Büyükelçi Ünal Çeviköz ile birlikte Ankara Politikalar Merkezi’nin kurucularından olan Ortadoğu uzmanı Hasan Kanbolat, Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ile Kandil’deki PKK yöneticileri arasında yaşanan gerilime ilişkin “Irak Kürdistan Yönetimi kendi duruşunu belirlemiş, dünyayla entegre olma çabasında, ihracatını-ithalatını yapıyor, bir devlet yapısına kavuşmuş durumda. Irak Kürtleri kanaatimce, Kuzey Suriye’de Kürtlerin bir kantonal yapıya gitmesiyle birlikte PKK yapısından giderek uzaklaşmak istiyor. Kandil’deki yapıya karşı ‘Artık siz Kuzey Suriye’ye, evinize dönün’ şeklinde bir yaklaşım görebiliriz” dedi.
ABD öncülüğünde kurulan koalisyon güçlerinin amacının IŞİD’i Suriye’nin doğusuna sürerek Türkiye sınırında bir Kürt bölgesi oluşturmak olduğunu savundu. Kanbolat, “Türkiye’nin güney sınırlarında oluşmaya başlayan iki Kürdistan ve ikinci bir Suudi Arabistan yapısının Türkiye’yi etkilemeyeceğini beklemek saflık olur. Suriye’den sonra Irak’ın da Afganistanlaşması, Türkiye’nin Pakistanlaşması tehlikesini barındırmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Hasan Kanpolat’ın Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Türkiye bugün ulusal güvenlik tehdidi ilan ettiği IŞİD’in gelişimini ıskaladı mı, yoksa mesele yanlış hesap mı?
Sovyetler Birliği 1979’da Afganistan’ı işgal ettiği yıllarda işgalcilere karşı Afgan mücahitlerini destekliyorduk. Rambo 3’ün Afganistan’daki maceraları heyecanlandırıyordu. Ancak Kızıl Ordu’ya karşı savaşmak üzere Pakistan’da eğitilen Taliban’ın ideolojisinin laboratuvar üretimi hibrit selefilik olduğu bilmiyorduk. Türkiye’nin gözünde Taliban sadece mücahitti. Türkiye, 11 Eylül 2001 saldırısını gerçekleştirenlerin ideolojik altyapısının hibrit selefilik olduğu gerçeği ile de ilgilenmedi. 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında Bağdat’ta, Kerkük’te, Musul’da sokaklarda bomba yapımını öğreten CD’lerin ve broşürlerin dağıtılmasıyla da ilgilenmedi, Irak’ta El Kaide’nin kök salmasıyla da. Çünkü Türkiye için bu olaylar sanki farklı bir galakside gerçekleşiyormuş gibiydi. Mart 2011’de başlayan Suriye içsavaşı Türkiye’nin farklı bir galakside yaşamadığını ortaya koymaya başladı. Buna karşın Ankara’da Suriye içsavaşının birkaç ay içinde biteceği iyimserliği sürekli korundu. Bundan dolayı Sünni silahlı muhalefetin tamamı ideolojik altyapıya bakılmadan desteklendi.
IŞİD ve türevlerini besleyen sadece manipüle edilen selefilik ideolojisi mi, işin içinde başka güç merkezleri yok mu?
Artık şunu da görmek lazım tabii; biz ideolojileri siyah, beyaz, kırmızı diye ayrıştıramayız. Eskiden bir tek kahve vardı. Şimdi ‘üçü bir arada’ var. Eskiden biz sadece portakal suyu içerdik. Şimdi çocuklar portakal, havuç, elma karıştırıp içiyor. Yeni nesil selefi örgütler de ‘üçü bir arada’ gibi. Mesela Paris saldırısı (Charlie Hebdo) gerçekten IŞİD tarafından mı yapıldı, yoksa Batı’yla Rusya arasındaki kutuplaşmanın bir sonucu muydu? Rusya’nın, AB içindeki bütün radikal unsurları desteklediğine dair iddialar var.
IŞİD’i bazen Rusya’nın, bazen Esad rejiminin, bazen de Batı’daki istihbarat örgütlerinin desteklediği yönünde iddialar ortaya atılıyor. Bunların hepsi doğru olabilir mi?
Bunların hepsi yanlış da olabilir, doğru da olabilir. Biz istihbaratçı değiliz, analiz yapıyoruz. Aslında selefi örgütleri her devletin kullanmak istediğini, fakat günün sonunda selefi örgütlerin de o devleti kullandığını görüyoruz. Bu örgütlerle çalışan, bu örgütleri kullanarak belli ülkelerde operasyon yapmak isteyen ülkelerin daha sonra bu örgütlerden zarar gördüğünü de görüyoruz. Sonuç olarak bir olayı kimin kurguladığına, kimin bu olayın sonunda zarar ya da yarar gördüğüne bakmamız lazım.
Suruç katliamını ele alalım mesela. Kim yarar görmüş olabilir sonunda?
Suruç sonrası döneme baktığımız zaman, bunu sadece ‘AK Parti erken seçime gitmek istiyor’ diye basit bir analizle açıklayamayız. Suruç öncesinde de zaten Türkiye artık IŞİD’i görmezlikten gelme döneminin sonuna gelmişti. Suruç sonrasında da içeride ve dışarıda IŞİD’e karşı operasyonlara gidildi. Ayrıca Türkiye’nin PKK ile açılım sürecinin, barış sürecinin kime yaradığını da gördük. Bu süreç sonuçta PKK’nın sanki bir hazırlık dönemi gibi kullanılmış.
Neye hazırlık?
Yeni bir savaşa. PKK, barış havasını ‘ateşkes’ ve çözüm sürecini ‘çözülme’ olarak yorumladı. Çözüm sürecini Türkiye’de savaşa hazırlık ve alan hâkimiyetini sağlamak, kuzey Suriye’de devletleşme sürecini hızlandırma olarak kullandı. Suriye, PKK’ya coğrafi derinlik, ortak eleman havuzu, ideolojik entegrasyon sağladı.
PKK daha evvel kır gerillası tipinde savaşıyordu ve TSK son 30 yıldır bu kır gerillasıyla savaş üzerine kendini hazırlamıştı ve savaşı devam ettiriyordu. Fakat barış süreci içinde PKK’nın artık şehirlere indiğini ve meseleyi şehir gerillası tipinde bir savaşa dönüştürdüğünü Suruç sonrasında net bir biçimde gördük.
Suriye’nin kuzeyinde de gidişat Kürtler için Irak’takine benzer bir otonom yapı mı?
Kürtlerin Tel Abyad’ı ele geçirmesi Kuzey Suriye’de yeni bir dönüm noktası oldu. Cezire ve Kobani kantonu birleşti. Irak sınırından itibaren coğrafi bütünlük sağlandı. Üçüncü kanton olan Afrin ile bu iki kantonun birleşmesi için Fırat Nehri’nin batısında yer alan 110 km boyundaki Cerablus-Azaz arasındaki bölge kaldı. Bu bölge Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’in kontrolündeki tek bölge. Demografik yapısını Türkmenler ve Araplar oluşturuyor. Kürt nüfus çok az. Cerablus-Azaz hattının ABD’nin hava desteği ile PKK tarafından ele geçirilme ihtimali Türkiye’nin kuzey Suriye’ye bakışını değiştirdi. Çünkü, Türkiye’nin Suriye sınırında ABD’nin yardımıyla yeni bir Kürdistan oluşuyordu. ABD’nin IŞİD’e yönelik hava bombardımanı muhalif güçleri korumaya yönelik değil. Kürtleri korumak, Kürtlerin ilerleyişini rahatlatmak, IŞİD’in ulaşım yollarını ve finans kaynaklarını kesmeye yönelik. Koalisyon güçleri IŞİD’i Kuzey Suriye’den orta vadede Doğu Suriye’ye doğru süpürerek Türkiye sınırında Kürtlerden bir tampon bölge oluşturma derdinde.
Suriyeli Kürtlerin bağımsızlığı Batı’nın önceliği değil ama IŞİD’le mücadelenin sonucu bu olursa önünde durmaz. Öyle mi?
Bence Batı Suriye’de bir Kürt bölgesinin oluşturulmasına çalışıyor. Hava bombardımanının birinci yılı doldu ve bu artarak devam edecek. Hava bombardımanı IŞİD’e karşı nerede yapılıyor? Kuzey Suriye’de. IŞİD sadece orada değil. IŞİD aslında yoğunluklu olarak Orta ve Doğu Suriye’de. Peki hava bombardımanı neden kuzeyde yapılıyor? Çünkü asıl mesele oradaki Kürt yapılanmasını rahatlatıp işini kolaylaştırmak. Türkiye’nin güney sınırlarında oluşmaya başlayan iki Kürdistan ve ikinci bir Suudi Arabistan yapısının Türkiye’yi etkilemeyeceğini beklemek saflık olur. Suriye’den sonra Irak’ın da Afganistanlaşması, Türkiye’nin Pakistanlaşması tehlikesini barındırmaktadır.
‘Laboratuvar üretimi hibrit selefilik’ ne demek?
Selefi ideolojiye sahip bu yeni tip örgütler, selefiliğin yeniden yorumlandığı hibrit yapılarıyla laboratuvar üretimidir. Her yapı, her ideoloji kendi düşmanını yaratır. Kapitalizmin düşmanı sosyalizmdir. Global kapitalizm ise sosyalizmin çökmesi sonrası düşmanını laboratuvar ortamında selefilik üzerinden yaratmıştır. Hibrit selefiliğin laboratuvar ortamında geliştirilmesinin ana nedeni İslam dininin özünde var olan hümanizm, eşitlik gibi değerlerin hibrit selefilikte olmamasıdır. İslam dininde cihat genel olarak -İmam Şamil’de olduğu gibi- Nakşibendi ve Kadirilik üzerinden gelişmiştir. Geleneksel cihat milliyetçilik ve geleneksel değerler ile uyum içinde olduğu için antiemperyalist olabilmektedir. Hibrit selefilik ise globalizmin vahşi yüzüyle uyumludur. Kısaca ‘öze dönüş’ olarak tanımlanabilecek olan selefiliğin bu şekilde çağdışı yorumlanması İslam dininin bütün dünyada terörle özdeşleştirilmesine yardımcı oluyor.
Türkiye’de hibrit selefi şiddeti nereleri hedefleyebilir?
Kamu binaları, partiler, diplomatik misyonlar, orta sınıfın ‘mabedi’ alışveriş merkezleri. Eylül 2013’te Kenya Nairobi’de El Şebab, Westgate alışveriş merkezinde katliam yapmıştı. Ayrıca camiler ve cemevleri potansiyel hedef olabilir.
Gelişmelere bakınca IŞİD sanki Kürtlerin Suriye ve Irak’ta kendi bulundukları coğrafyalara hâkimiyeti açısından bir katalizör oldu değil mi?
Evet, IŞİD bir katalizör oldu ki Musul IŞİD tarafından 10 Haziran 2014’te ele geçirildiğinde de sanki Erbil’le bir anlaşma var gibi kimse kimseye tek kurşun atmadı. İki taraf da nerede duracağını biliyordu. Kerkük Kürtlerin oldu ama Kerkük’n hemen kuzeyindeki Havici -ki Sünni Arap ağırlıklıdır– şu anda IŞİD’in elinde. Aynı şeyi kuzey Suriye’de de gördük. Suriye’deki Kürt yerleşimlerinin arasında Arap kemeri dediğimiz 50 ila 100 kilometrelik alanlarda Arap yerleşimleri bulunuyordu. Biz kuzey Suriye’nin Kürtleşme sürecinde bunlar güneye doğru itilir diye düşünüyorduk. Ama öyle olmadı ve kuzeye doğru, yani Türkiye’ye itildiler. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyinin giderek daha homojen hale geldiği bir süreci şu anda yaşıyoruz.
Irak’ta durum nedir?
IŞİD orada da Kürtlerin meşruiyetini sağladı. Irak Kürdistan Bölgesi aslında 3 vilayetten oluşuyordu. Ama en önemlisi Kerkük olan tartışmalı bölgelerin hemen hemen tamamını sessiz ve sedasız, kimsenin sesini çıkarmadığı bir süreçte ele geçirdiler. Zaten Barzani bugün bu bölgelerin hiçbirinin artık Kürdistan Bölgesi’nden çıkmayacağını da ifade ediyor. Irak Kürdistan Bölgesi bir gün bağımsız olacaksa eğer bu tartışmalı bölgeleri (Kerkük, Sincar, Diyala’nın kuzeyi, Ninova’nın parçaları) kapsayarak olmak istiyor ki zaten asıl petrol de buralarda. Öte yandan, merkezi Bağdat hükümeti geçen seneye kadar Erbil’in sürekli olarak Türkiye üzerinden petrol ihracatı yapmasına kızıyordu. Fakat bu da bitti. Bağdat hükümeti de bir çıkış aradığı için Erbil’in petrol sevkiyatına ses çıkarmıyor.
Araya IŞİD girdiği için Kürdistan Bölgesi ile Bağdat arasındaki coğrafi bağlantı da ortadan kalkıyor. Çok az bir bağ kaldı. Kürtlerin güney komşusu, Bağdat’ın kuzey komşusu IŞİD haline geliyor. Dolayısıyla kuzeyde bağımsız bir yapının oluşması daha kolaylaşmış oluyor.
Türkiye’de muhafazakâr aydınlar, siyasetçiler ve bürokrasi dünyadaki İslami grupların tümüne romantik sempati ile bakmaya devam ediyor. Dünyayı siyah ve beyaz, iyi ve kötü olarak görüyorlar. 21. yüzyılın matruşka hibrit örgütlerini, asimetrik savaşı ve asimetrik örgüt yapılarını, binlerce rengi ve her rengin farklı tonlarını göremiyor. Bu nedenle yaklaşan tehlikelerin kaynaklarını ve boyutlarını da bilemiyorlar. Ankara’nın devlet yapılanmasının Soğuk Savaş yıllarında kaldığı ordunun konumlanmasından bile bellidir. Türkiye’de ordu halen ağırlıklı olarak Batı’da (Ege, Marmara ve Trakya) bulunmaktadır. Soğuk Savaş dönemi mirasıyla ana tehdidin Yunanistan ve Bulgaristan’dan geleceği varsayımı korunmaktadır. Günümüzde batı komşularımız AB üyesidir. Bu durum bile Türkiye’nin güney sınırlarındaki yangının Ankara tarafından henüz yeterince önemsenmediğini göstermektedir.
Ordunun yeniden yapılanmaya gereksinimi var. Türkiye devletinin istihbarat yapısının da Batı standardında yenilenmesi gerekiyor. PKK ile mücadele için de bu şart. Artık şehirlerde yaşayan bir gerilla kitlesi var, şehirlerde güçlü istihbarat şart. Bu, Türkiye’nin şu anda hazırlıklı olmadığı bir süreç. Bunun için Türkiye’nin ayrı bir istihbarata, polis ve asker içinde yeni bir yapılanmaya ihtiyacı var.
Bütün bunlar olurken Irak’ın kuzeyindeki PKK karargâhı Kandil’deki yöneticiler ile Barzani yönetimi arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı. Yıllardır PKK’nın kendi topraklarında varlığını sürdürmesine ses çıkarmayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi açısından ne değişti?
Kanaatimce Erbil’in hafızasının bir köşesinde PKK’nın aslında Türk derin devletinin bir yapısı olduğu fikri var. ‘PKK yoluyla ya da Türkiye Kürtleri yoluyla Türkiye bizi yutmak istiyor’ şeklinde bir paranoyanın da var olduğunu görmemiz gerekiyor. Böyle bir yapıda artık Irak Kürdistan Yönetimi kendi duruşunu belirlemiş, dünyayla entegre olma çabasında, ihracatını-ithalatını yapıyor, bir devlet yapısına kavuşmuş durumda. Irak Kürtleri kanaatimce, Kuzey Suriye’de Kürtlerin bir kantonal yapıya gitmesiyle birlikte PKK yapısından giderek uzaklaşmak istiyor. Bunu önümüzdeki aylarda ve yıllarda daha fazla göreceğiz. Kandil’deki yapıya karşı ‘Artık siz Kuzey Suriye’ye, evinize dönün’ şeklinde bir yaklaşım görebileceğimizi düşünüyorum.
PKK zaten şu anda TSK’nın hava operasyonlarının hedefinde. Böyle bir ortamda topyekûn Suriye’ye taşınmalarını beklemek gerçekçi mi?
Zaten PKK bunu istemeyecektir böyle risklerden ve belirsizliklerden geçilen bir süreçte.
Eğer dediğiniz gibi olur, Kürdistan Bölgesel Yönetimi bunu dayatır, PKK da direnirse iş çatışmaya kadar gider mi sizce?
Şu anda bir çatışma ortamı çıkacağını sanmıyorum ama giderek buna zorlayacaklar kanaatimce. ‘Siz artık buradaki misafirliğinizin sonuna geldiniz’ şeklinde zorlayacaklardır.
Orta ya da uzun vadede PKK karargâhının Suriye’ye taşınmasını öngörebiliyor musunuz?
Görüyorum. Zaten orayı PKK evi olarak kabul ediyor. Kandil ya da Irak Kürdistan Bölgesi’ni yakın bir akrabasının evi olarak görüyor. Bir misafirlik var orada. Kendi evine doğru çekilebilir. Çekilmek istemese bile buna zorlayacaklardır. Tabii bu ancak Suriye içindeki yapının oturmasıyla olabilir. Bugün bazı güvenli bölgeler oluşturulduğunu görüyoruz. Rejim, muhalifler, IŞİD, Kürtler şeklinde dörtlü bir yapıya doğru gidiliyor Suriye’de. Batı’nın istediği yerelden genele doğru ‘güvenli bölge adacıkları’ oluşturulması. Bu da kantonal yapıların oluşturulmasına, buralara dokunulmamasına, IŞİD’in Orta ve Doğu Suriye’ye itilmesine, Türkiye’nin de kendi sınırında bir güvenli bölge oluşturmasına dayanan bir strateji. Bu tabii öyle bir ayda oluşmaz ama önümüzdeki birkaç yılda böyle bir yapının oluşturulduğu bir sürece doğru gidiyoruz.
Bugün Kürt dinamizmi Türk kimliğini köşeye sıkıştırmaya devam ediyor. Türk kimliğinin stratejisi yok, taktiksel yönelimlerle günü kurtarmaya çalışıyor. Bu durum bugüne kadar içsavaşa neden olmadı, dilerim bundan sonra olmaz da. Önemli olan yeni silah almak ya da yeni baskınlar yapmak değil. Önemli olan Türkiye’nin demokratikleşmesinin artması, ancak böyle çözüm bulabiliriz.