yapan orkestranın bir amacı da aşağıdaki baskı makinesinin sesini bastırmakmış. Bodrumdaki gizli tünel ise acil durumlarda yukarıdaki istihbaratçılar ve siyasi polisten kaçmak için düşünülmüş.  

Takvim yaprakları hızla dökülüp 2011’e geldiğimizde “Arap Baharı” adıyla başlayan  süreçte Tahrir Meydanı’na uzak olmayan Cafè Riche yine çıkıyor karşımıza. Hatırlarsınız çoğu genç milyonlarca insan Mısır’ın tek adamı Hüsnü Mübarek’i devirmek ve gerçek demokrasiye kavuşmak için Tahrir Meydanı’nı doldurmuştu. Kafe, günlerce eve gitmeyip meydanda eylem yapan gençlerin ellerini yüzlerini yıkamaları, bedava içecek ve sandviç almaları için kapısını açık tutmuş. Cafè Riche’nin bodrumu aynen 1919’da İngilizlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinde olduğu gibi gizli toplantıların yeri olmuş.

Sonuç ne oldu derseniz, Mübarek devrildi devrilmesine ama yerine demokratik bir yönetim kurulamadı çünkü Müslüman Kardeşler’in adayı olan Muhammed Mursi, halk oyuyla Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonra anti-demokratik ve şeriatçı yüzünü gösterdi. Sonrası malum, Mursi devrildi yerine yine ABD’nin desteklediği Mareşal Sisi getirildi. Yani anlayacağınız Arap Baharı, Arap Kışı’na döndü. Mısır bir gün gerçek demokrasiye ulaşacak mı? Cafè Riche tarihi rolünü oynamaya devam edip yeni fikirlere ev sahipliği yapacak mı, onu da zaman gösterecek…  

Şam’ın meddahlı tarihi kahvehanesi

Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan ve Arapça çeşme anlamına gelen el-Nafura, Arap dünyasında, “hakavati” denilen meddahlarıyla ünlü bir kahve. Yazılı kültürün pek yaygın olmadığı zamanlar ve yerlerde kahramanlık hikâyeleri ve efsaneler kuşaktan kuşağa sözle aktarılırdı. İşte hakavati ya da meddahlar bu geleneğin temsilcileri. Anlatılan bazen, İslam öncesi Arap şairi ve şövalyesi Antere’nin hayatı etrafında bir kahramanlık hikâyesi ya da 13.yüzyılda Haçlılar ve Moğollara karşı cesurca savaşmış bir Memlük Sultanı olabiliyor. Üç asırlık bir geçmişi olan el-Nafura, Şam’ın kalbinde, Emevi Camii, Hamidiye Çarşısı ve Roma kalıntılarına ev sahipliği yapan bölgede bulunuyor. Televizyonun ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla bu sanat biraz gerilese de tamamen terk edilmemiş. Savaş atmosferinde kahvenin de ışığı sönmüş ama bugünlerde eski günlerine dönme çabası içinde içinde. El-Nafura’da yıllarca sahne alan Raşid Hallak küçükken babasıyla gittiği kahvede bulduğu hakavati kitaplarını okurmuş. Arapçanın farklı lehçelerini içeren ve kimi zaman Türkçe serpiştirilmiş parçaları herkesin anlaması hele de anlatması kolay iş değil aslında. Fakat anlatılanlar eski hikâyeler gibi dursalar da kıssadan hisse çıkarmaya yaradıkları kesin.