Av. Güneş Gürseler
21. Yüzyıla yaklaştıkça su, "ekolojik denge içinde ekonomik büyüme” nin ve "sürdürülebilir kalkınma" nın en önde gelen faktörü olmaktadır. İnsanlık tarihinde dönem dönem bazı doğal kaynaklar öne çıkmış ve çağının gelişmelerini etkilemiştir. Örneğin, 19. Yüzyılda kömür, 20. Yüzyılda petrol endüstriden ulaşıma kadar toplumlardaki bütün sektörleri etkilemiş, yönlendirmiş ve ayakta durmalarını sağlamıştır, Gezegenimizdeki nüfus patlaması, ekonomik büyüme ve teknolojik gelişim doğal kaynak kullanımını etkilemekte ve gelişime göre öne çıkan doğal kaynaklar değişmektedir. Ancak gönümüzde SU, bütün dönemlerin doğal kaynaklarından farklı olarak "uluslararası kriz" durumundadır; nüfus artmakla buna karşılık su kaynakları azalmakta ve dünya giderek kurak bir dönemi yaşamaktadır. İnsanlar gelecekte su bulamayacakları endişesini şimdiden duymaya ve önlemlerini almaya başlamışlardır. Bu arayışlar çerçevesinde yeni kavramlar geliştirilmekte, tüm insanlığın sahip olduğu "ortak mallar"dan söz edilmekte ve ortak kullanım üzerine senaryolar geliştirilmektedir. İçilebilir suyun yeryüzündeki toplam miktarı ve insan nüfusundaki artışla oranlı olarak kendisini yenileyemediği bilinmektedir. Su insanlığın devamı için vazgeçilmez değerdedir. İnsanın biyolojik yapısı nedeniyle suya gereksinimi vardır. Evsel kullanım için dünyanın her yerinde bir insan için günde en az 100 litre su gereklidir. İnsanoğlu günde en az 1 litre su içmek zorundadır. Bir kişi için günde 100 litre su ise 35 m3 su demektir. Ya da başka bir ifadeyle 5 milyar insan için yaklaşık 180 km3 su demektir. İnsanın yıllık ortalama toplam su kullanımı 800 m3 tür. Dünya nüfusu yılda ortalama 80 milyon artmaktadır, işte sadece bu artış her yıl 64 milyar m3 suyu gerektirmektedir. Yeryüzünde genel su kullanımı 1940 ile 1980 arasında kırk yılda iki katına çıkmıştır. Yapılan araştırmalar 2000 yılına kadar bu kullanımın tekrar iki kat daha artacağını göstermektedir. Su kullanımında öngörülen bu artışın üçte ikisi tarımsal kullanıma gidecektir. Buna karşılık dünya nüfusunun % 40 ını barındıran 80 ülke daha şimdiden su kıtlığı çekmektedir. 1970 li yılların “enerji krizi”, 1980 li yıllardan başlayarak yerini “su krizine” bırakmıştır ve 2000 li yılların ana sorununun da bu kriz olacağı anlaşılmaktadır. Her yıl büyük bölümü çocuk olmak üzere yaklaşık 3 milyon insan sağlıksız su kullanımının yol açtığı hastalıklar nedeniyle ölüyor. Günümüzde her üç insandan biri yani yaklaşık 1 milyar 700 milyon insan gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor ve bunlar yeterli sağlık hizmetinden yoksunlar ayrıca bunların 1 milyarı yeterli ve güvenli su bulamıyor. Gelişmekte olan ülkelerde 1980 yılında güvenli içme suyu gereksiniminde 2 milyar 303 milyon kırsal nüfus varken bunun ancak 690 milyonuna güvenli içme suyu ulaştırılabilmiştir. Aynı kesimde 1990 yılında 2 milyar 659 milyon insan bu gereksinim içindeyken ancak 1 milyar 670 milyon insana güvenli içme suyu sağlanabilmiştir. (WATER, R. Clarke. s:5) Bu olumsuz tabloyu yeni rakamlarla daha iç karartıcı duruma sokabiliriz. Burada görmemiz gereken insanlığı ortak bir tehdidin beklediğidir. Bugün yaşayan nesil olarak bu gerçeği iyi kavrayamaz ve gerekli önlemleri almazsak gezegende bizden sonra yaşayacak olanlara karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş olacağız.
“Çöllerin ve bulutsuz gökyüzünün suyu en değerli unsur kıldığı bölge” Alan Cowell Gezegenimizin yaşadığı küresel su sorunu bütün boyutlarıyla Orta Doğu için de geçerlidir. Uygarlıkların ve dinlerin doğduğu yer olan Orta Doğu, su sorununu çok eski zamanlardan beri yaşayan, su için yapılan savaşlara tanık olmuş bir bölgedir. Bölgedeki su kaynaklarının yetersizliği, nüfusun hızla artışı, ekonomik azgelişmişliğin genel özellik olması ve bölge ülkeleri arasında yaşanan siyasal uyuşmazlıklar, nedeniyle su kaynakları üzerinde bir işbirliği anlayışı geliştirmek bugüne kadar olanaklı olmamıştır. İsveçli hidrolojist Malin Falkenmark’ın ülkelerin ellerinde bulunan kullanılabilir sudan kişi başına düşen yıllık su miktarına göre yaptığı sıralamada; Yılda kişi başına 10.000 m3ve daha yukarı rezervi olan ülkeler; “en az sorunlu” 1670 m3 ile l0.000 m3 arasında olan ülkeler; “sorunlu” 10.000 m3ile 1000 m3 arasında olan ülkeler; “şiddetli su sorunu yaşayan” 500 m3 ile 1000 m3 arasındaki ülkeler; “sürekli su kıtlığı yaşayan” 500 m3 den daha az rezervi olan ülkeler; "yaşamak için gerekli asgari su sınırının altında” olan ülke konumundadırlar. Bu sıralamaya göre; ABD 10.060 m3 ile “en az sorunlu” ÇİN 2.520 m3 ile “sorunlu” G.AFRİKA 1.400 m3 ile “şiddetli su sorunu yaşayan” KENYA 610 m3 ile “sürekli su kıtlığı yaşayan” İSRAİL 370 m3ile “yaşamak için gerekli su sınırının altında olan ülke” konumundadır. (WATER, R.Clarke s.66-67) Falkenmark’ın sıralamasında, Orta Doğu Bölgesinden sadece İsrail yer almaktadır. Bu sıralamaya göre, İsrail “yaşamak için gerekli su sınırı”nın altında su rezervine sahip bir ülkedir. Ancak, sorun sadece İsrail için değil bütün bölge ülkeleri ve özellikle Lübnan, Ürdün ve Suriye için aynı ağırlıktadır. Ayrıca, Türkiye Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından su kıtlığı olasılığı nedeniyle 2000 li yıllar için uyarılmıştır. Orta Doğu nüfusunda 21.yüzyılla birlikte patlama beklenmektedir. Bölge nüfusu 2020 yılında 1991 e oranla ikiye katlanarak yarım milyarı aşacaktır. Bölge nüfusunun 2020 yılında 1991 e göre % 112.6 artarak 252 milyon 776 bin den 537 milyon 518 bine yükseleceği tahmin edilmektedir. Orta Doğu halkları artan nüfusun baskısıyla çevresel sorunları artan bir ortamda yaşamak, bu nüfusa içecek su, yiyecek besin bulmak gelecek nesillere bu olanakları şimdiden hazırlamak zorundadırlar. Orta Doğu ile ilgili olarak hazırlanan 2000 li yıllar senaryosu pek iç açıcı değildir. Örneğin, ABD Başkanı Jimmy Carter için hazırlanan “Global 2000” isimli raporda, 2000 yılında Kuzey Afrika ve Orta Doğu’nuntoplam tahıl üretiminin 89 milyon ton, tüketiminin ise 123.7 milyon ton olacağı belirtilmiştir. Yani aradaki açık 34.7 milyon tondur. Üretim %1 57.8 artarken tüketim % 167.3 artmaktadır. Aynı Raporda kişi başına üretim ve tüketim belirtilirken de, 2000 yılında bölgede kişi başına 222.5 kilogram tahıl üretimine karşılık tüketim 292.8 kilogram olacaktır. Açık kişi başına 70.3 kilogramdır. (Global 2000. s: 19.) Orta Doğu ülkeleri bu gerçekleri görüp ortak çözümler aramak yerine, su kaynaklarının yetersizliğinin yaşattığı sıkıntılarla bölgede siyasi istikrarsızlık ve karşılıklı güvensizliği giderek büyütmüşler ve bugün bölgede su, savaş nedeni olduğu söylenir duruma getirilmiştir. Oysa, görülmeyen gerçek, bugünkü ortamın devamının su kaynaklarındaki kıtlık ve gene! azalma nedeniyle bölge tarımını gelecekte çok olumsuz etkileyeceği ve tarıma dayalı ekonomileri yıkıma götüreceğidir. M.Ö 4500 yıllarında iki Mezopotamya kenti olan LAGASH (bugün Irak'ta Teilo kenti yerinde) ve UMMA arasındaki su kavgalarından başlayarak, Arap - İsrail sorunlarına kadar tüm suya dayalı anlaşmazlıklarda; sınırlı doğal, kaynaklar üzerindeki tartışmaların ne kadar yersiz olduğu çözümün ortak ve verimli kullanımda olduğu bir türlü anlaşılamamıştır. Bugün Orta Doğu Barış Sürecinde su, toprak kadar güçlü, petrol kadar temel konudur. İsrail - Filistin Barışı ve diğer gelişmelerde de anahtar unsurdur. Bu nedenle, bütün tartışmalara rehber olacak bir soruyu, Orta Doğu ve bütün Dünya için uygun ve doğru bir soruyu yanıtlamak durumundayız. Bu soru bize ne kadar su gerektiği ve onu nereden bulacağımız değildir. Yanıtlanması gereken soru, “gezegende ne kadar su olduğu ve bu sudan nasıl en fazla yararlanacağımızdır.” (Clarke s:71) Orta Doğu’da ve tüm Dünya’da yapmaya çalıştığım da bu soruya Orta Doğu açısından uygun yanıtı bulmak.
Orta Doğu’nun su kaynaklarını gözden geçirdiğimizde, Lübnan'ın sınırları içinde doğup Akdeniz'e dökülen LİTANİ ırmağı dışında tüm kaynakların sınıraşan su durumunda olduğunu görürüz. Yaşanan bütün sorunların temel nedeni de budur. Fırat, Dicle, Asi, Ürdün, Yarmuk nehirlerinin hepsi sınıraşan su durumundadırlar. Dünyada su paylaşımı sorunu yaşayan bölgeler sıralandığında bu nitelikteki sekiz bölgeden ikisinin ve üçnehrin Orta Doğu’da olduğu görülmekledir. Bu bölgeler ve nehirler: 1.Beas-Sutlej ve Ravi (Hindistan ve Pakistan) 2.Brahmaputra ve Ganj (Bangladeş,Butan,Hindistan ve Nepal) 3.Colorado ve Rio Grande (Meksika ve ABD) 4.Fırat ve Dicle (Irak, Suriye ve Türkiye) 5.Lacua (Bolivya ve Şili) 6.Nil (Mısır;Etyopya ve Sudan) 7.Parana ve Rio de la Plata (Arjantin, Brezilya ve Paraguay) 8.Yarmuk (Ürdün ve Suriye) (Clarke s:93)
Bazı uzmanlar, Falkenmark'ın 1989 da söylediği gibi, Orta Doğu'nun gelecekteki hükmeden doğal kaynağının petrol değil su olacağını, bir başkaları da, İsrail, Ürdün ve Filistin'in 1995 e kadar bütün yenilenebilir kaynaklarını kullanacağını, Suriye'nin de Atatürk Barajı'nın su tutmasıyla yaşamsal kaynaklarının kayba uğrayacağını belirtmektedir. (Clarke s: 77) Bütün bunlara yol uçan sorunları şöyle sıralayabiliriz: 1.Bölgede su kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetimi bölgenin genel kalkınma şartları içinde değerlendirilmemektedir. Bu kalkınma şartlarının; yüksek nüfus artışı, gıda üretimine olan talep artışı, endüstrideki büyüme artışı ve şehirleşme patlaması olduğu dikkate alınmamaktadır. 2. Su verimli kullanılmamakta, çok eski usullerde sulama yapılmaktadır. 3. GAP kapsamındaki tüm projeler planlandığı gibi tamamlanırsa Fırat ve Dicle'nin akışını etkileyeceği Suriye ve Irak'a bırakılan suyun azalacağı ve barajda bekleme nedeniyle kalitesinin bozulacağı tartışılmaktadır. 4.Suriye’nin Asi Nehri üzerindeki sulama planı Türkiye’ye su akışının durmasına neden olmaktadır. 5.Suriye ve Irak'taki tarımsal sulama alanlarının arttırılması projeleri bölgede suya talebi artırmaktadır. 6.Suriye, kuzeyde Fırat ve güneyde üzerinde barajlar inşa ettiği Yarmuk Irmağından beslenmekte barajlar Ürdün ve İsrail'e akan suyun yönünü değiştirmektedir. 7.İsrail borulardan oluşan ağ ile Tel Aviv'e su sağlamak için Şeria Irmağı, Galile Denizi ve Yarmuk Irmağından su pompalıyor. Ayrıca Batı Şeria'nın hemen altındaki yağmur sularıyla beslenen su katmanları da İsrail'e ait ve Arap kuyularının kullanımını da kapsayan düzenlemeler yapılarak Batı Şeria'ya su akışını kısıtlıyor. 8.Ürdün Vadisinde tarıma ağırlık veren Ürdün, Yarmuk'un suyuna mutlak gereksinim duymaktadır. (Ürdün'ün kendi toprakları içinde doğan tek suyu var; Zerka Irmağı.) 9.Güneydeki çiftçiler Suudi Arabistan sınırındaki su kaynağını kullanmakta ve Suudileri aynı kaynağı tüketmekle eleştirmekteler (A. Cowell, Cumhuriyet 14.10.1993) Bütün bunlar ve kolayca sıralanabilecek daha pek çoğu, Orta Doğu'nun yaşadığı ve bundan sonra daha da ağırlaşarak yaşayacağı su sorununu ortaya koyuyor. Halta bazı araştırmalarda, İsrail ve Sudan gibi ülkelerdeki tarım alanlarının ancak 15- 20 yıllık bir geleceğinin kaldığı belirtiliyor. Bölgedeki su sorunlarının ortak çıkış noktası, bölgenin giderek azalmakta olan su kaynaklarından, olabildiğince daha fazla pay almak. Yani bütün sorunların temelinde suyu paylaşma kavgası yatıyor, daha fazla pay alıp dilediğince tüketmek. Böylesine hoyratça bir kullanım için yapılan paylaşma kavgasının ise giderek şiddetini arttırması ve savaşa dönüşmesi her zaman olanaklı. Bu nedenle, su kavgası yapanların bir temel gerçeği kavramaları gerek; Gezegenimizin bütün doğal kaynakları gibi su da tükenmekledir Ne kadar iyi paylaşılırsa paylaşılsın bu hızla tüketilme ve dünya nüfusundaki bu hızlı artış sonuçta paylaşılacak su bırakmayacak. Yani sorun paylaşmak değil. Sorun, verimli kullanmak ve suyun yenilenebilme kapasitesini aşmayacak şekilde sürdürülebilir bir su kaynakları yönetimi politikasını yaşama geçirmek. New York Times’in bir haberinde; “Amman’da yapılan bir basın toplantısında Ürdün’ün su konusundaki temsilcisi Muter Haddadin’in şu açıklaması dikkatimi çekti; BU OYUNDA KİMSE KAZANMAYACAK, İSRAİL’İN KAZANCI BAŞKALARININ KAYBI; BAŞKALARININ KAZANCI İSE İSRAİL’İN KAYBI OLACAK” dedi şeklinde. Bu ifadeler Orta Doğu’da geçerli anlayışın açık bir ifadesi. Herkesin kazancı-kaybı sorunu en önde düşünülüyor. Fakat unutulan şu: ille birilerinin kaybı olması mı gerekiyor? Kimse kaybetmese herkes kazansa olmaz mı ? Herkesi kazançlı, gezegenimizi karlı kılabiliriz. Yeter ki tükettiğimiz doğal kaynakların değerini bilelim. Bu anlayıştan hareket edersek suyun etrafında Orta Doğu'da kalıcı bir barış oluşturabiliriz. Nasıl? Öncelikle Orta Doğu'nunbildiğimiz gerçeklerini bir bir sıralayıp onlar üzerinde anlaşmalıyız.Nedir Orta Doğu'nun gerçekleri? - Su çok azdır ya da yoktur. - İklim kuraktır. - Toprak çöldür. - Nüfus hızla artmaktadır. Artan nüfusun da besine ve suya gereksinimi vardır. İşte bu gerçekleri kabul edip, bunların karşısına, çok az su kaynağını en yararlı, verimli kullanmanın yollarını bularak çıkmak zorundayız. Bölge ülkeleri hertürlü ön yargıdan uzaklaşarak, geçmişi unutarak ortak politikalar belirleme anlayışına gelmek durumundadır. Ortak tarım politikaları, ortak sulama, enerji, ulaşım, ticaret ve eğitim politikaları belirlenmelidir. Çölde çok su isteyen tarımsal ürün yetiştirmek yerine bölgesel işbirliği ve ortak tarım politikasıyla en az suyla en fazla ürün alınacakyöreye uygun tarımı yapmak gerekir. Oysa bugün tümüyle tersi yapılmaktadır. Her ülke kendi başına savurganca sulama yatırımlarına girişmekte ve en masraflı tarımsal ürünler yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin, bir hektar sulanan alan kazanım maliyeti Türkiye'de 12-13.000 $ iken bu miktar. Suriye'de hektar başına 30.000 $ tutmaktadır. (Mavi Plan s:291). Bu nedenle; bölgesel bir tarım politikası uygulamaya konulmalı ortak sulama programları geliştirilerek ortak sulama yatırımları yapılmalıdır. Böylelikle suyun bir kısmının geriye kazanımını sağlayacak bir drenaj sistemi ve su tasarrufu sağlayan ortak teknikler geliştirilebilecektir. “SU TASARRUFU” bugünden başlayarak Orta Doğu’nun temel kavramı haline getirilmelidir. Suyun her aşamada tasarruflu kullanılması, verimli kullanımın ve geriye kazanımın sağlanabilmesi için ise hemen hemen tümü sınıraşan su niteliğinde olan su kaynakları ve kullanımları üzerinde ortak politikalar geliştirmeyi gerektirir. Akdeniz’e kıyısı olan Orta Doğu ülkelerini su açısından değerlendiren Akdeniz Eylem Planı kapsamındaki Mavi Plan: "Su tasarrufu, kullanım düzeyinde rekabetçi olan kullanıcıların barışçı birlikteliğini kolaylaştırır" ilkesini ortaya koymuştur. Gerçekten de su tasarrufu konusunda alınacak bölgesel bir kararın ortaklaşa uygulanması barış içinde birlikte çalışmayı zorunlu kılacaktır. Aynı yaklaşım enerji üretimi, baraj yapımı gibi alanlarda da geçerli olmalıdır. Bugün karşılıklı güvensizlik ortamında her ülke sınıraşan su niteliğindeki nehrin kendi ülkesindeki bölümünde barajlar yapmakta ve enerji üretmektedir. Sonuçta aynı nehir üzerinde farklı ülkelerde yapılmış bir dizi baraj ortaya çıkmakta ve aynı nehir üzerindeki barajlar ortalama verimi düşürmekte, çevresel sorunlar yaratmakladır. Bu israf yerine, ortak kullanıma elverişli yerlere ortak barajlar yapıp ortak kullanıma geçilemez mi?
Orta Doğu için ortak politika önerilerini su sorununa ve çevresel sorunlara dayandırarak genişletmek mümkündür. Ancak bütün bu ortak politikaların geçerli olabilmesi için karşılıklı güven anlayışının benimsenmesi ve geleceğin ortak olduğunun kabulü gerekir. Gelecek mutlulukta da mutsuzlukta da ortaktır. Bütün Orta Doğu susuz iken bir Orta Doğu ülkesinin subolluğu içinde olması, açlık her tarafa yayılmışken bir ülkede bolluk yaşanmasının sürekli kılınması, mümkün değildir. Hepimizi ortak bir tehlike bekliyor. Bunu önlemenin tek yolu bugünden ortak çözümler üretmek ve yaşama geçirmektir. Bunun İçin suyu Orta Doğu'da bir güç kaynağı olarak görmeden, paylaşım kavgası yapılacak bir mal olarak görmeden karşılıklı güven ve işbirliği anlayışıyla "Barış Suyu”nu değil “SU BARIŞI”nı gerçekleştirmek zorundayız: Öneri:
Bütün bu ortak politikaları başlatacak kararı verebilmek için suyu Orta Doğu'da geleceğin Orta Doğu Ortak Pazarı"nınortak çıkış noktası olarak görmek gerekir. Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun oluşmasında 19.Yüzyılda kömürün yaptığı katkıyı günümüzde Orta Doğu'da su yapabilir. (Hupe, The Peace Pipe Line) Yaklaşık bir yıldır dile getirdiğimiz bu anlayışın giderek benimsendiğini görmekten mutluyuz. *** Önce, Türkiye’de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, SHP Genel Başkanı Sayın Murat Karayalçın ortak tarım politikaları gereğini yerine getirmiştir. Ardından İsrail Dışişleri Bakanı *** Sayın Şimon Peres, suyun Orta Doğu Ortak Pazarı'nı oluşturacak güç olduğunu açıklamıştır. Ayrıca Suriye'nin gelişmeleri ilgi ile izlediğini biliyorum.
Öncelikle, bölge ülkeleri arasında hazırlık görüşmeleri tamamlandıktan sonra bir SU ZİRVESİ toplanmasını öneriyorum. Bu zirveye Orta Doğu ülkelerinin devlet başkanları ve onların verecekleri karar doğrultusunda uluslararası kuruluşlar ya da başka devletler katılabilmelidir.
Bu zirve, başlatılan Su Barışı Süreci'nin temel ilkelerini oluşturup bunlara ilişkin kararlar vermeli ve zirve bu ilkeler doğrultusunda Orta Doğu'da suyun barışın ana unsuru olduğunu ilan edip, Su Barışı Süreci'nin başlatıldığını, bundan, sonraki süreçte Su Barışını gerçekleştirecek politikaların birlikle uygulamaya konulacağına karar vermelidir. Su Zirvesinde bir Sürekli Komite oluşturularak bu komiteye kararların uygulanmasını sağlama, ortak politikaları geliştirme ve yürütme organı gibi çalışma yetkisi verilmelidir. Su Zirvesinde ayrıca Hakemler Kurulu oluşturularak uygulamada çıkabilecek sorunlarda çözüm yetkisi verilmelidir. Su Zirvesinde, Su Barışı’na esas olmak üzere alınacak ilke kararları: 1. Su Tasarrufu 2. Gerçekçi Paylaşım 3. Verimli Kullanım 4. Nicelik ve Niteliğin Korunması olmalıdır.
Su Zirvesi ilke kararlarını alıp, Sürekli Komite ve Hakemler Kurulu’nu belirleyerek Su Barışı aşamasını başlatmış olmaktadır. Su Barışı ortak politikaların uygulamaya konulduğu, bunlara uygun yatırımların yapıldığı bir dönemdir. Bu dönemde uygulanacak politikalar: 1. NÜFUS ARTIŞININ DURDURULMASI, 2. ORTAK ÇEVRE POLİTİKASI, a. Su savurganlığının sınırlanması, b. En uygun tekniklerin en etkin şekilde kullanılması, c. Geri kazanım kapasitesinin arttırılması. 3. ORTAK TARIM POLİTİKALARI VE BUNA BAĞLI SULAMA PROGRAMLARI. 4. ORTAK ENERJİ POLİTİKASI. 5. ÇARPİK KENTLEŞME VE DÜZENSİZ SANAYİLEŞMENİN ÖNLENMESİ.
İkinci aşama olan Su Barışı sağlanıp ortak politikalar uygulamaya konuldukça ve ortak yatırımlar yapılıp, ortak kararlar alındıkça bu işbirliği anlayışı ortak bir güvenlik örgütünü, ortak pazar ilişkisini içine alacak bir bölgesel ekonomik işbirliğini ortaya çıkaracaktır. Bu şekilde Su Barışı sürecinin ikinci aşaması devam ederken işbirliği anlayışının gelişme hızına bağlı ve bu gelişimle paralel olarak üçüncü aşama olan Orta Doğu Güvenlik ve Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulacaktır.
Sonuç:
Bütün bu söylediklerim bir ütopya olarak görülebilir ve beni ütopyacı olmakta suçlayabilirsiniz. Bugün yaşadığımız sorunları çevresel kaygılarla açıklayanlar ve gezegenimizdeki asıl değişimin çevre bozulması olduğunu söyleyenlerde böyle değerlendiriliyor. Bilim adamları "Ozon tabakası delindi.", "Kutuplar eriyor, iklimler değişiyor." derken görmediğimiz için onları da önemsemiyoruz. Oysa adım adım kötü bir sona doğru gidiyoruz. Orta Doğu'da da 21.Yüzyılın hemen başlarında yaşanacağını bildiğimiz susuzluğu önlemenin tek yolu, elimizdeki suyu Orta Doğu halkları olarak birlikte, tasarruflu ve verimli kullanmaktır. Böyle bir birliktelik, Orta Doğu'da kalıcı barışı da gerçekleştirecektir. Ben bu inançtayım. Bu inançta olanların da artmasını diliyorum. Orta Doğu’da suyu savaş nedeni olarak değerlendirmeyi terk etmeliyiz. Ütopyacılıkla suçlanmak pahasına suyu barış nedeni yapabilmeyi sağlamak, bugünkü ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluk taşıyan her bireyin görevi olmalı. Su Barışının gerçekleşeceğine inanıyorum. Çünkü, gelecekte, ne olacağı bugün bizim kafalarımızda ne olduğuna sıkı sıkıya bağlıdır. Gidebileceğimiz Başka bir Dünya Yok. Elimizde olanı korumak zorundayız. 1993
http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1993/12/28/3.xhtml