Sanatçı Bülent Ortaçgil “Ben genelde mutlu bir insanım, bu ülkedekilerin aksine sevdiğim işi yaptım, ‘keşke’li bir hayatım olmadı” dedi. Ortaçgil, “İstediğimi almak için tırmalayan biri değilim. Buna doğulular ‘tevekkül’ diyor. Bu yüzden yaşamam gereken üç beş aşkı yaşamamış olabilirim” diye konuştu.
Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek’in “Ben aşkım için ölmem” başlığıyla yayımlanan (9 Şubat 2013) Bülent Ortaçgil söyleşisi şöyle:
Binlerce insan için aşkın sözü olmak, sesi olmak, en güzel duyguların en güçlü tercümanı olmak... Benim için de öyleydi. Sevgililer Günü vesile oldu, söyleşi için kapısını çaldım, tabii ki pek bir heyecanlıydım. Üzerine konuşulması en sıkıntılı konuda utana sıkıla sordum. Hayatta korktuğu şeyleri sıralarken hem “insanlar” hem de “insanları kırmak” diyen Bülent Ortaçgil önce sanki biraz mesafeliydi. Sonra tüm soruları aralara kahkahalar serpiştirerek yanıtladı. Genelde mutlu bir insan olduğunu ama şu hayatta hiçbir şeyi de çözemediğini söyledi. “Aşk yorgun düşmüş. Aşk meşgul. Hiç gelmez. Hiç gelmez. Hiç gelmez bugünlerde”... 2010 yılında çıkardığınız son albümün son şarkısında böyle diyorsunuz. Bir daha gelmeyecek mi aşk? Yeni şarkılar yazacaksınız değil mi? (Gülüyor) Bilmiyorum. Daha yeni bir şarkı yazamadım açıkçası. Pek umutlu bir kapanış değil bu sanki... Umutsuzluğunu bilemem de işin bir gerçeği var, o da şu: İnsan sürekli başka bir insana kapıları açık vaziyette durmuyor. Kendi durumundan, yaşadığı ilişkilerden sürekli rahatsızlık duyup başka birini aramıyor. Bu, yaşlandıkça daha sürekli hale geliyor. Aşk şekil değiştirip, yavaş yavaş, sevgiye doğru kayıyor. Şiddetli iniş çıkışlar değil de, daha düz bir hale geliyor, birbirinin yolunu rahatlatıcı hale geliyorsun. Aşkla ilgili heyecan duyuyor musunuz? Ani şeyler yaşamak için heyecan duymuyorum. Ama insan sonsuza kadar da kapısını kapatmaz tabii ki. Bunun açlığını duymak ya da duymamak, mesele bu... Ben pek artık duymuyorum. Yaşlanıyorum. Ben insan görmeye bile tahammül edemiyorum. Yeni insan tanımaktan hoşlanmıyorum mesela. Hayatımda kimleri tanıyorsam onlarla idare edeyim, yenileri gelmesin istiyorum. Her yeni insan aslında yeni bir problem, yeni bir dünya. Hele yeni bir aşk tamamen yeni bir dünya, iniş çıkışı olan, sarsıntısı olan... Artık dayanamam öyle bir şeye. Siz başkasının yazdığı şarkıları pek söylemiyorsunuz. Ama Ezginin Günlüğü’nün albümünde okumuşsunuz: “Senin tenin sıcak. Benim içimde bir kedi. Yumdu gözlerini: “İşte aşk” dedi... Evet, ben başkasının şarkısını son 25 yıldır söylememişimdir. O Nadir’in (Göktürk) şarkısı. Çok sevdim o şarkıyı. Siz aşklarınızı böyle dingin bir şekilde mi yaşıyorsunuz? Çok âşık olamadım aslında. Birkaç kez âşık oldum. Altüst edici türden şeylerdi. Dinginlik minginlik kalmıyor öyle zamanlarda. Ama yapı olarak tırmalayan bir adam değilim. Hakkımı almak için de, istediğimi almak için de her tarafı kazıyan bir adam değilim. Buna doğulular “tevekkül” diyor. Biraz öyle, kabullenmiş bir tarafım var. Belki de yaşamam gereken aşkları, üç beş tanesini de gerektiği gibi yaşamamış olabilirim. Kabullenmişimdir. Ama yaşadığım birkaç aşkı çok şiddetli yaşadım. “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk.” Bu söz için ne diyorsunuz? O güzel bir laf... Siz aşk için ölecek bir insan mısınız? Ben hiçbir şey için ölmeyi düşünmem doğrusunu istersen. Aşkım için de ölmeyi düşünmüyorum. Geriye doğru baktığınızda hayatınızla ilgili ne hissediyorsunuz? Doygunluk, yorgunluk, mutluluk... Ben genelde mutlu bir insanım. Türkiye’deki çoğu insanın aksine istediğim bir işi yaptım ve hayatımın son dönemlerinde de olsa bundan para kazanabildim. Başlarda bayağı sürünmüştüm. Şarkı çalarak hayat kurabilmek Türkiye şartları için zaten yeteri kadar kritik bir şey. Bunu becerdiğim için aslında son derece mutluyum. Geriye baktığımda “keşke”li bir hayatım yok benim. Keşke dememeye çalıştım, demedim de. Hayat çünkü öyle bir şey. Bunca şarkı yazdıktan sonra yeni bir şarkı yazmak kolay mı, zor mu? Giderek zorlaşıyor çünkü hayatımın inişleri çıkışları giderek azalıyor. Ve beni hayatta hayrete düşürecek şeyler de azalıyor. Beni kışkırtıp da bir şey yazdıracak içimdeki depo da artık taşmak üzere olduğu için -ya da boşalmak üzere olduğu için başka bir anlamda- oraya da fazla input gelmiyor. Giderek hayatı daha fazla kabulleniyorsun. “Ya Türkiye de böyle bir ülke kardeşim” diyorsun. Ama 20 yaşındayken “Türkiye böyle ama ben onu değiştireceğim, ağzına sıçacağım“ diyordum. Şimdi demiyorum. Bu da ona benziyor. Şarkı yazma isteğimin de azaldığını itiraf edeyim. Yazamıyorum, yazma ihtiyacı hissetmiyorum. “Uzun süre yazamazsam, yazmam artık” demişsiniz. Öyle değil. Benim hayatımda 30-40 yılı düşünürsen, her dakika şarkı yazmadım. Birtakım şarkıcılar vardır. Amerikalılar genellikle öyledir. Eline gitarı alır, bir şarkı kurgular, bir de söz yazar. O şarkı ne kadar içinden çıkmadır, ne kadar değildir bilemem. Ben öyle değilim. İki-üç yıl hiçbir şarkı yazamadığım, elime gitarı bile alamadığım zamanlar oldu. Çok kısa zamanda bir sürü şey yaptığım zamanlar da oldu. O nedenle “Şarkı yazamıyorum, bundan sonra hiçbir şey yazamayacağım” tedirginliği duymuyorum. Sakin düşünmeye çalışıyorum. Bir şey yazamazsam da yazamam. Yazmazsanız üzülür müsünüz? Belki yaşarsam üzülürüm. Ama zorlamayacağım kendimi. Zorlarım belki ama çıkmazsa bir şey bunu dert etmeyeceğim. Şimdiye kadar yaptığım şeyleri bozmak adına bir şey yapmayacağım.
Sevgililer Günü’nde bütün bu yaşananlar size ne hissettiriyor? Valla hiçbir şey hissettirmiyor. Herkesin yılın 364 günü birbirine nefret kusup da, bir günde sevgisini fışkırtması tabii ki abes. Ama bu toplu davranma psikolojisi içinde herkes birbirine bakarak bir şeyler bekliyor. Siz de buna ufak ufak ayak uyduruyor musunuz? Artık ayak uydurmuyorum tabii ki. Ama bu, hiç ayak uydurmadım anlamına da gelmiyor. Ciddi kavgalar ettiğimi hatırlıyorum geçmişimde. Siz önemsemiyorsunuz ama etrafınızda önemseyenler olabiliyor. Anneler günü de bana hiçbir şey ifade etmiyor ama o gün annene bir şey yapmazsan annen üzülüyor. Ne kadar saçma da olsa unutmadığını bir şekilde göstermek zorundasın. Sevgililer Günü diye bir öpücük esirgemek, aptalca oluyor. Kutlama olması, bu denli ticari olmadığı zaman kabul edilebilir belki. Ne bileyim... Hediye almak sizin için de zor bir şey mi? Evet çok da hediye almayı becerebilen biri değilim. Neyden hoşlanır, neyi sever, neyi sevmez, buna karar vermek, buna göre davranmak başka bir beceri istiyor. Orada çok küt bir insanım. Peki çiçek? Aklımdan çiçek alma fikri geçer. Ama Sevgililer Günü diye değil. Maddi değerinin hiç önemi yok tabii ki... Orkide ya da mine, şarkımda bile kullandım. Birisine çiçek götürme, güzel bir fikir. Beni rahatsız eden şey toplu davranıyor olma zorunluluğuna benim de katılıyor olmam. Ama ben de doğrusunu istersen, ister istemez sevgililer gününe katılıyorum. Sevgililer Günü bir müzisyen için çalma vesilesi. Her 14 Şubat’ta çalıyor musunuz? İlk yıllarda fark etmedim ama çok uzun süre her Sevgililer Günü çaldım. Önceleri Sevgililer Günü olduğunu bilmiyordum ya da biliyordum ama neden benim çaldığımı bilmiyordum. Sonunda “Her sevgililer günü çalıyor” buldum kendimi. Birkaç sene gıcık kaptığımdan reddettim o işi. Ama bu Sevgililer Günü’nde çalacağım. Müzisyen açısından tek yararı o gün çalmak için vesile olması.
Sevgi, aşk konusunda bir bilge yerine konmak nasıl bir duygu? Rahatsız oluyorum. Şunu itiraf edeyim: Ben hiçbir boku çözmüş bir insan değilim. Eğer şarkılarımı severseniz, içten olduğu için seversiniz. Kendinize benzettiğiniz için seversiniz. Ben hiçbir zaman üstten, yandan, sağdan soldan bakıp da o olay hakkında fikrimi nokta koyup insanlara sunmuş bir insan değilim. Ben o anlamda kafası son derece karışık, sürekli virgüller atan, anlatmaya çalışan ve yardım isteyen bir insanım. Sen nasıl yaşamışsan ben de öyle yaşadım aşkı. Sen nasıl çaresiz kaldıysan ben de öyle çaresiz kaldım. O çaresizlik anında belki de bir tane şarkı yazdım. Tek fark odur. Peki, artık aşk daha az yoğun yaşanıyor gibi şeyler düşünüyor musunuz? Evet öyle ukalalıklar edebilirim ama belki de hep öyleydi. Ama çağ giderek insanları daha yalnız yetiştiriyor. Kelimenin kötü anlamıyla da bencil şekilde davranıyor insanlar. Benim anladığım türden aşk, içinde cinselliği de barındıran o tür bir ilişki için, bir saniye için bile olsa açık olman lazım. Yani transparan olabilmen lazım. O zaman her türlü tehlikeye açık oluyorsun, savunmasız oluyorsun. O tehlikelere kendini açabiliyorsan aşkı yaşarsın, kapatıyorsan hesap yapmaya başlarsın. Şimdi günümüz insanı daha fazla hesap kitap yapıyor. Bana öyle geliyor ya da.
Twitter, facebook kullanıyor musunuz? Hayır. Bir tane mail adresim var, bana gelen maillerle bakıyorum arada sırada... Çok becerikli ve insan sever ya da ilişki sever biri değilim. Biz de abartıyoruz artık işleri. Herkes tuvalete gittiğinde tweet atıyorsa ben atmam arkadaş. Kız kardeşim geçen gün bizdeydi, sürekli bing bing face ona bir şey atıyor. Bu tür bir kontrol mekanizması. Ben telefondan bile rahatsızım. Sürekli aranmak ve bulunmaktan rahatsızım. Sürekli iletişim halinde olmak fikri bana hoş gelmiyor. İkincisi nasıl insanlarla eskiye oranla 520 kat daha fotoğraf çektiriyorsam, Face’de olduğun zaman 1000’lerce insanla uğraşmak zorunda kalabilirsin. “Hayır” dediğin zaman da kötü insan olursun. Bundan 15 yıl önce yeni bilgisayar numaraları oluştuğunda icq vardı. İlk heves ben de katıldım. Ertesi gün gelenlerden sonra hemen toz oldum. Twitter aslında insanlarla uzaktan ilişki kurmak için harika bir yöntem... İnsanlar birbirinin suratına karşı hiçbir şey söyleyemiyor ama her şeyi yazabiliyor ve bu, bu çağ insanı için samimi bulunuyor. İstediğini yazıyorlar ama sonra birbirinin suratına hiç öyle davranamıyorlar, o açıklığı o samimiyeti hissetmiyorlar birbirlerine karşı. Zaten bilgisayar öyle bir şey, yalnızlığın yeni adresi.