Avrupa Birliği (AB) Dönem Başkanlığı’nı üstlenen İtalya’da AB Bakanı Sandro Gozi, Türkiye’nin üyeliğinin bugün AB için 2004’ten daha da kritik önemde olduğunu düşündüğünü söyledi. Almanya, Fransa gibi ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşıtlığı için mücadeleden kaçınmayacaklarını belirten Gozi, Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanından, içerideki gerilim ve bölünmeyi sonlandıracak uzlaşmacı bir tavır sergilemesini beklediğini dile getirdi.
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e konuşan Sandro Gozi, Türkiye’nin AB üyeliğine aday olmasını yorumladı.
Çamlıbel’in Hürriyet’te “AB’ye üyeliğiniz şimdi daha önemli” başlığıyla yayımlanan (21 Temmuz 2014) söyleşi şöyle:
1 Temmuz’da başlayan İtalya dönem başkanlığı Avrupa Birliği için ne ifade edecek?
Dönem başkanlığımız sırasında Avrupa Birliği için taze bir başlangıç sunmak istiyoruz. Avrupa halkları bu yöndeki talebini Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ortaya koydu. AB’nin halihazırda hayal kırıklığı yaratan bir halde olduğunu ve radikal bir değişim istedikleri mesajını verdiler. Dolayısıyla da bize düşen vatandaşın arayıp da bulamadığı yanıtları sağlayacak yeni bir siyasi yaklaşımı ortaya koyabilmek. Biz yıl sonuna kadar bu yönde bir irade ortaya koymayı, en azından bunun yasal altyapısını hazırlamayı hedefliyoruz. Avrupa bugüne kadar vatandaşların beklentilerine rağmen olmadığı alanlarda artık varlık göstermek zorunda.
Biraz somutlaştırarak devam edelim. Nedir bu altı ayda gerçekleştirmeyi hedeflediğiniz en iddialı proje?
AB üyesi ülkelerde insan haklarına ne kadar saygı gösterildiğini izleyecek mekanizmaları güçlendirmek istiyoruz. Biliyorsunuz bu alanda Türkiye’nin de aralarında bulunduğu aday ülkelerden beklentiler çok net. Ama bu beklentiler üye olduktan sonra unutulmamalı. İçeride de bunun değerlendirmesinin süreceği bir sistem olmalı. Bunun çok siyasi bir konu olduğunun ve büyük bir tartışma başlatacağının farkındayız. Ama her halükârda biz bu tartışmayı açmaya kararlıyız. Avrupa Adalet Divanı’na AB’nin bir bütün olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf olup olamayacağına dair hukuki görüşünü sorduk. Ekim ayına kadar mahkeme görüşünü bildirecek. Sonra da biz AB’nin Strasbourg’da AİHM’ye üyeliğini AB Konseyi’nin gündemine taşıyacağız. Hedefimiz AİHS’nin Avrupa Birliği tarafından tam uygulanması yükümlülüğünün önünü açmak.
Eğer bu projeniz AB ülkeleri içinde kabul görürse, yeni dönemde aday ülkelere de insan hakları alanında yeni yükümlülükler eklenmesi söz konusu olur mu?
Hayır, katılım süreçlerine yeni yükümlülük getirmeyecek. Aday ülkeler zaten Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmeye çalışıyor ve performansları her sene ilerleme raporlarıyla izleniyor. Ayrıca Türkiye özelinde konuşursak, siz zaten Avrupa Konseyi üyesi ve AİHS’ye tarafsınız. Şimdi biz sizin zaten gediklisi olduğunuz AİHM’nin AB’yi de bireysel olarak ülkeleri tabi tuttuğu kriterlerin aynısına tabi tutabilsin diyoruz. Böylece ülkeler üye olduktan sonra da Kopenhag Kriterleri’ne uymaya devam etmek için çaba göstermek zorunda kalacak. Avrupa sadece finansal parametrelerden ibaret değil. Bireysel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü AB’nin temel parametreleridir. Bunu hatırlatmak ve kamuoylarındaki bilinci de arttırmak şart. Oysa son dönemde tek duyduğumuz yüzde 60 bütçe açığı ve yüzde bilmem kaç büyüme. En başa, AB’yi AB yapan tarihsel değerlere geri dönmemiz lazım. Avrupa, Aushwitz trajedisinin ardından doğdu. Bugün kıtamızın ‘bireysel haklara yeniden kimse kastedemez, soykırım yapamaz’ şeklindeki kararlılığı yeniden ortaya koymasını gerektiren şartlar var. Vatandaşlarımıza net taahhütlerde bulunmamızı gerektiren bir siyasi atmosfer var.
İslamofobi ile mücadeleyi de kapsıyor mu bu dediğiniz?
Elbette, her türlü yabancı karşıtlığıyla mücadele etmemiz gerek. Bu İslamofobi’yi de, Yahudi karşıtlığını da kapsıyor. Brüksel’de yakın zamanda yaşananlar da Toulouse’da iki sene önce yaşananlar da ortada. Bunların sebebinin ekonomik krizle bağlantılı sosyal krizler olduğunu düşünüyorum. Ama işte AB’nin varlık göstermesi gereken ama gösteremediği alanlardan biriydi bu. Maalesef AB’nin doğru düzgün bir göç politikası yok. Maruz kaldığımız kontrolsüz göç dalgaları da yabancı düşmanlığının benzini oluyor adeta.
Dönem başkanlığınız sırasında genişleme dosyası ve Türkiye konusunda nasıl bir strateji izleyeceksiniz?
Biz Türkiye için öngörülen katılım stratejisini canlandırmak istiyoruz. Arnavutluk’un adaylık statüsü alması için bastıran da biz olduk. Şimdi gündemimizde hem Türkiye hem de Sırbistan’la yeni müzakere fasıllarının açılması var. Biliyorsunuz Türkiye’nin üyeliğine en güçlü desteği veren ülke oldu İtalya hep. Bugün AB’nin oturup yeniden Türkiye’ye neden adaylık statüsü verdiğini hatırlaması gerek.
Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesine neden olan o motivasyon neydi ve hâlâ geçerli mi?
Temel motivasyon güvenlik ve AB ile Türkiye arasındaki ekonomik çıkarlardı. Elbette bu süreç Türkiye’nin modernizasyonu ve dönüşümü için de çok kritikti. Bugün de eğer günlük siyasi tartışmalardan çıkıp serinkanlı düşünülebilse, Türkiye’nin adaylığı için daha da önemli motivasyonların olduğu görülecek. Suriye ve Irak’ta olanlara Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ilişkinin vardığı nokta da eklendiğinde ülkenizin üyeliği bugün 10 yıl önceden çok çok daha önemli. Türkiye’de son dönemde istikrarsızlığın bazı işaretlerini gördük. Dolayısıyla Türk demokrasisinin güçlenmesi ve toplumun modernizasyonu için üyelik sürecini daha güçlü olarak desteklememiz şart. Ülkenizdeki açık duran sorun dosyalarıyla baş etmenize de yardımcı olacak şekilde katılım stratejisini yeniden gündeme taşımamız gerekiyor.
Nedir Türkiye’nin açık duran sorun dosyaları?
Mesela bizim Türkiye’deki hâkim ve savcıların bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda kafamızın netleşmesi gerekiyor. Basın özgürlükleri ve sosyal medya yasakları konusunda kafamızın netleşmesi gerekiyor. Zaten tam da bu yüzden 23. Fasıl (Yargı ve Temel Haklar) ile 24. Fasıl (Adalet, Özgürlük, Güvenlik) bir an önce açılmalı.
İtalya dönem başkanlığı sırasında bu iki faslı açma hedefi gerçekçi bir hedef mi?
Evet, biz bu hedefi gerçekleştirmek istiyoruz. Aynı zamanda vize liberalizasyonuna ilişkin müzakereleri de hızlandırmak istiyoruz. Biliyorsunuz komisyon vize konusundaki ilk raporunu ekimde yayınlayacak. Aynı tarihlerde yıllık İlerleme Raporu da yayınlanacak. Niyetimiz o dönemi Türkiye ile müzakereleri derinleştirmeye yönelik bir fırsat olarak değerlendirmek. O iki fasıl dışındaki fasıllar üzerinde de çalışabiliriz. Mesela ‘Enerji Faslı’ ile ‘Ekonomik ve Parasal Politikalar Faslı’.
Enerji faslının açılmasını bugüne kadar veto eden Fransa’ydı. Onu ne yapacaksınız?
Doğru. Ama bence bazı adımlar atılabilir ya da en azından tekrar denenebilir. Bizim Türkiye konusundaki pozisyonumuz şu; dönem başkanlığımız sırasında ne yapılabilirse hepsini denemek. O yüzden de son yıllarda Türkiye ile müzakereleri yavaşlatan ülkeler hangileriyse onları ikna etmemiz şart.
Sizce Başbakan Erdoğan ve hükümeti hâlâ gerçekten de AB’ye üye olmakla ilgili mi?
Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Daha önce bahsettiğim sorunlu alanlarda Ankara’nın AB standartlarına uyumlu bir tutum izlemesi içi müzakerelerin canlandırılması önemli bir araç olabilir. Evet, Türkiye içeride çok çalkantılı süreçlerden geçiyor ama biz temelde ülkenizin AB sürecine bağlılığının devam ettiği kanısındayız. Dış politikada bizi umutlandıran birkaç gelişme de oldu. 24 Nisan’da Ermenilere yönelik taziye mesajı yayınlanması ve Ankara’nın Kıbrıslı liderlerin deklarasyonuna verdiği destek bizim için önemli.
Türkiye’nin üyeliği için bu kadar kararlı bir şekilde mücadele etmek zor değil mi? AB içinde kendinizi oldukça yalnız hissediyor olmalısınız. Türkiye’yi üye yapmak AB’yi ekonomik krizden çıkarmaktan daha zor değil mi?
Biz Renzi hükümeti olarak Avrupa’yı sarsmak ve sallamak istiyoruz. Çünkü Avrupa’nın gerçekten de sarsılmaya ihtiyacı var. Avrupa uzun zamandır teknokrasi ve popülizm arasına sıkışan dar bir vizyona, adeta fasit bir daireye hapsolmuş durumda. Avrupa projesinin kökenlerine dönmek, en başa dönmek gerek diyoruz. En başa dönmek demek Avrupa’nın siyasi fonksiyonunu hatırlamaktır. Türkiye ile müzakereleri canlandırmak AB için sadece bir yükümlülük değil. Bu aynı zamanda AB’nin kendi çıkarına büyük bir siyasi tercih. Bu tercih Ortadoğu’da zaruret arz eden yeni jeopolitik iradenin ortaya konması açısından da çok önemli. AB içinde hedeflediğimiz demokrasi ve özgürlük standartlarının etki alanını Türkiye sayesinde genişletebiliriz. Bu hedefi savunurken de kendimizi yalnız ya da izole edilmiş hissetmiyoruz. Tam tersi, Avrupa vatandaşlarının önemli bir bölümünün bizimle aynı fikirde olduğunu düşünüyoruz. Bizim partimizin (Demokratik Parti) Avrupa Parlamentosu seçimlerinden 11 milyon oyla birinci parti olarak çıkması önemli bir gösterge. Biz bu desteği doğru yerde durduğumuzun onayı olarak görüyoruz. 11 milyon değişim talebiyle bize oy verdi. Bu şartlarda yalnız hissetmek imkânsız doğrusu.
Türkiye’nin ağustosta seçilecek yeni cumhurbaşkanından AB olarak beklentiniz nedir?
Elbette her şeyden önce ülkeniz içindeki yüksek gerilimleri aşıp toplumda uzlaşma arayışlarını destekleyen bir tutum bekliyoruz. Avrupa yolunda ilerleme iradesini ortaya koyacak güçlü işaretler bekliyoruz. İfade özgürlükleri alanında iyileştirme ve ilerleme şart. Neyse ki Anayasa Mahkemesi hem bizim açımızdan kaygı uyandıran bazı yasaları ve maddelerine itiraz etti. Bunu yargısal kontrol mekanizmasının ülkenizde hâlâ bir şekilde işlediğini ortaya koyması bakımından önemsedik. Ama asıl görmek istediğimiz bu kadar yüksek gerilimler yaşandıktan sonra hükümetin artık uzlaşmadan yana net tavır koyması. Ankara’dan çoğunluğun azınlığa tahakküm etmediği, bireysel hakların ayrımcılık yapmadan herkes için eşit uygulandığı bir uzlaşmacı yaklaşım bekliyoruz.
Türkiye içindeki yüksek gerilimlerin taraflarını nasıl tanımlıyorsunuz? Hükümet taraftarı kesimler bir taraf ise karşısındakiler kimler?
Bakın burada önemli olan kim kime karşı meselesi değil. Ben kim İslamcı, kim seküler ya da başka bir şey bunlarla ilgilenmiyorum. Ama toplumunuzda bir bölünme olduğu net olarak ortada. Bana kalırsa bu da Türkiye ile Avrupa’nın birbirinden uzaklaşmasının bir sonucu. Mesela ben Katolik bir kişiyim ve özel hayatımda dindarım. Ama kamusal alanda seküler düzeni güvenceye almakla yükümlüyüm. Avrupa toplumlarının bireysel haklara dindarlıktan ya da inançsızlıktan bağımsız olarak saygı göstermesi gerekiyor. 2014 yılında artık çoğunluğun azınlığa dini inanç empoze ettiği bir durum olamaz.
Bunu neden vurgulama gereği hissettiniz? Bugün Türkiye öyle mi görünüyor Avrupa’dan bakınca?
Benim Türkiye’de odaklandığım bireysel haklar ve bu alanda da bazı sert tartışmalar yaşadığınız bir gerçek. Bu duruma neden olan motivasyonlarla ilgilenmiyorum. Ben sonuca bakarım. Bu gerginliklere neden olan dini motivasyonlar mıdır, seküler motivasyonlar mıdır o benim işim değil. AB’ye aday ve Avrupa Konseyi’ne üye olan bir ülkede her şart ve koşulda bireysel hak ve özgürlüklere kimseyi ayırmadan saygı gösterilmeli. İnananlara da inanmayanlara da saygı göstermek zorundasınız. İnanan da inanmayan da kendisini eşit vatandaş olarak görmeli.
Türkiye 2004 sonunda adaylık statüsü aldı, 2005’te müzakereler açıldı. Yola birlikte çıktığımız Hırvatistan çoktan üye oldu. 10 sene önce genişleme sürecinde adı telaffuz edilmeyen Arnavutluk adaylık statüsü aldı. Madem ülke olarak Türkiye’nin üyeliğini bu kadar çok istiyorsunuz, katılım için hangi tarihi öngördüğünüzü açıklar mısınız?
Bu Türkiye’ye bağlı. Türkiye’nin kriterlere uyum sağlama iradesi ortaya koymasına bağlı. Bugün Türkiye ile müzakerelerin ne zaman tamamlanabileceğini öngörmek zor. Sırbistan ve Arnavutluk için de öngörmek zor. Elbette bunlar AB’nin kendi içindeki tartışmalara da bağlı. Ama bu siyasi ortamda müzakerelerin ne zaman tamamlanacağını söylemek imkânsız.
Tam tarih verememenizi anlıyorum da bir zaman dilimine de mi işaret edemiyorsunuz hâlâ? Mesela 5 sene sonrası 2019-2020 yılları makul müdür?
Bunu kestirmek imkânsız. Bakın bugün müzakere sürecinde tekrar hızlı bir başlangıç yaparsınız, 6 ay sonra yolda başka yeni engeller çıkar. O nedenle de bence önemli olan müzakerelerin hızlı ilerlemesi değil güçlü bir zeminde içerikli bir biçimde ilerlemesi. Sanıyorum bana bu soruyu dönem başkanlığımızın sonunda sorarsanız kafamda daha net bir yanıt oluşmuş olacak.
“Suriyeli sığınmacılar hepimiz için alarm veren bir durum. Ama sayılara baktığımızda Türkiye elbette çok büyük bir yük altında. AB’nin külfet paylaşımında elini taşın altına koyması şart. Ama bugüne kadar AB kendisine düşen rolü yerine getiremedi. İsveç kendisine gelen Suriyelilere sığınmacı statüsü vermeyi kabul etti mesela ama AB’den bu anlamda güçlü bir dayanışma görmedi. Biz de İtalya olarak her gün binlercesi gelen sığınmacılarla baş başa bırakılmış durumdayız. Oysa hiçbir ülke bunun bedelini tek başına ödemek zorunda değil. Bu nedenle de biz bu göç dalgaları konusunda güçlü ve ortak bir yaklaşım gerekliliğini gündeme taşıyacağız.”
“Bu grup bizim demokrasimize ve dünyanın istikrarına büyük bir tehdit. Ortadoğu’daki birçok ülkenin geleceğini riske sokan bu fenomenle mücadele için bütün gerekli önlemleri almamız şart. Bunların Ortadoğu’yu radikal bir biçimde İslamlaştırma ihtirasına engel olmalıyız. Ancak öte yandan IŞİD’e karşı uluslararası düzeyde askeri güç kullanılmasını gerektiren bir aşamada olduğumuzu düşünmüyorum.”